Öğüt ve öneriden nefret eden genç 'yazar' ve 'şair'lere asla uymamaları gereken öğüt ve öneriler
1- “Zamanın ruhu”nu yakalayın. Davranışlarınızda, eylem ve söylemlerinizde olduğu gibi, yazdıklarınızda da “mış gibi” yapın. Böylece hem tutarlılık, hem de sahicilik sağlarsınız. Önemli olan algı yönetmek ve inandırmaktır. 2- Kitap okumayın! Okumak sizi etkileyip kafanızı karıştırabilir; görkemli, özgün ve üstün yetenek, düşlem, yaratıcılık, biçem ve anlatım gücünüzü bozabilir; öykünmeye, taklit etmeye hatta aşırmaya yöneltebilir. (Bununla birlikte, büyük yazar ve şairlerle yapıtlarına ilişkin google’dan birkaç klişe söz ve bilgi ezberleyin ve arkadaş toplantılarında, etkinliklerde bilgiçlik taslayıp havanızı atın.) 3- Kimseden bir şey öğrenmeyin, Amerika’yı yeniden ve yeniden keşfedin. Başka türlü kâşif olma olanağınız yok; ayrıca keşfedilecek başka Amerika da yok. Bununla birlikte Amerika’yı ilk keşfeden sizmişsiniz gibi davranmayı unutmayın. 4- Doğuştan yetenekli olduğunuza göre yazarlık, şiir atölyesi ve benzerlerinden uzak durun. Yeteneğiniz körelebilir, özgün ve düzgün diliniz bozulabilir; değerli ürünleriniz çalınabilir veya taklit edilebilir. Karşınıza, kıskançlıktan çelme takmak, önünüzü kesmek isteyenler çıkabilir. Buna karşın, birkaç dergide öykünüz, şiiriniz yayımlandıktan, hele bir-iki kitabınız çıktıktan sonra artık ünlü ve kendini kanıtlamış bir yazar ve/ya şairsiniz. Bir atölye de siz açın! Sakın kendi dalınızla sınırlı tutmayın; edebiyatın yanına, felsefe, sinema, tiyatro gibi alanlar ekleyin ki havalı olsun. 5- Usta-çırak ilişkisine uzak durun, üstün yeteneğinizi sömürtmeyin, olağanüstü tasarılarınızı çaldırtmayın. Ustalardan, eskilerden, yazdıklarından, görüş, eleştiri ve öğütlerinden sakının. Birileriyle benzer, hatta aynı şeyler yazarsanız onları sizi taklit etmekle, sizden aşırmakla suçlayın. 6- Siz, gelecek olduğunuza göre edebiyatı kendinizle başlatın; geçmişi yadsıyın, yok sayın.“Usta beni öldürsene” söylemini anlasanız da anlamasanız da dilinizden düşürmeyin ve dalga geçin. Deyim ve atasözleri nefret ettiğiniz klişeler olsa da “boynuz kulağı geçer” deyimini “motto”nuz yapın. Ustayı siz öldürün! Ustaları önünüzde engel, üstünüzde gölge olan dinozorlar olarak görüp tanımlayın. Böylece onları geçememenin vebalini de onlara yükleyin. “Cesur” çıkışınız kuşakdaşlarınızca övgü ve kıskançlıkla karşılanacak, ününüze ün katacaktır. (Bu da para kokusu demektir. Kısa sürse de “bir günlük beylik, beyliktir”.) 7- İleriyi ve benzer durumla karşılaşacağınızı asla düşünmeyin ve kaygılanmayın. Nasıl olsa (bu kafayla) hiçbir zaman usta olamayacak ve çıraklarınızın nankörlüğü ile karşılaşamayacaksınız. Ayrıca, sizden öncekilere bakışınızı sizden sonrakiler size yönelttiğinde “o başka, bu başka” diyecek, gençleri anlayışsızlık, bilgisizlik ve nankörlükle suçlayacak pişkinliğe erişmiş olacaksınız; rahat olun! 8- Yeteneğiniz doğuştan ve Allah vergisi olduğuna ve sizde bulunduğuna, yazmak için yaratıldığınıza ve “yazmazsanız çıldıracağınıza, öleceğinize, biteceğinize” inanın, hiç çekinmeden de sık sık dile getirin. Bu nedenle, okuma, araştırma, gözlem yapma gibi gereksiz işlerle zaman yitirmeyin, dilediğinizce yazın; ne yazdığınız değil, nasıl yazdığınız önemli ama yazdıklarınızın ticari değeri daha da önemli, satış hedefini gözden kaçırmayın, hatta gözünüzü ondan ayırmayın. 9- Mutlaka “ben anlatıcı” olarak birinci tekil kişi diliyle yazın. Böylece başkalarını araştırmaya, incelemeye, anlamaya, duygudaşlık kurmaya gerek kalmadan, kendinizden yola çıkarak ve yine kendinize dönere bir “kısır döngüde” kolaylıkla dönenip, debelenir, kişisel sorunların dibini bulursunuz. Ben merkezli düşünün. Bu bakışla hem sizin sorunlarınız herkesin sorunu olur, hem de dışınızdaki herkes yazdıklarınız ya nesnesi veya kenar süsü durumuna gelir. Sizin gibi düşünen “okurlar” bulursanız, kendilerini anlatıcının (sizin) yerine koyacak, pek hoşnut kalacak ve size bağlanacaklardır. Bu tür “okurlar” popüler kültürle donamıştır; “çoksatar” ve “postmodern” kitaplar yeğlediklerinden eserlerinizi de “çoksatar” yapabilirler. 10- Birkaç dergide öykünüz veya şiiriniz yer aldıktan, hele ki bir-iki kitabınız çıktıktan sonra yazı ve konuşmalarınızda sık sık kendinizden yazar veya şair diye söz edin. “Biz yazarlar, biz şairler” diye başlayan tümceler kurmaya özenin. Yinelemeler özgüveninizi besleyeceği gibi karşınızdakilerin belleğine kazıyacaktır sizi. 11- Bu amaçla, “post modern” olarak tanımlanmak için, her posta bürünün. Öncelikle, bir döneme damgasını vuran “toplumcu gerçekçi edebiyat”ı, yüzünüzü ekşiterek elinizin tersiyle bir kenara itin. O dönemde yeterince ünlenememiş ve okur edinememiş yazarları post modern sayıp baş tacı edin, haksızlığa uğradıklarını vurgulayın ve bundan toplumcu gerçekçi yazarları, şairleri sorumlu tutun. Bunların “çektikleri sıkıntılar” için ağıt yakarken sakın onları da okumayın. Her şeye karşın tutunamazsanız, kılıfınız da, günah keçileriniz de hazır demektir. 12- Gerçek peşine değil hakikat peşine düşün. Bu, “kendi okulunu kendin yap” gibi, “kendi hakikatini (affedersiniz, gerçekliğini) kendin oluştur” demektir. Zaten gerçek diye bir şey yoktur; çağınızda her şey algı meselesidir, çağdaş edebiyat da “algı operasyonu”ndan başka bir şey değildir. Yeter ki “sahicilik hissi” yaratın ve “kurgusal hakikatinize” okuru inandırın. 13- Bunun için gerçekle kurgusal olanı harmanlayın. Dünyaya ve olaylara bir sis perdesinin ardından veya miyop gözlerle bakın ya da dumanlı kafayla yazın. Gerçekliği kuşkulu hatta uyduruk, tartışılacak iddialarda bulunun. Gerçek sanılırsa övünün, çürütülürse, kurgu deyip “gerçek” sananlarla dalga geçin. 14- Post modern görünüp böyle nitelenmenin ilk koşulunu böylece yerine getirdikten sonra, okurun ilgisini en çok çekeceği açık olan duygu sömürüsü, vahşet düzeyinde şiddet, sövgü, belden aşağı söylem ve seks yapıtlarınızın temel yapıtaşları olsun. Tabu yıkıcı olun; tecavüz, ensest, pedofili, ölüsevicilik, ters ilişki, eşcinsel çeşitlemeler konularınızın; sadizm, mazoşizm, şizofreni ve benzeri her tür psikolojik bozuklardan en az birinin, olabilirse fazlasının kişilerinizin özelliklerinden olmasını yeğleyin. 15- “Ne yazdığınız değil, nasıl yazdığınız önemli” olduğuna göre, ayrık hatta uçuk-kaçık ve anarşist olmaya bakın; yalnız anlatımda değil, dilde de anarşi, hatta kaos yaratmaya bakın. Postmodern yazarMIŞ GİBİ yapmanın bir koşulu da zaten budur. Bunun için dil ve yazım kurallarını boş verin; kalıpları parçalayın, dilbozucu olun, “dilin olanaklarını zorlamak” ne demek, sınırlarını aşın, yarattığınız bulamaca, yepyeni ve size özgü bir dil deyin, dedirtin. Post modernlik kesmezse, ne olduğunu tam bilmeseniz de, “post truth”u benimseyip öne geçin. 16- Kendini yazar sa(y/n)an biri iseniz, farklı kelimelerle (sözcüklerle değil) farklı cümleler (tümceler değil) kurun: örneğin, kelimeleri (özellikle yabancı kökenlileri) bilinen anlamları dışında kullanın ve “uysa da uymasa da” deyip cümlelerinize gelişigüzel ya(p/k)ıştırın. “Kelimeleriniz” ne denli farklı anlaşılırsa o ölçüde kazançlısınız; bu yolla, az kelimeyle çok şey anlattığınıza inanıp sevinin. Uzun cümleler kurduğunuzda düşük olmasına aldırmayın; bu, metninizi güç anlaşılır yapar ki amaç budur. Anlaşılması güç metin derin metindir, diye avunun. Ayrıca düşük cümlenizi her okur farklı biçimde yerden kaldıracağı için anlamı çoğullaşır, katman izlenimi bırakır. Görüneni değil, görünmeyeni yazın. Başta “ruh” olmak üzere soyut her duyguyu bol bol otopsiye yatırın. Olabileni değil, olanaksızı, olağanüstüyü kişilerinize (yaptırmayın) yaşatın! İçinde “gerçekçi” sözcüğü bulunduğu için metninize “büyülü gerçekçi” demeyin sakın; fantastik, bilimkurgu, gerçeküstü gibi nitelemeler kullanın. Sorulduğunda, en iyisi “ben tür gözetmiyorum, yazıyorum; kendi tarzımı yaratıyorum” diye yanıtlayın; “kendim için yazıyorum, okur umurumda değil, yazdıklarımdan kim ne anladıysa, eleştirmenler hangi türden sayarsa” gibi yuvarlak yanıtları yeğleyin. 17- Kendini şair sa(y/n)an biri iseniz, bildiğimiz dille değil, imgelerle yazın; olabildiğince çok sözcüğü “düz anlamı”nın dışında kullanıp imgeleştirin, bu yöntemle bir “üst dil” yaratın. Bu amaçla, Arapça ve Farsça kökenli, Osmanlıca kelimeleri (bunlara sözcük diyemem) mezarlarından çıkarıp canlandırın, bunlar en azından anlaşılmazlıkları ile birer “imge imgesi” işlevi görecektir. Osmanlı saray şairlerinin yaptığı gibi, üreteceğiniz “üst dil” halk tarafından anlaşılmaz olmalıdır. Böylece diliniz avam olmaktan çıkıp asil katlara yükselir. Ayrıca size, eleştirenlere “anlayamamış” yanıtı verme kolaylığı sağlar; eleştiren sizin gibi bir şair olsa bile! “2. yeni” öncesi “dinozor şairleri” tarihe gömün, “poetika”larına dudak bükün. Şimdilik, “2. yeni”yi de beğenmediğinizi, birilerinin şiirinize “3. yeni” demesi beklentisinde olduğunuzu belli etmeyin. Üretken olun, okurları şiire doyurun (hatta boğun.) Sizi günde bilmem kaç şiir yazıyor diye tiye alanları siz de “kabız” diye sarakaya alın. 18- Her tür edebiyat etkinliğine katılın ama konuşmacıları dinlemek için değil! Zaten onlardan öğreneceğiniz bir şey yok. İçeriye etkinlik başladıktan sonra girin. “Ünlü yazar falanca geldi” dedirtecek bakışlarla katılımcıları taradıktan sonra, olabildiğince çok kişiyi rahatsız ederek, kapıdan en uzak yere oturun. Birkaç dakika dişinizi sıktıktan sonra ayağa kalkıp, el kol işaretleriyle gitmek zorunda olduğunuzu, (bekleniyormuşsunuz gibi bir tavırla) başka etkinliklere yetişeceğinizi konuşmacıya anlatın. Sırıtmayı, abartmayı, uzatmayı ve yolunuz üzerindeki çok kişiyi bir daha rahatsız etmeyi, her birinden yüksekçe bir fısıltıyla özür dilemeyi unutmayın. Böylece bir taşla kaç kuş vurduğunuzu hesaplayıp kıs kıs gülün. 19-Etkinlikte konuşmacı iseniz, bir parça gecikip katılımcıları bekletin. Böylece girdiğinizde hepsinin gözü kapıda olacaktır. Özür dilediğinizi düşündürecek biçimde homurdanarak yerinizi alın ve doğrudan konuya girin. Soru alsanız da katkı kabul etmeyin, çünkü siz eksiksiz anlattınız. Sorulara da en kısa ve anlaşılmaz yanıtı verin. Son soruyu geçiştirince, varsa, sizden önceki konuşmacıya “yetişemediğiniz gibi”, sonraki konuşmacıyı da beklemeden teşekkür edip gidin. Böylece birçok yerden beklendiğiniz ve yetişmekte güçlük çektiğiniz izlenimi bırakın. Tek konuşmacı iseniz, yanınızda mutlaka birkaç arkadaşınız bulunsun. Etkinlik bitiminde hem alkış başlatsınlar hem de kalkıp etrafınızı sarsınlar. Böylece kürsüde sap gibi kalmaktan kurtulursunuz. Ayrıca, birçok katılımcı kürsüyü kuşatıp nedense size kendini göstermeye çabalayacaktır. Onlara bakıp gülümseyin. Siz biraz sonra hepsini unutacaksınız ama onlar sizi unutmayacaklardır. 20-Öyküyle, şiirle “ünlü ve çoksatar” olmak güçtür. Bunları basamak yaparak romana zıplayın. Bu da arzuladığınız sonuca götürmezse başka alanda (sosyal medya fenomeni, magazin figürü, oyuncu, popçu, rapçı, “stand up”çı, “talk show”cu, gibi…) ünlü, gerekirse rezil olun. Medyatik, hatta -reklamın iyisi kötüsü olmaz- “medya maymunu” olsanız da olur. TV’lerde yarışmalara katılın. Yeterli üne kavuştuktan sonra doktorun “ne yerse yesin” dediği gibi “ne yazarsanız yazın!” 21-22-23… Bilgi: Bu maddelerde yazılanlar elbette hepinize uymaz; kendinize uyan ve asla uymayacakları kendiniz seçin. Ali Günay Gercekedebiyat.com