Yeniden ısıtılan bayat bir masal: Açıl susam kapan
Efendim, masal ülkemiz yeni bin
yıla ekonomik ve siyasi çalkantılarla adım atmış. Bir yandan,
durulmuş gibi görünse de süren kardeş kavgası, diğer yandan
laiklik tartışmaları ve bu konudaki kamplaşma, gerilimi
yükselttikçe yükseltiyormuş. Yoksulluktan, iç kavgalardan,
koalisyon çekişmelerinden, yolsuzluklardan, banka hortumlamaları
ve ekonomiyi çökerten merkez sağ partilerin birbirini aklamasından
halka gına geldiği bir dönemden geçmiş ülke. Bu ortamda kurulan
yeni bir parti ilk seçimde halk desteğini alarak tek başına
iktidar olmuş. En önemli vaatlerinden biri, yıllardır süre giden
kardeş kavgasını bitirmek, iki halkın eskisi gibi birlik içinde
kardeşçe yaşamasını sağlamakmış. Gelin görün ki, “Büyük
Dost”un komşu ülkeyi işgal etmesi her şeyi allak bullak etmiş.
Kardeş halkın akrabaları sınırın diğer yakasında işgal
edilen ülkede yaşıyorlarmış. Yıllardır “Büyük Dost”un
koruması altındaymışlar. Dağa çıkan kardeşin çocukları da
sıkışınca akrabalarına kaçıyorlarmış. Karargâhları da
oradaymış. “Ayağının bastığı yerde kırk yıl ot bitmez”
denen bir ırktan olan “Büyük Dost”un girmesiyle diktatör
devrilmiş ama ülke halkı parçalanmış, kaos ortamında kan
gövdeyi götürmüş. Bunun yansıması olarak da masal ülkemizin
sınır bölgesinde kardeş kavgaları yeniden alevlenmiş.
Koruyucularla kavgalı yeni siyasi iktidar bir süre “terör ve
bölücülükle silahlı mücadele” denen eski yöntemi sürdürmüş.
Kardeşkanı akmaya devam etmiş. Yeni yönetim, ikinci seçimde
oyunu artırınca, azınlıktaki etnik, dinsel, sosyal halk
topluluklarına “açılım” kararı almış. Almış almasına
ya, ne yaparsa yapsın kimseye yaranamamış. Kendi yandaşları
dışındaki halk kesimleri hep nankör çıkmış çünkü. “Roman
açılımı” yapmış örneğin. Toplumda, öteden beri horlanan,
dışlanan, aşağılanan roman vatandaşları birinci sınıfa terfi
ettirmek için kolları sıvamış. Onlara “Çingene” denmesini
bile yasaklamış, çok katlı apartmanlar yaptırıp onları eskiden
beri yaşadıkları, derme çatma, izbe evlerden kurtarmış, bu
apartmanlara yerleştirmiş. Ama bozguncu karşıtların dolduruşuna
gelmiş romanlar. Nankörlük etmişler. “Bülbülü altın kafese
koymuşlar, ah vatanım demiş” diyerek eski evlerini özlediklerini
belirtmişler sözüm ona. Neymiş, apartmanlar kente uzakmış,
alıştıkları yaşam tarzına tersmiş, sürgün edilmişlermiş,
eski evlerin kent merkezindeymiş, orada daha mutlularmış. Sonra
baklayı ağızlarından çıkarmışlar. Eski evleri yandaşlara
satılmışmış da onlar da çok yüksek fiyatlara devretmişler de
kendilerine fark verilmeliymiş de... Tümü muhalefetin iftirası,
dolduruşuymuş. Bu yüzden açılım Romanların bazı yerlerde
tehciriyle kapanmış. Sadece baş yöneticiye “ablan kurban olsun
sana” diyen bir kadın şarkıcı ile “majestelerinin
darbukacısı” olmaya soyunan bir çalgıcıya açık kalmış.
Yönetim “mezhep açılımı” yapmış örneğin. Romanlara göre
çok daha büyük bir topluluk olan bu mezhep yandaşları,
çocuklarına “zorunlu din dersi” adı altında egemen mezhebin
öğretilmesinden, çeşitli yollarla aşağılanmaktan, devlet
görevlerinden dışlanmaktan, ayrımcılığa ve birçok kez
katliama uğramaktan, ibadet evi açmalarına izin verilmemesinden
yakınır dururlarmış. Yönetim, açılım çerçevesinde iyi
niyetle “mezhebin yeni ve doğru yorumu”nu yaparak ders
kitaplarına koyacakmış. Mezhep mensupları kendi mezheplerini ya
bilmiyor veya yanlış yorumlayıp uyguluyorlarmış yüzlerce
yıldır. Bu hayırlı girişim de nankörlükle karşılanmış.
Öteden beri muhalefete yakın duran mezhep mensupları yine
kışkırtmalara kapılmışlar. “Mezhebimizi süreç içinde
özünden uzaklaştırarak bizi asimile etmek istiyorlar. Tek tip
insan yetiştirme peşindeler” diye karşı çıkmışlar. Karşı
çıkınca açılım da bir başka seçime kalmış. Oysa açılım
çerçevesinde bu mezhebi hedef alan iftira ve küfürlerin bir
bölümü sözlük ve kitaplarda düzeltilmiş, böylece “yazılı”
olmaktan çıkarılmış. “Sözlü” olanlara gelince “milletin
ağzı torba değil ki büzesin”miş. “Büyük Dost”un isteği
ve müttefik dostların desteği doğrultusunda bir açılım da
komşu bir ülkeye yapılmış. Yüzlerce yıl birlikte yaşadığı
halkımızı, yüz yıl kadar önce halkına tehcir ve soykırım
uygulamakla suçlayan komşuya önce “maç açılımı” yapılmış,
iki ülke arasındaki milli maçı devlet başkanları birlikte
izlemiş. Bayram havası esmiş bir süre. Komşu ülkeden görünecek
biçimde bir “insanlık anıtı” bir sınır kentine dikilmiş.
Bu havada barış ve dostluk nutukları atılmış, protokoller
düzenlenmiş, ancak imzaları “unutulmuş”. Olasılıkla milli
takımının yenilmesine de bozulan komşu küsmüş, açılım da
açılamadan kapanmış. Açılımdan birkaç yıl önce, masal
ülkemiz vatandaşı, komşu halktan bir gazeteci öldürülmüş.
Açılımla adaletin sağlanacağı umuduna kapılmış ailesi ve
destekçileri. Ne yazık ki, ihmali görülen kamu görevlilerinin
yargılanmasına (paralelci oldukları anlaşılıncaya dek) izin
verilmemiş. Katil, yasa değişikliği ile “taş atan çocuk”
statüsüne kavuşmuş. Yıl başında yürürlüğe giren bir
yasayla, bir yıl içinde cezası onaylanmazsa tahliye olasılığı
belirmiş. Asıl, “büyük, geniş, köklü,
derin, kapsamlı...” açılım, bin yıldır birlikte yaşanan,
otuz yıldır kavga edilen “kardeş halk”a yapılmış. Açılım
“tüm ülkede, dış temsilciliklerde ve yavru vatanda” büyük
heyecan ve sevinçle karşılanmış. Ne olduğunu kimsenin
anlayamadığı veya her ilgili kesimin farklı anladığı (çözüm
süreci de denen) açılım şenlikli başlamış. Açılımı
“Abi’nin, kollarını sonuna kadar açarak onu kucaklamaya
hazırlandığı” şeklinde anlayan kardeş, komşu dağ ve
kamplardaki çocuklarından bir grubu “Abisi”yle kucaklaşmak
üzere çağırmış. Binlerce kişinin katılımıyla onları
sınırda davul, zurna, halay ve zılgıtlarla “Zafer Bayramı”
havasında karşılamış. Abi’yi temsilen karşılamaya savcı ve
yargıçlar da katılmış. Nostaljik bir manzara çıkmış ortaya;
savcı ve yargıçlar tıpkı ataları gibi “çadır mahkeme”ler
kurmuşlar. Kardeşin çocukları “bayramlıklarını” giyerek
gelmişler. Fakat başka giysileri olmadığı için bayramlık
niyetine gerilla kıyafeti ve silahları varmış üzerlerinde. “Biz
çağrı üzerine geldik, pişman değiliz” demişlerse de savcı
ve yargıçlar “geldiğinize pişman değilsiniz, biliyoruz, öbür
konuda pişman olduğunuz için yasadan yararlanabiliyorsunuz,
serbestsiniz” demişler. Ancak savcı ve yargıçlar böyle
dediklerine, gelenler geldiklerine, karşılayanlar da
karşıladıklarına pişman olmuşlar kısa sürede. “Milliyet-din
sentezi” kökenli açılımcıların bir bölümünün
milliyetçiliği depreşmiş. Depreşince de açılım rüzgârları
ters esmeye başlamış. Yargıçlar, daha önce serbest bıraktıkları
“kardeş çocuklarını” tutuklama kararı almışlar. Savcılar
yakalama emri vermiş. Kaçan kaçmış kaçmayan “terörist”
diye tutuklanmış. Karşılayıcılar ise “terör örgütünün
kent yapılanması” diye toplanıp içeri tıkılmış. Mahkemede
“bilinmeyen bir dil”le savunma yapmak istedikleri için
duruşmalar yapılamaz olmuş. Onlarsa “bu bilinmeyen bir dil
değil, vallahi billahi biz biliyoruz, bu bizim ana dilimiz, üstelik
başka dil bilmiyoruz” demişlerse de dinletememişler. Bu arada
birçok ilginç “çözüm projesi” üretilmiş. Örneğin,
“yuvarlak kafada sivri zeka”sıyla ünlü bir bölgedeki bir
kentin belediye başkanı harika bir çözüm bulmuş kardeş
kavgasına. “Hısımlık hasımlığı yok eder, ihtiyacı olan
erkeklerimiz kardeş bölgeden kuma getirsinler” demiş. Demiş ya
önce kardeş isyan etmiş. Başkan bu kez “canım, onlar da bizden
alsın” diye düzeltmiş çağrısını, kardeş bölgesinde
töresel olan “berdel” önermiş. Başkanın, iki tarafın
kadınları arasında “mutlak eşitlik” öngören “adil çözüm”ü
destek bulmamış. Horoz erken ötmüş! Zaman zaman kardeşler
arasındaki açılım tartışmaları bir “sağırlar diyalogu”na
dönüştüğünden açılım “Akdeniz’in kış havası gibi”
bir açılıp bir kapanıyormuş. Kardeşlerin yoğun yaşadığı
bölgedeki kepenkler de öyle. Başta çocuklar olmak üzere bölge
halkı ile güvenlik güçleri arasındaki Molotoflu, taşlı, sulu,
gazlı “yakan top” oyunu da sürüp gidiyormuş. Son Durum:
Birkaç isim değişikliğinden sonra “çözüm süreci”nde karar
kılınmış. Muhaliflerin kimi “bölünme süreci”, kimi de
“çözüm sürüncemesi” dese de süreç mehter adımlarıyla
devam ediyormuş. Az gidilmiş uz gidilmiş, gizli açık görüşmeler,
kapalı açık tartışmalar, karşılıklı suçlamalar arasında,
yaklaşık beş yılda bir arpa boyu yol gidilmiş. En büyük
kazanım olarak çatışmasızlık ortamı sağlanmış, kardeşkanı
akması belirsiz bir süre ertelenmiş. Her seçim yaklaştığında
gündeme getirilip sonrasında uykuya yatırılan sürecin şimdilik
sağladığı tek kazanç da buymuş. Bununla birlikte kardeş halkın
yoğun olduğu kentlerde yapılan gösterilerde ne yazık ki en çok
çocuk kanı akar, süreç hatırına bu, “kardeşkanı”
sayılmazmış. Yönetim, süreci gizli yürütürken onu kutsal ilan
etmiş, sürece zarar verdiğini düşündüğü ne varsa vatana
ihanet sayar olmuş. Kardeş halkın hapisteki lideri, dağda ki
kurmayları ve siyasi partisi de “onca mücadelenin sonunda hedefe
bu kadar yaklaşmışken aman sürece zarar gelmesin” diyerek buna
odaklanmış, gözü başka bir şey görmez olmuş. Komplo
uzmanları, bir tarafın imparatorluk, diğer ta rafın devlet kurma
peşinde olduğunu savunuyorlarmış. Uzman bilicilere göreyse, üç
vakte kadar süreç “öyle ya da böyle” sonuçlanacakmış.
Değer verilmediği için görüşüne başvurulmayan bir dilbilimci
de “öyle ile böyle arasındaki fark ölüm ile kalım arasındaki
farka eşdeğerdir” diye boş boş konuşmuş… Kimse ermemiş muradına, biz de
çıkmayalım kerevetine… (*) Yazarın “Cinlerevi’nden
(G)Azap Masalları” (Kanguru Y. Nisan 2015) kitabından. Ali Günay
Gercekedebiyat.com