cemil-meric-soner-yalcin-20251120101839841.jpg


Sol ve sağ çevrelerde çok tartışılan, solda mı, sağda mı olduğu bir türlü paylaşılamayan, bir entelektüel, aydın olarak Cemil Meriç üzerine çoktandır bir şeyler yazmayı düşünüyordum.

Uzun süre yazmaya cesaret edemeyip beklememin önemli bir nedeni vardı.

Onun, tarih, sosyoloji, edebiyat, siyaset ve kültürün geniş alanlarında fikir yürüten, yorumlar yapan; özellikle çağdaş uygarlık, Batıcılık, ilericilik-gericilik, solculuk-sağcılık, Türk aydını konularında oldukça keskin, pervasız, iddialı, çok renkli, dağınık ve yoğun eleştiriler, aforizmalar, polemiklere imza atan birisi olması nedeniyle, bu işin üstesinden gelme noktasında kendimi hazır hissetmememdir.

Bir düşünce ve kültür insanı olarak çok sayıda eserine yayılmış fikirlerinin bütünlüklü ve sistemli bir değerlendirmesini yapmak oldukça kapsamlı, dikkatli ve yoğun bir çabayı gerektirdiği aşikardı.

Eserlerine belli bir eksen etrafında toplayıp bir bütünlük içinde bakıldığında, çağın olgularının ve gelişmelerinin neresinde duruyor, ilerisinde mi, gerisinde ya da dışında mı, bütün bu bilgiler ambarının özünde, odağında, ekseninde ne var, neyi öneriyor sorusunun karşılığı nerdeyse yok gibi. Ya da çok muğlak ve çelişkilerle dolu.

Öte yandan, hiç bir yazar ve düşünürün kaçınamayacağı bir gerçek ki, doğru veya yanlış bir eksen, amaç, yazıların içinden, satırların arasından görünmez bir dip akıntısı olarak yol alır; çünkü her yazarın bir ideolojik duruşu ve dünyaya bakış penceresi vardır. Sorun bunu açıklığa kavuşturmaktadır. Başka deyişle sorun, geniş bir alana yayılan makalelerinde ciddi çelişkilere, tutarsızlıklara, sığlıklara düşen, en ileriden en geriye, en Doğu'dan en Batı'ya, en çağdaştan en çağ dışına savrulan, yeri geldiğinde bilimselden hurafeye ve şarlatanlığa gidip gelen mantığın ve ideolojik duruşun ne olduğudur.

Düşünceleri arasında eğer bir fikri bütünlük, bir tutarlılık arama çabasına girilmezse, kuşkusuz herkesin yararlanacağı, en sağcısından en solcusuna, en devrimcisinden en gericisine herkesin kendi görüşüne uygun bilgiler bulacağı bir “Kırk Ambar” diyebiliriz Meriç'in düşünce evreni eserlerine.

Ama her bilgi, nereden bakıldığına, hangi ideolojik bütünlüğe bağlı olarak çok farklı, çok karşıt düşünce ve yorumların parçası olabiliyor. Bu durumda, ilk bakışta, görünüşte, Cemil Meriç'in hangi fikrin, hangi ideolojik bütünlüğün, hangi kültürel ve siyasal davanın adamı ya da aydını olduğunu saptamak oldukça zorlaşıyor. O nedenle, Cemil Meriç'i hak ettiği bir yere koyabilmek için yüzeysel bir okuma ve bilgi taramasıyla yetinmek olanaksız.

Kısacası, aydından çok entelektüel, bilgilendirici niteliği ağır basan Meriç, döneminde Türkçeye henüz çevrilmemiş Batı kültürünün bir çok önemli yapıtını çevirerek ya da okuyup inceleyerek, örneğın Hint kültürüne ilişkin (Bir Dünya'nın Eşiğinde) kimi bütünlüklü ve yararlı bilgileri aktarmıştır.

Türk entelektüel hayatına söz konusu önemli katkılarına karşın, bu “kırk ambar”a damgasını vuran şey, Türk aydınlanması ve çağdaşlaşmasına, işlevsel, ufuk açıcı, yol gösterici bir nitelikten uzak olmasıdır.

Dün, 60'lar, 70'ler ve 80'lerde bu niteliğe sahip olmadığı gibi, aynı bilgilere bugün daha bütünlüklü ve derinlikli ulaşabilen okur için söz konusu yetersizlik, eklektiklik ve sığlık çok daha belirgindir.

Sistemli bir bütünlükten uzak, nicelik ağırlıklı, yatay, dağınık ve sığ bilgi-yorum ufkuyla, bana göre, Türk aydınlanmasına katkısı tartıldığında olumsuzluk yanı olumluya göre çok daha baskındır. Üstelik, düşüncelerinin omurgasını aydınlanma ve Türk Devrimi karşıtlığının oluşturduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu genel perspektif ışığında sol'un ve sağ'ın derinlikli, sınıfsal, bilimsel bir tanımı yapılarak Cemil Meriç, gerçekçi bir yere oturtulabilir sanırım.

'SOLCULAR' KİTABI NEYİ AMAÇLIYOR?

Soner Yalçın'ın Solcular-Sessizliğe Söz Düşenler başlıklı kitabını görünce, Meriç'le ilgili düşüncelerimi yazmak daha da ertelenemez bir görev oldu. Kitabın tanıtımında yer alan Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Abdurrahim Karakoç, Alev Alatlı gibi ideolojik-siyasi eğilimleri iyi bilinen isimlerin -nedeni ne olursa olsun-, çerçevesi başlıkta çizilen “solcular” listesine neden konduğuna şaşırmamak imkansız.

Anladığım kadarıyla, Soner Yalçın, sol'da ve sağ'da güçlü bir eğilim olan, toplumun büyük değişimler yaşadığı gibi, fikirlerin ve insanların da belli koşullarda değişebileceğini bile kabul etmeyen, sığ, işporta bilgilerle yetinip, insanlara ve fikirlere takım fanatiği gibi bakan tek yanlı, takıntılı, (sağda veya solda fark etmez) yobaz mantığını eleştirmek istemektedir.

Bu bakımdan çok haklıdır. Ama gerçekleri eğip bükerek ve ortak bir eksende buluşması mümkün olmayan karşıt fikirleri ve kimlikleri zorlayarak uzlaştırmaya çalışmak, ne toplumu aydınlatmaya ne de niyetlenen bir birlik ve barış amaca hizmet eder.

Çünkü karşıt nitlikteki düşünce ve inançlar, ancak yaşanan toplumsal gerçeklik sürecinde düzeyli, derinlikli, ikna edici tartışmalar ve toplumsal mücadelelerle aşılır. En azından bir aydının görevi buraya vurgu yapmaktır. Ayrıca, ortak bir eksen aranacaksa, bugün bu, Kemalizm, vatanseverlik, ulusal bağımsızlık gibi ilkeler etrafında olabilir.

Evet, biliyoruz, okuyucuyu etkileme ve satış için bir kitabın, bir makalenin -içerik ne olursa olsun- başlığı da içeriği kadar önemli oluyor maalesef günümüzde.

Medyatik algı taktikleriyle bir kitabın veya haberin, içeriği hiç de doğru yansıtmadığı halde öyle başlıklar atılıyor ki, dam başında saksağan...

Solcular kitabında, solcu, ilerici gibi görünse de düşünceleriyle ve eylemleriyle solculukla ilgileri olmayan, aslında kendileri de bunu reddeden, bazı popüler isimlerin, solda gösterilmeye ya da öyle yorumlanmaya çalışılması, kendimizi ve okuyucuyu kandırmak olmaz mı?

Oysa gerçekler, bilimsellik, siyasal ve kültürel etik sözkonusu olduğunda, bilimsel düşünen bir aydının kırmızı çizgilerinin olması gerekir?

Uzun vadeli ve kalıcı bir iz, bir etki bırakmak, dogmatik, önyargısal kalıpları kırmak istiyorsak, reklama yönelik, gazeteci algı taktiklerinden (algı oyunlarından) uzak durmak gerekmez mi?

DEVRİMCİLİK ANLAMINDA OLCULUĞUN TEMEL NİTELİKLERİ

Sahi sol nedir? Gerçek içeriğinden kopartılmış, yozlaştırılıp kirletilmiş solculuğun değil elbette. Hangi temel özellikleriyle bir düşünceyi, siyaseti ya da kişiliği sol olarak niteleyebiliriz?

Sol ve sağ, Meriç'in mantığıyla “Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit, toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı” mıdır? “Hıristiyan Avrupa'nın bu iki habis kelimesinden bize ne” mi diyeceğiz? De, söylemin geri planını araştırdığımızda, aslında bu saldırgan ve aşağılayıcı tavrın asıl hedefinin sol olduğunu görüyoruz.

Peki, modern çağın başlangıcı Aydınlanma ve Fransız Devrimi'nden bu yana bilim, akılcılık, sanayi devrimi, özgürlük, eşitlik, adalet gibi insanlığı dev adımlarla ilerleten, özgürleştiren, temelinde sömürücü asalak sınıflara karşı üretici emekçi sınıfların mücadelesi yatan bir simgesel kavramı reddederek nereye varılabilir mi? O nedenle, “Sağcı ve solcu gibi sınıflandırmaları hiç bir zaman benimsemedim. Bunlar, hakikati kapamaya yarayan uydurmaca mevhumlardır. Bilhassa sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede sağcı solcu ne demek?” (Bu Ülke) diyen Cemil Meriç'in, asıl kendisi Türkiye'deki sınıflaşma gerçeğini inkar etmiş ya da çarpıtarak gizlemiş, dolayısıyla sağcı ya da muhafazakar bir duruşu benimsemiş olmuyor mu?

Üstelik, “Türkiye'de sınıflar yok” yalanına sığınarak “ne sağcıyım, ne solcuyum” demesi, egemen sınıfların sömürü ve yağma düzenini kollayan gerçek siyasal duruşunu gizlemiş olmuyor mu?

Ve böylece sıradan, geri bilincin gönlünü okşayan bir kitle dalkavukluğu yapılmış olmuyor mu? 50'lerde, 60'larda Türkiye'de kapitalizm ve sınıflaşma hızla geliştiği hakikatini görmezden gelen tavrını bir yana koyuyorum.

O yıllarda ülkede yoğun bir feodal sömürünün, yani ağalık sisteminin köylü sınıfına karşı uyguladığı baskı, zulüm ve adaletsizliğin varlığını sağır sultan bile bildiği halde neden Cemil Meriç bilmezden geliyor acaba?

Solda ya da solcu olmak –bunun daha daraltılmış ve niteliği yükseltilmiş ifadesi devrimci ve ilerici olmaktır– hangi nitelikleri, hangi düşünce ve davranışları, hangi eylemler bütünlüğünü gerektirir? Tersten söylersek, geniş bir entelektüel bilgiye sahip olmak, yüzeysel de olsa Batı düşüncesine genel olarak vakıf olmak, bireysel özgürlükleri, demokrasiyi savunmak, çok yararlı bilgileri topluma kazandırmak vb, solcu, ilerici, devrimci olmaya yetiyor mu? Yetmiyor. Üçünü arka arkaya saydım, çünkü, bu üç kavram ve tutum, başka zamanlarda kısmen farklılıklar gösterse de, bugünün Türkiye gerçekliğinde aynı içerik, anlam ve tavırda bütünleşmiştir. Bu nedenle solculuk tanımı da, emperyalist Batı'ya ve ezilen dünyaya göre değiştiği gibi, farklı dönemlere göre de değişir, genişler veya daralır.

Sadede geliyorum... Kapitalizm ve sınıf mücadelelerinin toplumun bütün dokularına, siyasetine, kültürüne, sanatına damgasını vurduğu modern çağın bir olgusu olarak, Fransız Devrimi'nden itibaren ete-kemiğe bürünen, yani feodal, kapitlist sömürücü sınıfların gerici sağı'na karşı, emekçi sınıfların ve ilerici-devrimcilerin ilerici sol'unun, bugünün Türkiye gerçekliğinde koşulları nedir? Sorun, Cemil Meriç olduğuna göre tanımın dönemini 1920'lere kadar geçmişe doğru genişletebiliriz. 20. yüzyıda ve ezilen dünyada Solcu ve Devrimci olmanın birinci koşulu, emperyalist Batı dahil, dünyanın her yerinde devrimcilik ve solculuk, emperyalist sömürü ve müdahaleye, sömürgeleştirme tehdidine, yani Atatürk'ün vurguladığı gibi emperyalizme ve kapitalizme karşı, ulusal bağımsızlığı kayıtsız koşulsuz savunmaktır.

İkincisi, ortaçağın feodal ağalık, şeyhlik, tarikatçılık vb kurum ve yapılarına karşı çıkmaktır. Üçüncüsü ise, emekçi sınıfların, halkın, gerçek anlamda iktidar olması için mücadele etmektir.

Bu bağlamda hemen şunu belirtelim: Mustafa Kemal ve Kemalizm, en büyük devrimcidir, dolayısıyla, bazıları kem küm etse de, devrimci düşünce ve pratiğiyle en tutarlı solcudur.

Bu koşullar ve tanım, 20. yüzyıl boyunca ve günümüzde bütün ezilen yarı sömürge ülkeler için geçerli evrensel ilkelerdir. Hiçbir 20. yüzyıl aydını, hangi milletten, hangi din ve inançtan olursa olsun, bu ilkelere bağlı düşünce, tavır ve eylem sınavından kaçamaz, yan çizemez ve kaçamamıştır da. Bu sınavı verdiği ve yukarıdaki üç temel koşula uyduğu ölçüde devrimci ve solcudur. Bir aydın ve entelektüel olarak Cemil Meriç için de bu sınav, fazlasıyla geçerlidir.

Tekil birey, bir çok karmaşık etkene bağlı duygu ve düşünceleriyle, açık beyanlara yansıyan niyetiyle, sağda da solda da yer almak istemeyebilir. Ama tarihin, toplumsal gelişmenin çarkı öyle döner ki, birey olarak senin öznel düşüncen, niyetin ve duruşun, tarihin gelişimini belirleyen o çarkın değiştirici-dönüştürücü, saflaştırıcı ve öğütücü dönüşüne uyum gösterdiği ölçüde bir anlam taşır. Ya bilerek veya bilmeyerek gerici bir mevzide yer alıp çarkın dönüşünü tersine çevirmeye çalışacaksın, ya ona uyum gösterip hızlandıracak ve tarihsel gelişime olumlu katkı yapıp iz bırakacaksın, ya da arada kalıp öğütüleceksin.

Uyum ya da takoz olmak! Yani ya sağda ya da solda yer almak zorunluluğunun en kritik, tartışılmaz evreleri, toplumsal ekonomik mücadeleyle, ideolojik siyasal mücadelenin içiçe geçip bütünleştiği ve yoğunlaştığı evrelerdir.

Tıpkı, Cumhuriyet Devriminin ilk yılları ve gönümüzdeki gibi.

BALZAC, DOSTOYEVSKİ, TOLSTOY, ELİOT SOLCULUĞUN NERESİNDE?

Burada, çok önemli, çok konuşulan ve soru işaretlerine takılan Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, T. S. Eliot gibi büyük edebiyatçı, düşünür ve siyasi kişiliklerin solculuk bağlamında değerlendirilmesi, bir tanımsız, belirsiz alanı aydınlatmak açısından önemlidir.

Bilindiği gibi ideolojik-siyasi düşüncesiyle Fransız aristokrasisinin sınıfsal çıkarlarını savunan Balzac, pratikteki tavrıyla, yani yazdığı romanlardaki gerçekçi toplumsal içerikle ve kapitalistleşme ve modernleşme sürecini yüksek estetik bir anlatımla betimlemiş, nesnel olarak toplumun özgürleşmesine hizmet etmiştir. Bu nedenle Marks, onu öznel niyet ve düşünceleriyle bir devrimci, solcu olarak tanımlamaz. Ama romanlarının içeriği ve biçimiyle toplumun demokratikleşme ve özgürleşmesine katkıları nedeniyle selamlar.

Aynı yaklaşım Dostoyevski için de geçerlidir. O, Rus aydınını kendine ve ulusuna yabancılaştıran emperyalist Batı'ya, kapitalizme ve Batı kültürüne karşı Rus milliyetçisidir.

Ancak tıpkı halkçı-anarşist Tolstoy gibi, Hıristiyanlığın içinden insani, eşitlikçi ve paylaşmacı, yani sosyalist bir evrensel insanlık idealini yüceltir ve önerir. Dogmalara, bağnaz bir milliyetçi tutuculuğa kesinlikle karşıdır. Ama buna rağmen, toplumsal, siyasi düşünceleri Çarlık yayılmacılığına hizmet ettiği için devrimciler ve Bolşevikler tarafından bir dönem aforoz edilmiştir. Sonuçta Rus toplumunu, Rus insanını bütün çelişkili karmaşıklığı ve derinliğiyle anlattığı için, uzun vadede Rus toplumunun özgürleşme ve yetkinleşmesine büyük katkılar yaptığı için, dahi bir romancı olarak kabul edilmiştir.

Yine sağcı T. S. Eliot, çağdaş İngiliz edebiyatının en büyük şairlerinde biri olarak kabul edilir. O, İngiliz kültürünü şiirlerinde en yüksek düzeyde imgeleştirerek temsil eden bir şairdir.

Özetle, bilimde, edebiyat ve sanatta büyük başarılarıyla ulusal ve evrensel düzeye yükselmiş ve tarihe mal olmuş kişilikler, özellikle siyasal anlamda sol ve sağ kimliklere indirgenerek açıklanamaz. Geniş bir ideolojik ve kültürel çerçevede, zaman zaman sağda veya solda oldukları görülse de bu, toplumun uzun vadede ilerici ve gerici dinamiklerinin özgünlüğünü açıklamada bir anlam taşır.

Cemil Meriç'i bu çerçevede, yukarıdaki evrensel, büyük düşünür ve sanatçı tanımı içinde değerlendirebilir miyiz. Hayır. Ama doğru veya yanlış Türk toplumuna ilişkin tartışmalı da olsa kimi önemli şeyler üretmiş bir düşünür, araştırmacı ve yazardır.

Madem onun, bir düşünür olarak sol veya sağ siyasal kimliğin dışında ve üstünde kalmasına izin verilmiyor.

O halde, geçmişte daha çok sağın sahiplendiği ve yücelttiği bir kişilik olarak, şimdi de sol'da gösterilmek isteniyorsa, gerçek ideolojik ve siyasal konumunu netleştirmek zorunlu hale geliyor.

SÖZDE 'NE SAĞDA NE SOLDA' GERÇEKTE SAĞDA BİR CEMİL MERİÇ

Meriç, yukarıdaki kişilik örneklerine, ne sanatçı, ne de siyasetçi ve düşünür olarak benzemediği için, kendinin de çok kullandığı bir deyişle sağ-sol arasında gidip gelen bir “arafta” salınmaktadır. Ama gerçekçilik karşıtı metafizik zihninde kurgulanan bu araf, maddeci bilimsel bir perspektiften bakıldığında belli bir gerçekliğe oturmakta. Gerçekliğin kuşatıcı belirleyiciliğindan asla kurtulamayacak olan “ne sağ, ne sol” arafı, kaçınılmaz olarak düşüncelerinde, söz ve saptamalarında kendini bir sağcı, hatta bir gerici olarak açığa vuruyor.

İşte, bir aydın, bir entelektüel için asla kabul edilemez bir açıklama olan “ne sağcıyım ne solcuyum” gerekçesinin, diyalektiğin, bilimin ruhu olan nedenselliğin ve tarihselliğin ırzına geçen, üstelik sağcılığını, hatta gericiliğini de itiraf eden, diyalektiği söz oyunlarından ibaret gören demagojik bir karikatür felsefe: “Solla sağ bir bütündür, solu tayin eden sağdır, sağı tayin eden soldur. Biz, hakikatlerin sadece bir tarafını görmeye mahkum edilmişizdir. Oysa yalnız bir tarafını görmek hiç bir şeyi görmemektir. Halifeliğin müdafaa edilmediği yerde sosyalizmin hiç bir değeri yoktur” (Sosyoloji Notları).

Sağın da değil, gericiliğin merkezine Halifeliği, yani Osmanlıyı yerleştiren Meriç, onları savunmadan “hakikatlerin bütünü görülemez” demektedir. Sol ve sağın, birbiri ile mücadele edip birinin (ki onun zihninde bu sol) üstün gelip yeni bir evreye geçilmeden, geriye de gidilemeyeceğine göre, sonsuza kadar bu metafizik ikilemin (düalitenin) sürmesini, kendisinin de, ortada, ikisini uzlaştıran, sözde ve sahte, bir tarafsız özne olarak yer alacağını hayal ediyor.

Doğu toplumlarına, Batı'nın akılcı, bilimsel kültürünü örnek almamayı, kendi özgün kültürüyle yaşamayı vaaz eden Arnold Toynbee gibi İngiliz emperyalizminin kültür-tarihçisinden esinli bu yaklaşım, Cumhuriyet Devriminin, çağdaşlaşmanın bütün ulusça benimsendiği bir ülkede, hilafeti ve Osmanlıyı savunmak ancak böylesi demagojik ve şarlatanca söylem cambazlıklarıyla yapılabilirdi.

Şimdi Meriç'in kendini nasıl gerici ilan ettiğini, daha doğrusu gericiliğin çağdaç entelektüel bir teorisyeni olduğunu daha açık görelim:

Romancı, Tercüman gazetesi yazarı sağ ideolojinin önemli kişiliklerinden Ergun Göze'ye göre Cemil Meriç, her kesimden insanın kendisi için bir şeyler bulabildiğine ilişkin şu anlamlı notu düşer:

-1917-1925: Koyu müslümanlık devri, hacı, hoca olmak isterdim.

- 1925-1936: Şoven milliyetçilik.

- 1936-38: Sosyalistlik devri.

- 1938-1960: Araf diyebileceğim kuluçka devri.

- 1960-1964: Hint Devrimi.

- 1964'ten sonra sadece Osmanlıyım.

Bu bilgiyi, Meriç'in en sadık, onu en iyi anlayan, gerici fikirlerini benimseyen ve yücelten izleyicilerinden Mustafa Armağan aktarıyor, Düşüncenin Gökkuşağı: Cemil Meriç adlı kitabında. Ayrıca şu önemli bilgiyi de verelim. Mustafa Armağan, bütün makale ve kitaplarında görüldüğü gibi, yeminli bir Kemalizm düşmanıdır. Osmanlıcılığın en kararlı, en iddialı ve sistemli kuramcılarından ve sözcülerinden biridir.

KEMALİZM, ÇAĞDAŞLIK, AYDINLANMA VE İLERLEME KARŞITI, GERİCİ TEZLER...

Şimdi Meriç'in, çağdaş, laik ve halkçı Cumhuriyete karşı Osmanlıcılığını daha da netleştirelim. Çelişkili, tutarsız, derme çatma karşılaştırmalarla çağdaşlık karşıtı gerici bir tavrı o kadar pervasız savunuyor ki, şaşırmamak mümkün değil.

İnsan, bunca entelektüel birikime karşın, hâlâ Osmanlıcılığı, Kemalizm ve aydınlanma düşmanlığını sürdürüyor olmasını normal bir mantıkla anlayamıyor. Acaba gerisinde kişiliğini ve düşünce tarzını etkileyen ruhsal başka etkenler mi var demekten kendini alamıyor.

İşte o sorunlu ruhtaki gerici hezeyanın bir örneği: “Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. IV. Murat'a, Süleyman devrine dön! diye haykıran Koçi Bey'den Reşit Paşa'ya kadar Osmanlı Devletinin Bütün Islahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac, eserini iki ezeli hakikatin ışığında yazar: Kilise ve krallık. Dostoyevski, maziye aşık. Dante gerici, Balzac gerici. Dostoyevski gerici!” (Bu Ülke).

Örneklemelerden de anlaşılacğı gibi, “murdar bir hal” Cumhuriyet, “muhteşem mazi” Osmanlı oluyor. Burada, Koçi Bey'ın tavrı anahtar niteliğindedir. O, Osmanlının, çürüme ve çöküş sürecini eleştirirken, seçenek olarak Osmanlının 15. yüzyıla kadarki yükseliş/şahlanış devrine dönmeyi önerir. Tıpkı, İslamdaki yozlaşmaya karşı seçenek olarak “asrı saadet”e dönme önerisi gibi. Ama bunların gerçekleşmesinin, akılla mantıkla, vicdanla açıklanabilecek hiç bir şansı yoktur. Koçi Bey'in geriye dönük önerisi, o günün koşullarında, yeni bir çağın olgularını tam olarak göremediği için gerici bir tavırdan çok safça, romantikçe bir duyarlılıktır. Ama Meriç'in, iki yüzyıllık bir deneyimden sonra, tarihsel gelişmenin tamamen dışına çıkarak aynı mantıkla çağdaş gelişmelere karşı çıkıp Osmanlıya dönüşü savunması gericiliğin dik alası değil de nedir?

Cemil Meriç'in bütün çelişmeli, tutarsız, temelsiz ve sığ fikirlerinin odağını, Türk Devriminin, akla, bilime, özgürleşmeye dayanan gelişmelerin çerçevesini oluşturan Çağdaşlaşma ilkesine karşı tavrı oluşturuyor. Kemalist Devrim'in, Altı Ok'un ruhunu, devrimciliğin ve solculuğun yatağını oluşturan Çağdaşlaşmaya karşı çıkmak, aslında Kemalist Devrime, Cumhuriyete karşı çıkmaktır. Sağcılıktan öte gericiliktir.

Bu konuda bakın ne diyor Meriç:

'Çağdaşlaşmak', Avrupa'nınn yeni bir ihraç metaı, kokain ve LSD gibi. Şuuru felce uğratan bir zehir. Çağ-dışılık ithamı, iftiralaran en alçakcası, en abesi. Aynı çağda, muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlaşmak neden Hıristiyan Batı'nın putlarına perestiş [taparcasına sevme] olsun?”

Ve Meriç suretinde emperyalizmin ideoloğu Toynbee konuşuyor: “Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin” (Bu Ülke). Yoruma gerek yok sanırım...

Batı'nın, emperyalist, gerici yanına karşı aydınlanmacı, akılcı ve bilimi esas alan yanına sahip çıkan Jön Türklere, “Genç Osmanlılar Avrupa'nın Yeniçerileri” diyen, ve onları “1908'den beri bütün Türk aydınları memleketi batırmışlardır” (Kültürden İrfana) diye suçlayan mantık, Cumhuriyet karşıtı gerici tavrına, Üniversiteye karşı Medreseyi savunarak şu son noktayı koyuyor:

O [Saidi Nursi] konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentler köy, çağdaş uygarlık düzeyi (!) ile Anadolu, tereddütle inanç... karşıkarşıya geldi. Nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı'ya karşı Doğu'nun isyanı. Her risale bir çığlık, şuuraltının çığlığı” (Bu Ülke).

Sözde Batı'ya, çağdaşlaşmaya karşı çıkan Cemil Meriç'in, Batı'daki akıl ve bilim karşıtı gericiliğin postmodernizm olarak sahte bir parıltıyla ortaya çıkan söylemlerine sarılan şu sözleri ikiyüzlülük ve ibretlik örneği değil mi? “Üç kıtaya ferman dinleten bir ülkenin aydınları, Batı'yı tanımak zorunda değildiler. (...) Olgun bir medeniyetin toy bir medeniyete bakışı. Apayrı temeller üzerinde yükselen iki kültür. Tarih tek çizgi istikametinde gelişmez diyor Spengler. Her kültürün kendine mahsus bir ideası, hayatı, hissi ve ölümü vardır. Bir tek rakam mefhumu veya matematik ilmi yoktur, bir tek ruh kavramı ve psikoloji yoktur, bir tek felsefe ilmi veya modeli yoktur. Kaç kültür varsa, o kadar matematik, felsefe, psikoloji ve güzel sanatlar vardır.” (Ümrandan Uygarlığa).

Oysa, her şeyin evrenselleştiği, bütün ulusların ortaklaşabildiği modern çağda, günümüzde, bilim, sanat, matematik, felsefe evrenseldir. Farklı kültürlere göre değişmez. Bilimin, sanatın evrenselliğini reddeden, bu görececi bakışı bugün çok iyi tanıyoruz. Postmodern gerici kültürdür bu. Demek ki Meriç, bütün neoliberal veya muhafazakar gericiler, Türk Devrimine karşı çıktıkça fikri malzemelerini gerici Batı'dan devşiriyor; aydınlanmacı, devrimci Batı'dan değil. Ve eserlerinin her satırına sinmiş bu yakıcı gerçek, onun Batı karşıtlığına dayandırdığı düşünsel ekseninin çürük ve sahte olduğu gibi, gerçek düşünsel kimliğini de yansıtmamaktadır.

Türkiye'de bütüm Kemalizm, ulusal devrimci ve sosyalizm karşıtı fikirler, kaçamayacakları çağdaşlığın sahte kılıflarına bürünmek zorunda kaldılar. Bu kılıf, içeriği ne olursa olsun, devrimci, aydınlanmacı Batı'ya karşı gerici Batıyı içinde gizleyen, aslında emperyalist Batı'nın işbirlikçisi olan “Doğuculuk”tu. Böylece Batı'nın özellikle devrimci ve sosyalist olmayan, ama modern maskeli düşüncelerine sarıldılar. Bunların en başında ise, bilimi ve akılcılığı reddeden modern maskeli postmodernizm geliyordu. Sözde Batı karşıtı ve özde Kemalizm düşmanı Cemil Meriç ve benzerlerinin klasik numarası, halkın cehaletinden yararlanarak, ilerici Batı'ya karşı, gizlice gerici Batı'nın postmodern silahlarını kullanmaktı.

Sonuç olarak, Cemil Meriç'in bütün entelektüel uyanıklığı, çürüyen ve çökmekte olan Batı'nın postmodern gerici felsefe ve anlayışının iflasıyla sona eriyor.

 

Mehmet Ulusoy
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler