Karikatürümüzde özel bir kişilik: İbrahim Tapa
Çarşaf Karikatür Okulu’nun o haftaki ‘konuk usta karikatürcüsü’ İbrahim Tapa idi. İsmini öncesinde duyduğum İbrahim ağabeyle ilk karşılaşmam bu sayede oldu. Ayakkabı fırçasını andıran düzgün kuzguni bıyıkları, kalın camlı kara çerçeveli gözlükleriyle biz genç amatörlerle karikatürden konuşmaya, deneyimlerini aktarmaya gelmişti. İbrahim Tapa eğlenceli cinsellik karikatürlerinden getirmişti yanında. 19 yaşındaydım; hem amatör karikatürcüydüm hem de toy bir solcuydum. Bu karikatürleri “dünya görüşünü ele veren” kocaman bıyıklarıyla tezat görmüştüm: -Karikatür muhalif olmalıysa, bu çalışmalarınızda muhalefet nerede, diye sormuştum. İbrahim ağabey sanki biraz kızmış, fakat yine de ışıldayan sabırlı gözlerle bana bakıp: -Karikatürcü her konuda çizebilmeli. Sendika dergilerinde yayınlananları buraya getirmedim, diye yanıtlamıştı. İbrahim ağabeyin, sonradan çokça gördüğüm “sendika dergisi karikatürlerinden” biri, nedense özellikle aklımda yer etti. Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e, televizyonda dile getirdikleri eleştirel düşünceleri yüzünden haklarında dava açılınca çoğu çizer gibi ben de öfkelenmiştim. İbrahim Tapa’nın, aklımda iyi ki yer eden o karikatürden esinle iki çınar oyuncumuzu sırt sırta çizdim ve Yeni Gelen kültür-sanat dergisine gönderdim. Dergide yayınlandıktan sonra sosyal medyada paylaştığım bu çalışmamın altına şu notu yazdım: Yeni Gelen dergisinin, Ocak 2019 sayısının kapağında Metin Akpınar ve Müjdat Gezen var. Benim çizimim. Sevgili İbrahim Tapa’nın taa 70’li yıllarda çizdiği, aklımda kalan bir çalışmasından yararlandığımı söylemeliyim. Orada bir işçi ve köylü figürleri sırt sırta vermişlerdi. Ne zaman böyle “çukura” düşürüldüğümüzü hissetsem aklıma hep bu çalışma gelir. İbrahim ağabey bence haklıdır. Çukurdan çıkmanın tek bir yolu var; işçisi köylüsü, oyuncusu çizeri bütün toplum sırt sırta vermeli, sırtlanları yenmelidir. İbrahim Tapa’dan gelen yanıt ise şöyleydi: “Mustafa eline beynine bileğine sağlık, cuk oturmuş. Ben de sevindim, selamlar.” İbrahim ağabeyin sevinmesine çok çok mutlu olmuştum çünkü o günlerde ölümcül hastalığıyla boğuşuyordu. Yaşamaya bu kadar yakışan, bulunduğu ortamın neşe kaynağı bir insana erken sayılacak yaşta ölümü konduramıyorduk. Hepimiz moral vermeliydik, benim elimden o günlerde bu kadarı gelmişti. “Alnı ensesine kadar açılmış” ama sağlıklı günlerinde, onu henüz terk etmeyen beyaz saçlarını uzatmış, kalın siyah bıyıklarını kesip, yarısını sağ kaşına, yarısını sol kaşına katmış gibi duran yeni görüntüsüyle çok sempatik geliyordu gözümüze. “İbrahim ağabey seni kıskanıyorum. Ne yapsam şu memur görüntüsünden kurtulamıyorum. Fakat sen tepeden tırnağa tam bir karikatür sanatçısı gibi görünüyorsun” demiştim bir gün... Gülümsemiş; “Sağol” demişti… Son yıllarındaki bu görüntüsü bütün karikatürcüler için “fotojenik” bulunuyordu ki sayısız karikatürcü İbrahim ağabeyin portresini çizdi. ‘Karikatürü çizilen karikatürcü’ olarak rekorunun kolay kolay kırılabileceğini sanmıyorum. Seneler önceydi… Ölüm haberlerini bu kadar sık duymadığımız günlerde, kimin evinde, ne için toplanmıştık hatırlamıyorum, salondaki masada sohbet eden Erdoğan Bozok, Orhan Doğu ve İbrahim Tapa’ya kulak misafiri olmuştum. Orhan Doğu, karikatüre ait bütün birikiminin ölümünden sonra ziyan olacağından dem vuruyordu. İbrahim ağabey Orhan Doğu’yu aynen şöyle karşıladı: “İlgilenecek yerleri bulup şimdiden dağıtman lazım… İmamın kayığına binmeden…” “İmamın kayığı” benzetmesini, ne yalan söyleyeyim, o anda yadırgamıştım fakat onun, ölümle dalga geçen biri olduğunu gözlemleyecektim sonraları. Anmaya sayfaların yetmeyeceği İbrahim ağabey dâhil, yukarda ismini andığım ustalarımız, ne yazık ki imamın kayığına çoktan bindiler… Günü saati geldiğinde herkes gibi bu satırların yazarı da, ben diyeyim imamın kayığına, siz deyin “Sessiz Gemi’ye” binecek elbette… Hüner, ‘bir gemi dolusu’ güzel anı bırakmak limanda… Tıpkı, karikatürümüzün o özel kişiliği İbrahim Tapa gibi. Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com