Karanlık çağ
Tarih sonrası çağların dört büyük bölümünden biri olan Ortaçağ, koyu karanlığın hüküm sürdüğü bir dönemdir. İlkokulda genel hatlarıyla M.S. 375 dolaylarında başlayıp, 1453’te ya da kavimler göçüyle sona erdi diye öğretilse de -aslında günümüzde dahi etkisi görülen kalıcı özellikleriyle- devam eden kasvetli bir devirdir. Bunu farklı yerlerde, farklı coğrafyalarda görebiliyoruz… Konuyu daha anlaşılır kılmak için, önce çağ nedir sorusunu cevaplamak gerekir. Çağ, kapladığı devasa genişlikteki alan içinde, kendine özgü özellikler barındıran, başlangıç ve bitimi takvimle sınırlanan zamandır ve her çağ, değişim ya da yaşamı yenileyen gelişmelerle zayıf, miadını doldurmuş, önceki düzeni yok etmekle tarih sahnesindeki yerini alır. Ortaçağ öylesine karanlıktır ki hiçbir dönem, hiçbir yüzyıl ve yıllarda, bu çağ kadar insanı ezen, başkalaştıran, ayrıştıran başka bir dönem olmamıştır. Kabus olup çökmüştür üzerimize… Bugün hala ondan kalma köhnemiş düşünceleriyle düşünüyor, inançlarıyla inanıyoruz. Zihnimiz, davranışlarımız hala çok yerde onun bıraktığı mirasla şekilleniyor. Ortadoğu kaynaklı semavi dinlerin dünyanın dört bir yanına hızla –kimi zaman kılıçla, kiminde tebliğle- yayıldığı dönemdir bu. Kilise, sinagog, cami, pagoda vb. yaşamı düzenler, sevk ve idare ederler. Toplum, kişiler, çalışanlar, kadınlar ve çocuklar, dinlerin belirlediği doktrinler doğrultusunda yaşamaya zorlanırlar… Büyü, cadı, efsane gibi uydurmalarla insanların yakıldığı; kıyamet, cennet, cehennemle korkutulduğu; bilimle uğraşanların cezalandırıldığı, dogmalar dışında bir şeyin kabul görmediği dönemdir bu… Tarikat, cemaat ve benzer yapılanmalar bu dönemin ürünüdürler ve her tarafa yayılarak yaşama müdahale ederler. Bağnazlık ve yobazlık bu dönemde şekillenir. Kadınların itildiği, cadılaştırıldığı, kirletildiği dönemdir bu. Oluşturulan kültür, kadını, çocukları, zayıf olanı duvarlar arasına kapatma üzerine kurulur. Din görevlileri eğitimin merkezindedirler. Manastır, medrese, sinagog ve pagodalar ise birer okuldurlar. Papaz, imam, haham, keşişler ise Tanrının temsilcileri olarak ayrıcalığa sahip öğreticilerdir. Ve böylece dinsel monarşi hiç olmadığı kadar en üst noktaya ulaşarak yaşamın içindeki yerini alır.. Akıl yoluyla bir şeyi tartışmak olası değildir, çünkü her şey sabittir, bellidir, sınırları önceden çizilmiştir. Bir şeyin doğru olup olmadığına yönelik kanıtlar ileri sürülemez… Öyle bir dönemdir ki bu, en alttaki zayıf biri, kendisini en güçlüye yakın görmüş, efendisiz yapamayacak kadar, bir zincirin halkaları gibi bağımlı hale getirmiştir ve böylece üstteki yarattık çok sayıda engel yoluyla aşağıdakini kontrol edebilmiştir… Karanlık ve kasvetli düzenlerin çeşitli kuralları vardır; bunları tartışmak, tutarsız olduklarını ileri sürmek suç olabileceğinden dolayı, aşağıdakine kabul etmek dışında seçenek bırakılmaz. İçinden karşı gelmek geçse bile onu kapıda bırakacaksın, kuşkularını ifade etmeyeceksin ve tapınağa ellerini yıkayarak gireceksin. Yağmacılığın zirve yaptığı, tarım alanlarının, toprağın işgal edildiği, tarımdan iklime kadar kıtlık, kuraklık, salgın hastalıklar, veba, bakteriler, iyi beslenemeyen insanların çağıdır ortaçağ. Efendilerin hakim olduğu bir üretim sistemi vardır ve yönetim mülk sahibine aittir. Hiyerarşi, düzen, kültür, dünyaya bakış açısını mülk sahibi oluşturur. Köylü ve ötekiler efendinin sadık çalışanlarıdır. Vergi, fidye, haraç, vs. efendiye aittir. Hatta bakireler üzerinde evlilik öncesi ilk ilişkinin hak sahibi olduğunu iddia edecek kadar ölçüsüzdürler… Yargılama sistemi vardı ama adalet, yasa egemenin iki dudağı arasındaydı ve efendinin çıkarları çerçevesinde tekrarlanan işlevden öteye geçmezdi. Sınırlar bu dönemde ortaya çıkmıştır. Tarla sınırı, bahçe sınırı… Bölge, eyalet, devlet sınırları… Bir hat belirlenir, bu hattın ötesine berisine geçiş yasağı konulurdu… Bu davranış biçimi günümüz sınırlarının temelini oluşturmuştur. Kaleler, surlar, bentler inşa edilmiş, insanlık yalıtılmıştır. Din, savaşların nedeni haline getirilir ve bu dönemde kanlı savaşlar sıkça görülür. Birçok yerli halkın asimile edilmesi, kıyım, katliam, Haçlı seferleri, Moğol saldırıları, İslam akınları bu döneme rastlar. Vandallık, haydutluk vs. övgü alan davranışlar olmuştur. Kütüphaneler, eğitim kurumları yakılmış yıkılmış, hatta çanak çömlek üretiminin dahi ortadan kaldırıldığı dönem olmuştur ortaçağ. Hanedanlığı kayırma, çevresini ve akrabalarını yükseltme, yönetimde yer verme, bu dönemde belirir ve beceri ya da yetenek aranmamıştır. Bu çağın bize bıraktığı miras, hayallerimizin ötesinde karanlık izler taşır. Dinler, mistik inanışlar ve feodal yönetimlerin temsilcileri, insanı labirentin içine sürüklemiş, düzeni geniş kitlelerin yararına değil zararına olacak şekilde ustaca biçimlendirmişlerdir. Coğrafi dağılımlara baktığımız zaman, burada veya her hangi bir yerde gelişmeye, ilerlemeye hiçbir katkısı olmayan benzer uygulamalar görebiliyoruz… Daha net söylemek gerekirse, bu çağın bıraktığı etki bizi hala tutsak edebilmektedir. Şaşırtıcı bir çağdır bu… Her şey yaratıcının buyruğuyla, yüce yasanın emriyle ve tümüyle bilginin, bilimin ilgi alanı dışında hayat bulmuştur. Sonuç olarak, ortaçağın karanlığını sorgulamak önemli bir konudur, çünkü zihinsel durumumuz bu çağın sarkıtlarından silkindiği ölçüde kendini ifade edebilir. İdeallerimizi yok etmiş, geçiş köprülerimizi yıkmış, bizi boşluğa itmiş bu yapıdan kurtulmak, daha bağımsız çağlara yelken açmak için gereklidir. Konfüçyüs’ün ünlü sözlerinden biriyle bitirelim: “Sürekli arkana bakma, o tarafa gitmeyeceksin.” Haydar UzunyaylaÇAĞ NE DEMEK?
ORTAÇAĞ KARANLIĞI
ORTADOĞU KAYNAKLI SEMAVİ DİNLER
FEODAL İLİŞKİ TARZI EKONOMİNİN TEMELİDİR
SINIRLARIN ORTAYA ÇIKIŞI
FEODAL ÇAĞIN KARANLIK MİRASI
Gerçekedebiyat.com