Domatesler ve faşizm
Çok kişisel şeyleri
dile getirmeyle pek ilgilenmem ama dün sokağın başındaki markete
gittim ve bir gün önce kilosunu 30 liradan aldığım aynı
domatesi 35 liradan aldım. Bu gelişme bir trajedidir aslında…
Günlük enflasyon, derinleşen yoksulluk, işsizlik, yerlerde
sürünen alım gücü, kimi zaman saat başı artan fiyatlar, yarın
daha da yükselir endişesiyle günlük gıda ihtiyacının üç
katını şimdiden yüklenip giden garip emekliler, sefalette
dönüşmüş eğitim, sallantılı gelecek ve daha birçok şey ve
bütün bunlara karşılık enflasyon oranında artmayan ücretler…
(Aslında doğal olarak çalışanların ücretleri de günlük
olarak artmalı ve ödemeler de 30 günde bir değil, her iş gününün
sonunda enflasyon oranında yapılmalıdır…)
Elimde domateslerimle eve
geliyorum ve duvarlar arasında başka bir trajediye karşılaşıyorum.
Televizyonun haber kanallarında, gazetelerde, çeşitli medya
mecralarında, kısacası gözlerin ulaşabildiği, kulakların
duyabildiği hemen her yerde, bizi yönlendirme becerilerine yabancı
olmadığımız birileri, nazi medya görevlisi Alfred Rosenberg’i*
anımsatırcasına ateşli cümlelerle konuşuyorlar. Tıpkı
yükselen enflasyon, artan fiyatlar gibi canımızdan bezdiriyorlar…
Kendilerine verilen görevleri veya içine itildikleri
alışkanlıkların gereğini yapma bilinçdışılığı içinde,
kusursuz birer tacizci, yalancı, kusursuz birer kışkırtıcı, her
şeye efendi olmak gibi kibir ve üstünlük içinde, ellerinde
sopalar, bakışlarında karanlık, dillerinde öfke ve nefretle,
uydurmalar üzerinden otoriteye yaranmaya çalışıyorlar ve bundan
zerre utanç duymuyorlar. Ve adlarınınn önünde birkaç sözcükle
uzayıp giden ünvanlara rağmen bilgelikten uzak, görgüsüz ve
cahiller… Soru şudur: Toplumda
yıkıma ve ayrışmaya yol açıp yığınları şekillendiren bu
habis tiplerle nasıl yaşamalıyız? İnsanın en düşük, en
bayağı yanlarından biri komşu karşıtlığını inşa etmektir.
Bu aynı zamanda bozulmanın, hatta en yakın iki arkadaşın
birbirlerini yok etmenin başlangıcı olabiliyor ve bu işi
günümüzde en iyi şekilde siyaset ve kurumları ve onların
görevlileri yapmaktadır. Çünkü onlar her şeyden pay elde etme
peşindeler. Fitne fesat vazgeçilmezleri arasındadır ve bu konuda
olağanüstü yeteneğe sahiptirler. Öylesine şeytanidirler ki
içimizde en temiz, en aklıselim olanlara bile kötülük
yaptırabilirler. Bundan dolayı kimse benden komşu karşıtlığı
üreten şeytani birine saygı ve kıymet vermemi beklemesin.
Şeytan, yanındakini de
şeytanlaştırır… Eğer şeytani niteliklere sahip birilerini
tanıma fırsatı elde ettiyseniz, bir şekilde onların sinsilik,
ikiyüzlülük, şiddet ve yoldan çıkarma dolu olduklarını
görmüşsünüzdür. Kötü ve aç gözlüdürler… Mutlak şekilde
sevgi ve iyi ilişkilerden uzak bir çocukluk geçirmişlerdir;
sorunlu bir aile, sorunlu bir ebeveyn, sorunlu bir çevre, eğitim ve
tarih sarmalı içinde büyümüşlerdir ve bu da onlarda kusurlu
kişiliğe neden olmuştur. (Kusur kendi iç bünyenizde
habisleşmişse, kişiliğiniz daha sorunlu olur ve doğal olarak
yıkıma hizmet eder…) ******* Her sorun aklın
işlevselliğiyle çözülür… Yukarıda sorduğumuz “Habis
tiplerle nasıl yaşamalıyız?.” sorusunun cevabını da vahiy
veya birilerinin hezeyanlarında, hastalıklı kerametlerinde değil,
kendi içimizde, kendi kararlı gözlem ve sorgularımızda
bulabiliriz. Önce kararlılık… Çünkü insan belirsizlik
içindeyken hayatı kontrol edemez. İkincisi: Habis türün sahip
olduğu amaç ve hedeflerin tersi bir yol üzerinden yürümek…
Bunlar ve daha başka öneriler, hem donmuşluğumuza hem de herhangi
bir yerde, herhangi bir zamanda başımıza bir musibet gelebilir
korkusu ile hakim güce duyduğumuz kararsızlığımızı gidermeye
yardımcı olur. Dip not:** Alfred
Rosenberg ilk başta -partinin kuruluşu ve örgütlenmesi
aşamasında- nazilerin en iyi resmi ideologu, en ateşli
propagandacısıydı. Hatta Hitler tutuklandığında hareketin
liderliğini ona devretmişti. Ancak sonraki yıllarda safkan aryan
kanı taşımadığı, yarı Yahudi olduğu savı ve “Übermensch
(üstinsan)…” niteliklerini göstermediği gerekçesiyle, Hitler
tarafından yeterli ölçüde onay göremedi… Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com














