Bir çorba askıda
“Elhamdülillah” çekerek arkasına yaslandı. Bol gömleğinin gizleyemediği göbeğini usul usul ovdu. Yemeği fazla kaçırmıştı. Yine de hoşnut olduğunu ele veriyordu, ışıl ışıl gözleri ve al al yanakları. Sakalını sıvazladı. Eli kahve fincanına uzanırken “ver bakalım bir gâvur cıgarası” dedi oğluna. Aynı anda gözü kapıya ilişti. Elinden tuttuğu oğluyla kapıcısı girdi içeriye. Onları karısıyla kızı izledi. Küçük oğlu kucağındaydı hamile kadının. Başı örtülü, topuğuna dek mantolu kadının gözleri yer-deydi. Büyük çocuklar meraklı ve ivecen, kapıcı ise çekingen ve tedirgin. Masaları tarayan bakışları onlara takıldı. İki çocuğunu sürükleyerek yaklaştı. Önce kendisi, ardından çocukları eğilip Hacı’nın elini öptüler. “Öpeyim Hacı Emmi” dedi kapıcı eğilirken; “estağfurullah” dedi Hacı elini uzatırken, “açgözlü nankör, beleş çorbanın kokusunu ne çabuk da aldın” diye düşündü. Kapıcıyla tartışması geldi aklına. Kafalarını okşayıp sevdi çocukları el öperlerken, “bu yavrulara şükret sen” diye ekledi. Kapıcının karısı da yedi aylık göbeğine ve kucağındaki bebeğe aldırmadan hacının elini öpmeye eğildi. Elini hızla çekip göğsüne götürdü bu kez Hacı. Kapıcı masadakileri selamlayarak geri geri gitti. Aile salonunun bulunduğu üst kat merdivenlerine yöneldi. Karısıyla çocukları da peşine düştü. Hacı’nın, sahibi ve yöneticisi olduğu apartmanın kapıcı-sıydı. Bir sabah, sendika yöneticisiyle Hacı’nın kapısına dayanmıştı. Yok, sigorta, yok, sendika… Kafasının tası atmış, kapıcıyı kovma noktasına gelmişti. Neyse ki karısı, çocuklarını anımsatarak öfkesini acımaya dönüştürmeyi başarmıştı. Yönetim Kurulu Başkanı oğlunun verdiği yemeğin onur konuğuydu. Holdingin içkisiz lokanta zincirinin deniz kıyısındaki şubesinde. Lokanta dolup taşıyordu. Kasa başındaki tesettürlü kız bile -istenmedikçe fiş yazmamasına karşın- yorgun düşüyordu kapanışta. Yeni başlatılan “bir çorba askıda kampanyası”yla yoğunluk enikonu artmıştı. Kampanya, gücü yetenlerin yoksullara yardımını amaçlıyordu. Dileyenler, yemek ısmarlarken “bir çorba askıda” diyerek bir veya daha çok çorbanın parasını ödüyor, yoksullar ücretsiz içip karnını doyuruyordu. Hacı, masada bulunan konuk sayısının iki katı çorbayı “askıda” ısmarlamıştı. Kampanyayı düşününce duygulandı. Düşüncesi onlara kayınca üç oğluna kaçamak birer bakış fırlattı; gururlandı, yüreği kabardı. Ondan devraldıkları marangoz işliğini kısa zamanda dev bir holdinge dönüştürmüşlerdi. Ortakları akrabalardan, yönetici ve çalışanları inançlı kişilerden seçmişlerdi. Maşallah, dedi içinden, çaktırmadan masanın ayağına üç kez vurdu. Parmak uçlarını dudaklarına götürerek geğirdi, “elhamdülillah” dedi masadakilerin işitebileceği bir sesle. Yemeği sürdüren son birkaç konuk da bunu bir ileti olarak algıladı, “elhamdülillah” diyerek sofradan el çektiler. Sigarasından çektiği derin soluğu duman olarak ağız ve burnundan salarken, konukların yüzlerinde gezdirdi gözlerini. Kulak kesilmişler, oğlunun “merhamet ve yoksullara yardım” konusundaki konuşmasını dinliyorlardı. Gururlandı. Düşünceye daldı. Bir şunlara bak, bir de şu akılsıza. Yahu kardeşim, sen gariban bir kapıcısın. Üç çocuk, bir tane de yolda. Ücretine bir ücret zam yapsam, sen bu lokantada yemek yiyebilir misin? Hem de beş boğazla. De ki bir defa yedin, bütün ay aç kalmaz mısın? Seni sigorta, senduka mı bakacak? Bak, bu kampanya sayesinde benimle aynı lokantada yemek yiyorsun. Üstelik hayırseverlerin yardımıyla her gün yiyebilirsin. Bunu ben bile yapamazdım, evlatlarımın lokantası olmasaydı, öyle değil mi? Oturduğun kendi evin gibi. Kira yok, yakıt yok. İndiriveriyon çengeli, elektrik parası yok. Su dersen, kaloriferin ortak suyundan. Kalorifer dedim de aklıma geldi: ulan kalorifer elektriğine kim para veriyor ki ben vereyim! Çengeli indirip takıyorsun diye şantaj yapacaksın bana neredeyse. Her lafı ona getiriyorsun, nankör! Her kötülüğün başı cahillik, arkadaş! Cahillik akılsızlıktır zaten. Bu benim oğlan da komanistti üniversitedeyken. O zaman da senin gibileri düşünüyordu, şimdi de. Sen ondan akıllı mısın? Bak doğru yolu buldu, nerelere geldi. Allah vermediyse zorla mı alacan, deyyus? İnsan dediğin, Allah’ın verdiği aklı kullanacak biraz. Kendinden önce, vatanı, milleti düşünecek. Nedir bu milleti bunca yıldır bir arada tutan? İmanıdır, örfüdür, âdetidir, öyle değil mi? İslam’ın da, Türklüğün de düşmanı çok. Gavur boş durur mu hiç? Durmaz! Dün boş durdu mu? Durmadı! Ne yaptı etti, koca Osmanlı’yı parçalamadı mı? Parçaladı! Peki, nasıl yaptı bunu? Nifak sokarak, birbirine düşürerek, kardeş kavgası çıkararak… Sonra ne yaptı? Gözünü bu ülkeye dikti. Kendi çıkarı için kapitalizmi kabul ettirdi bize. Nedir kapitalizim? Herkes kendi başının çaresine baksın, altta kalanın canı çıksın! Öyle değil mi? Ne olur bunun sonucunda? Biri yer biri bakar… Gâvur bunu bilmiyor mu? Biliyor tabii. Nitekim kıyamet kopmakta gecikmedi. Komanizmi, sosyalizmi, solculuğu soktular içimize. Karşısına da sağcılığı. Al sana kardeş kavgası! Yok sendukaydı, yok gırevdi, yok düzen değişikliğiydi, gençler birbirini kırmaya başladı. Asker el koydu sonunda. Kan durdu durmasına ama her şey daha da karıştı. Kurunun yanında yaş da yandı. Gâvur uşaklarının yanında Müslüman evladı da zulüm gördü. Bu kampanya mühim, oğlum! Hem de, senin gibi akıl-sızların sandığından fazla. Üstelik bununla da bitmiyor. Başka hayırseverlerin kimi yiyecek dağıtıyor, kimi yiyecek. Hükümetimiz kömür, belediyelerimiz patates, soğan derken, komşusu açken kimse tok yatmıyor. Hani derler ya, bundan alası Şam’da kayısı!.. Münafıklar boş durmuyor yine. Milleti faiz haramıyla zehirlediler, bankaları hortumladılar. Şimdi kalkmış Müslüman halkın holdinglerini karalıyorlar. Yok, gurbetçilerden para toplamışmış, yok yüksek kar vaat etmişmiş. Hepsi Mason, Siyonist iftirası! Müslüman dayanışmasını çekemeyen, milletçe güçlenmemizi istemeyen gâvurların martavalları bunlar… “Ne dedin oğlum? Namaz vakti mi? Hay Allah! Dalmışım. Haydi namaza, Allah kabul etsin!” Hep birlikte çıktılar. Ezan okunuyordu. Geç kalmamak için elli adım ötedeki büyük camiye değil, tersi yönde, on adım ötedekine yöneldiler. Bu camiye pek gitmezdi hacı. İmamı da, cemaatinin çoğunluğu da başka mezheptendi. Hacı önde, diğerleri arkasında saf tuttular. Selam sırasında gözü kapıcıya ilişti. Arsızca gülümsedi kapıcı ona “burada seni borun ötmez pinti hacı” gibisinden. Öfkelendi Hacı. “Burada da mı? Ulan, yerini bulmuşsun ya, tövbe, tövbe” diye söylendi. Ardından doksan dokuzluk tespihiyle “estağfurullah” çekmeye başladı, kapıcı otuzüçlük tespihiyle “elhamdülillah” çekerken. (2007) Ali Günay
Gerçek Edebiyat