Son Dakika

aligunay-gercek-edebiyat.jpg


Oyuncu, edebiyatçı (şair, yazar, çevirmen) Ülkü Tamer anılarını topladığı kitaba Yaşamak Hatırlamaktır adını vermiş. Böylece anımsamayı yaşamakla eşdeğer tutmuş adeta. Bir de “hafıza i beşer nisyan (unutmak) ile maluldür” diye bir ünlü söz var. Bundan yola çıkılarak “yaşamak anımsamaksa, unutmak da ölümdür” çıkarsaması yapılmamalı. Tersine bazı şeyleri unutmak, akıl sağlığını korumak bakımından yararlı da olabilir. Her an her şeyi anımsamak yaşamı çekilmez duruma getirebilir. Ancak bu, anımsamanın yaşamı anlamlı kılan unsurlardan biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Yaşamın iki karşıt gerçeği olan unutmak ve anımsamak dendiğinde ilk akla gelen şey ise bellek olsa gerek.

Nedir bellek?

Bellek, ya da eski deyişle hafıza, beynin zihinsel işlevlerinin ana deposu gibidir. İşlevinin, duyu, duygu ve düşüncelerle elde edilen her türlü bilgiyi, ayrıştırma, sınıflandırma, ilişkilendirme, birleştirme, bağdaştırma ve saklama, gerektiğinde ortaya çıkarma veya silme olduğu söylenebilir. Ancak işleyişi şaşırtıcı ölçüde karmaşık, kimi zaman çelişkili ve/ya anlaşılması güçtür. Belleğin de kör noktaları, kara delikleri, karanlık alanları var gibidir.

Buraya dek sözünü ettiğimiz bireysel/kişisel bellektir. Daha az karmaşık gibi görünen toplumsal bellek, bireysel belleklerin değil, ortak alanlarının bileşkesi gibi durmaktadır, ancak toplamlarından çok daha fazlasıdır. Toplumsal bellek, bireysel belleklerden beslenip etkilense de, bazı konularda bireysel belleklerin oluşumunda belirleyici işlevi olabilmektedir. Bireysel belleğe göre karmaşık olan, toplumsal belleğin kendisi değil, oluşum, etkilenim ve değişim sürecidir. Bu, insan ömrünü aşan, kuşakları kapsayan tarihsel bir süreçtir de.

Bireysel bellek öz(n)eldir, topluma ve toplumsal belleğe olası etkisi/katkısı dışında, kişiyi ve ilişkide olduğu çevreyi ilgilendirir. Edebiyattaki yeri ise kişinin bir edebiyat metninin yaratıcısı veya öznesi olması durumuyla sınırlıdır. Yazarın, şairin belleğinin, edebiyat yapıtı üretiminde temel işlev gördüğü açıktır. Yapıt öznesi kişilerin belleği ise (yaşam öyküleri, söyleşi ve belgeseller dışında) yazarın şekillendirdiği kurgusal birer bellektir.

Edebiyatın, sanatın, tarih ve siyasetin ağırlıklı ilgi alanı, toplumların ve bireylerin yaşamında belirleyici önemi ve etkisi olan, anonim nitelikteki toplumsal bellektir. Bu, toplumun tarihinden uygarlığına, gelenek, görenek ve kültürüne dek uzun yıllar birlikte yaşamanın oluşturduğu, toplumun dokusuna, genlerine işlemiş bir bellektir. Bireysel bellek, çoğunlukla sınırlı ve sözlü olarak sonraki kuşaklara -genellikle zayıflayarak- aktarılırken, toplumsal bellek hem sözlü, hem daha çok yazılı olarak kuşaktan kuşağa zenginleşerek akar. Bu nedenle daha kalıcıdır ve toplumsal yapı ve yaşam tarzını düzenleme, koruma veya değiştirme bakımından çok daha önemli ve etkilidir. Ancak, tam da bu nedenle, bireysel bellek kısmen, toplumsal bellek ise sınırsızca -olumlu ve/ya olumsuz- müdahalelerle karşı karşıya kalır.

Bireysel belleğin, içine aldıklarını bir tür süzgeçten geçirerek sınıflandırdığı, kimilerini kalıcı, kimilerini uzun veya kısa süre alıkoyduğu; bir bölümünü ise hemen veya zaman içinde sildiği bilinmektedir. Bu eleme genellikle kişiyi koruyucu, ruh sağlığını tehdit eden, dengesini bozan veya rahatsızlık veren unsurları ayıklayarak sağaltıcı işlev gördüğü söylenebilir. Bunun günlük dildeki tanımı “unutmak”tır. Bu anlamda unutmak bireysel, istemsiz, masum ve genellikle yararlı bir olaydır.

Söz konusu toplumsal bellek olunca, kendiliğindenlik de, masumiyet de ortadan kalkar, yararlılık ise tartışmalı bir duruma gelir. Çünkü toplumsal bellek türlü neden ve amaçlarla müdahalelere uğratılır; denetlenmeye, silme ve eklemelerle değiştirilmeye ve/ya yeniden oluşturulmaya çalışılır. Kuşkusuz o toplumu oluşturanların bireysel bellekleri de bundan şu ya da bu ölçüde etkilenir. Müdahaleler sürekli olmakla birlikte, toplumların tarihsel yürüyüşündeki kırılma ve dönüm noktalarında çok daha net ve yoğun olarak ortaya çıkar. Örneğin savaşlarda, saldırı ve/ya işgale direnişte, başka bir toplumun boyunduruğundan kurtulma ve bağımsız devlet oluşturma; devrim, karşıdevrim, darbe, iç savaş, bölünme gibi dönemler böyledir. İlk bölümde belirttiğimiz dönemlerdeki müdahaleler, toplumu örgütleme, kaynaştırıp kenetleme ve eyleme geçirme, kurtuluş ve kuruluşu hızlandırma doğrultusunda yarar sağlayabilir. Ancak, daha sonra yeni bir toplumsal düzen kurma, egemen sınıf ve siyasi temsilcilerinin erklerini koruma, sürdürme ve pekiştirme aşamasında toplumsal bellekle oynamalar farklı amaç ve sonuçlara yönelir. George Orwell’ın 1984 romanındaki gibi geçmişi saptırmaya, belge değiştirmeye, “devlet sırrı” adı altında belge ve gerçekleri gizlemeye, yerine düzmece bilgilere yer vermeye dayalı resmi tarih oluşturulup benimsetilmeye çalışılır. Başta eğitim olmak üzere, yazılı, sözlü, görsel her türlü araçla amaca uygun bir toplumsal bellek oluşturma ve olabilecek en geniş kitleyi buna ortak etme hedeflenir. Bu, aynı zamanda hem algı operasyonudur hem de ileride gereksinilecek algı yaratma, yönlendirme ve saptırmalara altyapı hazırlamadır. Belleği ele geçirme ve biçimlendirme toplumu güdümlemenin gerekli koşullarından biridir aynı zamanda.

Bu bağlamda tarihin özel bir önemi ve işlevi vardır. Çünkü toplumsal belleğin başat yazılı depolarından biri de tarihtir. Bu nedenle en fazla tarihle oynanır. Örneğin yenilgiler, başarısızlıklar, geri kalmışlıklar gizlenir veya küçültülür. Buna karşılık zaferler, başarılar abartılır. Her yenilginin başkasının zaferi, her zaferinse başkasının felaketi olduğu gerçeği göz ardı edilir. Başkaları yüzünden uğranılan haksızlıklar, zulümler, çekilen acılar belleklerde hep canlı tutulmaya çalışılır. Başkalarına yapılan kötülükler, zulümler, çektirilen acılar ise ya inkâr edilir veya unutturulmaya çaba gösterilir hatta çoğu zaman mağdurlar suçlu gösterilir.

Her şeye karşın, yaratılan mitler, gizlenen ve/ya değiştirilen gerçekler, silinen, unutturulan tarihsel bilgiler, yok edilen “hafıza mekânları” vs. gelecek kuşaklar arasında anlaşmazlıklara, tartışmalara hatta çatışmalara neden olarak ileride toplumun karşısın çıkar. Çünkü gerçeklerin, önünde sonunda ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bunun önemli nedenlerinden biri, tüm toplumlarda alttan alta süren bir de “illegal bellek” bulunmasıdır. Resmi ideolojiye karşıt olan edebiyat, sanat ve kültür ürünleri bir anlamda illegal belleğe yardım ve yataklık eder. Gizlenen, unutturulmak istenen, değiştirilen veya saptırılan gerçekler, zamanı gelince ortaya çıkmak üzere bu tür yapıtlarda saklanma olanağı bulur. Çoğu zaman anı, belgesel ve günceler doğrudan, diğer yapıtlar dolaylı olarak bu işlevi görür. Kuşkusuz bu tür ürünlerin de, bilerek veya bilmeyerek aldatıcı sanal gerçeklikler yaratma yoluyla bilinç ve bellek saptırma olasılığı vardır. Hatta iktidarların güdümünde, edebiyatı, sanatı, kültürü “toplum mühendisliğinin aracı” olarak kullandıranlar da olabilmektedir. Siyasal erkle ilişkileri ne olursa olsun, “kuşa bak” örneği ürünlerin egemenlerce desteklenmesi, üreticilerinin ünlü, ürünlerin “çoksatar” oldurulması da rastlantı olmasa gerek.  

Şunu da belirtmek gerekir ki, sanatın, edebiyatın “illegal bellek” işlevi görmesi, gizlenen ve/ya unutturulmak istenenlerin bir tür gizli arşivi olması, bunu amaç edindiğinden veya “durumdan vazife çıkarmasından” değil, doğal muhalif yapısından kaynaklanmaktadır. Sanata, edebiyata bu işlevleri bir görev olarak yüklemek de, bu “kendiliğinden” işlevleri nedeniyle suçlamaya, kısıtlamaya ve/ya baskı altına almaya kalkışmak da haksızlık olur.

Herhangi bir yolla siyasal erki ele geçirenler düzeni kökten değiştirme amacı taşıyorlarsa, ideolojilerine uygun yeni insan ve yeni toplum oluşturma doğrultusunda bellek değiştirme çalışmalarına da girişirler. Bu çalışmalar başlangıçta, eski düzenin dayanaklarından olan, belleğe yerleş(tiril)miş mitleri, unutturulmuş, gizlenmiş, uydurulmuş ya da saptırılmış gerçekleri ortaya çıkarıp sergileyebilir, böylece eskinin ipliğini pazara çıkarabilir ve bu anlamda olumlu sayılabilecek işlev görebilir. Ama ne yazık ki, kendi amacı doğrultusunda gen değişikliği yaparken yalnızca kötü genleri ayıklayıp yerine iyilerini koymaz. İşine gelen kötü genleri korurken bazı iyilerini de yok edebilir ve yerlerine kötülerini koyabilir. Böylece GDO’lu ve “belleği karışık” hatta bazı konularda alzaymırlı bir toplum oluşumuna yol açabilir. “Eski” düzeni yıkıp yerine “yeni” bir düzen inşa etmek isteyenlerin ideolojisi tarihsel olarak aşılmışsa ve yeniden canlandırılmak isteniyorsa bu bir geri dönüşü ifade eder ve çağa uyum göstermesi çok güçtür. Bu nedenle ona uygun bellek canlandırmaları bir ölçüde başarı sağlasa da uygulama önünde sonunda yaşamla çatışacak ve tarihsel akışın seline kapılarak yıkılıp sürüklenecektir.

İşte “hayatı taklit eder” denilen edebiyat bu süreçlerin de tanığı ve dolayımlı kayıtçısıdır. Diğer kültür sanat ürünleriyle birlikte bir anlamda “belleğin belleği”dir.     

Bireyseliyle, toplumsalıyla bellek, edebiyatın ilgi alanına girmenin çok ötesinde, edebiyatla iç içe, çok yönlü alışveriş ve etkileşim içindedir. Yazarların, şairlerin öncelikle bir bilince ve güçlü bir belleğe gereksinimi vardır. Edebiyatın can damarlarından bilinç ve bilinç akışı da bellek türevlerindendir. Bireysel bir edim olarak edebiyat bireysel bellek ürünü sayılmakla birlikte toplumsal bellekten bağımsız değildir, ikisi birleşik kaplar gibi geçişkendir. Bu bağlamda denebilir ki bellek, edebiyatın doğduğu kaynaktır. Buradan doğan edebiyat başka alanlardan da beslenir ve güçlenerek akar. Bu “akarsu”nun suyu ise dildir, sözcüklerdir. Gücü, debisi; duruluğu veya bulanıklığı; temizliği veya kirliliği ise doğduğu ve beslendiği kaynaklara bağlıdır.

Bellek ve edebiyat, bulut ile yağmur gibidir. Tıpkı buluttan yağan yağmurun buharlaşıp yeniden bulutu oluşturması gibi, bellekten doğan edebiyat da dönüp belleği besler, yeniden oluşup şekillenmesinde işlev görür.

Ali Günay
(Deliler Teknesi, N. 58)
Gerçek Eedebiya

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler