Benim gerçek adım “Mö” olsa gerek. Çünkü annem “Mööö” diye çağırırdı beni, uzatarak. Ben de bu çağrıyı alınca hemen koşardım; bilirdim ki -bana bıraktığınız kadar- süt beklemektedir beni memelerinde.
Kendi kendime konuştuğuma bakıp beni “deli dana” sanmayın ha! Aslında ben sizinle konuşuyorum ama kendi dilimde. ‘Deli danalar gibi ne bağırıyor bu mübarek hayvan?’ diyorsunuzdur. Anlamıyorsunuz tabii. Olsun, ben yine de söyleyeyim.
Siz insanlar -çocuklar dışında- beni gerçek adım olan “Mö” diye çağırmıyorsunuz, bir türlü de bir adda karar kılmıyorsunuz. Önce yavru veya buzağı dediniz, sonra dana, tosun. Biraz daha büyüyünce bir süre boğa dediniz sonra da öküz. Adımı son kez değiştirmeden önce birkaç kez unutulmaz dakikalar yaşattınız; başıma gelecekleri bildiğiniz için olsa gerek. Sonra o inekleri ne denli özledimse de bir daha göstermediniz. Bir süre sonra da çocuklarınızı bağırta bağırta sünnet ettirdiğinize benzer bir şey yaptınız bana. Canım çok yandı. Çocuklarınız sünnet olunca erkek oluyorlar ya, ben o şeyden sonra erkeklikten çıktım galiba. Artık inekler beni ilgilendirmez oldu. Üstelik onlarla tarla sürmek için çift olmaya başladık.
Yaratılmışların en hayırlısı ve en üstünü olan siz insanların yaptıklarını sorgulamak bana düşmez ama ortak adımız “sığır” pek hoşuma gitmiyor; kaba, aptal, avanak anlamına birbirinize de yakıştırdığınız oluyor çünkü. “Öküz” de öyle. Boğa, azgınlık, kızgınlık hatta saldırganlık çağrıştırsa da güçlülük de ifade ediyor gibi. Bu nedenle biraz daha hoş geliyor kulağa. Tosun güzel; sizin de bu adı çocuklarınıza koyduğunuz oluyor, ya da adı başka olsa da erkek çocuklarınızı “tosunum” diye sevdiğiniz oluyor. İyi mi kötü mü bilmem, bir zamanlar bir büyüğünüz genç yandaşlarına “tosuncuk” diyormuş. Ben yine de “Mö”yü yeğlerim. Anadilimdeki adım bu çünkü. Ama onu da yalnızca çocuklar kullanıyor.
Genelde hepimize hayvan veya mal da diyorsunuz, yaş, cinsiyet ayırmadan. Birbirinize yakıştırmanızdan, yakıştırılan veya hitap edilenin öfkeli tepkisinden ve kavgalara yol açmasından anladığım kadarıyla bunlar da öküz gibi pek hoş nitelemeler değil. Yine de eşek denmesine yeğlerim. Aslında, aramızdaki ilişkiyi açıklamak bakımından “mal” uygun; biz sizin malınızız, siz de bizim sahibimizsiniz. Öyle olunca bizi dilediğiniz gibi adlandırır dilediğiniz gibi nitelersiniz. Biz de öküz ya da mal olduğumuzdan, size teslim etmişiz yazgımızı. İster bizi çifte koşar ister araba çektirirsiniz ister satar ister kesip etimizi yersiniz. Yiyecek aramaya çıkmak için sizin izniniz gerekli bize; yiyecek arayacağımız bölgeyi de siz saptarsınız. İzin verdiğiniz bölgenin dışına çıkmamamız için ister bir iple bizi bağlar ister köpek veya sopa zoruyla orada tutarsınız. En sevdiğimiz yiyeceklerin olduğu yerleri bize yasaklayabilirsiniz; oradaki yiyecekler bizim için yaratılmış olsa bile. O yiyecekler size gerekliyse bize vermemekte haklısınızdır; tanrı sizi akıllı ve üstün yaratmış, bizi de size bir nimet olarak sunmuş, o halde her şeyi elbet en iyi siz bilirsiniz. Nitekim taze iken bize yasakladığınız yiyeceklerin bazılarını kurutup, soğuk havalarda yine bize veriyorsunuz. Doğru söylüyorsunuz; bizi serbest bırakırsanız onları bulduğumuz yerde tüketir sonra da açlıktan kırılır giderdik. Bizi düşünerek koyduğunuz kurallara, biz öküzlerin olmayan aklı pek ermez zaten. Bu nedenle fırsat bulduk mu yasak yiyeceklere saldırırız, siz de haklı olarak gerekli önlemleri alır bizi engellersiniz. Sözgelimi buzağı iken, siz sağmadan önce anamızın sütüne saldırmayalım diye ağzımızı ağızlıkla kapatıyorsunuz. Çok sevdiğimiz, ama yasak yiyeceklerin olduğu alanların çevresini duvarla, çitle veya dikenli telle çeviriyorsunuz. Bunu bizim için yaptığınızı anlamamak için gerçekten öküz olmak gerek! Onca yağlı, kolesterollü sütü içen şuncağız buzağı ne olur? Damar tıkanıklığı, ardından kalp krizi sonucu daha dana olamadan göçüp gider maazallah!
Akıllı olduğunuz kadar iyi niyetli olduğunuza inandığım için, siz insanların bizim yiyeceğimiz gibi başka şeylerimizi ayarlamanıza da karşı değilim. Örneğin, hangimizin hangimizle ve ne zaman çiftleşeceğine de siz karar veriyorsunuz. Hatta kendi başımıza beceremediğimizde kıyak yapıp yardımcı oluyorsunuz çiftleşmemize. Ne kadar doğru ve insanca! Bizi her konuda özgür bıraksanız, her fırsatta çiftleşir, hızla çoğalır ve yasaksız olursa her türlü yiyeceği yağmalardık. Böylece yeryüzündeki yiyecekleri, hatta suyu hızla tüketirdik. Bunun doğal sonucu ne olurdu? Kuşkusuz açlıktan kırılıp tükenmek, yani yok olmak. Dinozor gibi, Mamut gibi soyu tükenmiş birçok yaratıktan söz etmiyor musunuz? Bizi yönetmeseydiniz, koruyup kollamasaydınız, kurda, çakala yem olur birkaç yüzyılda biz de bu soyu tükenmişlere eklenirdik besbelli.
- Onların soyu neden tükenmiyor?
- Onlar kim?
- İnsanlar! “Bizi düşünerek” bize yasakladıklarını kendileri neden yapıyorlar?
- Ne yapıyorlar örneğin?
- En başta, sürekli çiftleşip çoğalıyorlar. Dinlerinin yasakladıkları dışında her şeyi yiyip, içip tüketiyorlar. Dediklerine inanma, hele samimiyetlerine, hiç. Değiller, çıkarlarıyla çeliştiğinde, dinlerinde bile. Örneğin dinlerinin yasakladıklarını yemezler öyle mi? Yemezler! Zorda kalırlarsa beni de yerler, domuzu, kediyi de. Hatta birbirlerini de. Kıtlıkta dinin yasakladıklarının da yenebileceği yorumunu boşuna mı yapıyorlar sanıyorsun! Soyunu tüketirse onlar tüketir, bilesin.
- Dur, dur, dur! Sen de kimsin?
- Ben mi? Ben, Eşek!
- Belli! Öyle olmasa yaratılmışların en üstünü, en hayırlısı ve en akıllısı olan insanı ve davranışlarını böyle densizce sorgular mıydın?
- Söylediklerimde yanlış ne var? İnsanların deyimiyle “evcil”, gerçekte “esir” olmadan önce ataların niye besin kaynaklarını tüketip sonra açlıktan kırılmadılar? Üstelik senden çok daha iri ve güçlü olduklarını insanlar söylüyor. Abartma onları, insanlar da bizim gibi doğanın bir parçası. Akıl gibi bir üstünlükleri var, doğru. Ancak bencillikleri ve açgözlülükleri yüzünden çoğu zaman onu kötüye kullandıkları da bir gerçek. Dünya hepimizin, değil mi? Gel gelelim onlar akılları, silahları ve saldırganlıklarıyla her şeye zorla egemen oldular. Acımasızlık dersen, onlardan beteri yok; canlı cansız her şeyi sömürüp tüketiyorlar. En önemlisi evrenin doğal dengesini bozan, iklim değişikliklerine, bazı bitki ve diğer canlı türlerinin yok olmasına neden olan hep onlar, icatları, deneyleri, hele de silahları. Hızla çoğalmaları yüzünden diğer tüm canlıların yiyecek ve içecek kaynaklarıyla birlikte, kendi varlıkları bile tehlikede.
- Hop, fazla ileri gittin. Eşek olsan da o kadar eşeklik etme. Onlar akıllarıyla dünyaya, evrene ve doğaya çekidüzen veriyorlar; herkesin ve her şeyin uyum içinde varlığını sürdürebileceği bir yapılanma için kafa patlattıklarını söylüyorlar, yalan mı?
- Onların doymak bilmez iştahları dışında bir şeye kafa patlattıkları yok. Varsa yoksa elde etmek, sahip olmak; yemek, yiyemediğini yedirmemek; birbirine üstünlük, zenginlik taslamak, güç gösterileri yapmak. Bu akıllılığı sürdürürlerse önce doğadaki tüm canlıların ortak besinlerini, sonra o canlıların kendilerini tüketecekler; kendi kendileriyle baş başa kaldıklarındaysa birbirlerini yiyip en son onlar da tükenecekler.
- Peki, bizim gibi yararlı yaratıkları özel çiftliklerde çoğaltıp beslemelerine ne diyeceksin? Ayrıca hepimizi kurttan, çakaldan, diğer yırtıcılardan koruyorlar. “Ah Biz Eşekler” hikâyesini de haklı çıkarıyorsun hani. Ya nankör bir yaratıksın veya son zamanlarda yaptıkları kaçan-uçan araçlar seni gereksiz duruma getirdi, ona öfkelisin.
- İnsanlara inana inana onlara benzemeye başlamışsın anlaşılan. Hoş onların birçoğunun da sana bana benzer çok yönleri var ya neyse. Bizi “havuç-sopa” dedikleri bir yöntemle yönetiyorlar; ya kurtla korkutarak veya “ölme eşeğim ölme, bahar gelecek çayır çimen yeşerecek” diye kandırarak yüzlerce yıldır sırtımıza biniyorlar. Bunun yanında “ölmüş eşek kurttan korkmaz” diye bir sözleri de var, duymadın mı hiç? E, biz de bu şekilde ha yaşamışız ha ölmüşüz. Ayrıca insan, yalnız insanın değil, senin gibi öküzlerin de kurdu ama sen ayırdında değilsin. Üstelik etini yiyecekleri hayvanları üretip çoğaltırken pek çok canlı türünün soyunu kurutup tükettiklerini de göz ardı ediyorsun. Evrenin dengesi bozuldu mu sonu tüm canlılar için, insanların “kıyamet” dediklerinin ta kendisidir.
- Sen kıskanç ve hakkına razı olmayan bir yaratıksın anlaşılan. Tanrı insanları üstün yaratmış bir kez, onları yaratılmışların en kutsalı saymış, istediklerinde kesip yemeleri için eti helal bir öküz olarak beni, yüklerini ve kendilerini taşıyasın diye eşek olarak seni yaratmış. Diğer tüm yaratıklar da insana hizmet için gönderilmiş dünyaya.
Dur bakalım, sen bir tanrı tanımaz mısın yoksa? Bu karşı çıkmaların ondan mı?
- Ben tanrıya değil, insanların, “tanrı emri” diye senin gibi öküzlere yutturduklarına karşı çıkıyorum. Neymiş, insanoğlu yaratıkların en kutsalıymış, en akıllısıymış, en güzeliymiş, en bilmem nesiymiş, miş miş. En akıllısı, tamam; zaten diğer “en”lerini aklını kullanarak yutturuyor herkese. Tanrı o aklı başka bir yaratığa verseydi o çıtkırıldım insanoğlunun soyu kaç bin yıl önce tükenirdi dersin? Hadi bu bir yana, hiçbir yaratığa akıl verilmeseydi veya tümüne akıl dağıtılsaydı-ki bu tanrısal adalete daha bir yakışırdı- o zaman senin o üstün insanının hali nice olurdu acep?
- Tanrısal adaletin en açık kanıtı senin eşek olarak yaratılmış olman bence. Adın makbul olmadığı gibi etin de makbul değil. Ömür boyu yük taşımakla yükümlüsün. Ölünce de etini ancak köpekler ve hayvanat bahçesindeki yırtıcı hayvanlar yiyor...
- Dur bir dakika, ne dedin sen, yırtıcı hayvan mı? Hah, şimdi beri gel bakalım bay çokbilmiş öküz, tüm yaratıklar insanoğlu için gönderildiyse yırtıcı hayvanlar ne ola ki? Bana kalırsa, senin gibi öküzlere hizmet etsinler diye yaratılmışlar, baksana kana kan, ete et insanlardan intikamınızı alıyorlar...
- Bırak dalgayı! Adın gibi biliyorsun ki yırtıcı hayvanlar insanlardan çok hayvanları hedef alıyor, onlarla besleniyorlar. İnsanlar bizi onların saldırılarından da koruyorlar...
- Tamam ya işte: eti yenmek makbul olmaksa biz, yırtıcı dediğin hayvanlar için çok makbulüz, insanın iğrendiği etimizi onlar seve seve yiyor, senin etini de. İnsanlar sizi, siz olduğunuz için değil, malları olduğunuz için koruyorlar onlardan. Anlayacağın, (aslında anlayamayacağın) öyle ya da böyle yırtıcı hayvanların varlık nedeni ve yaratılış amacı insanoğlunun pek yararına görünmüyor; hatta zararına bile denebilir.
İnsanın biz evcilleri yabanıllardan korumasına gelince; senin yalnız öküzlüğün değil cahilliğin de çıkıyor ortaya. Hiç gazete, kitap okuyan bir insana kulak vermişliğin var mı? Ben öyle birine denk geldim mi hemen uzun kulaklarımı diker dikkat kesilirim. İnsanların ortalama onda birinin silah taşıdığını öğrendim. Bu, yetişkin erkeklerin neredeyse üçte biri. Orduları, onların ağır silahlarını, nükleer silahları düşün. Bunlar yırtıcı hayvanlardan korunmak için mi sence? Ayrıca -yırtıcı olsun olmasın-yabanıl hayvanları, kendilerine gerekli olan derilerine zarar vermemek için genellikle tüfekle vurmuyorlar ya zehirliyor ya da tuzağa düşürüyorlar. Para eden kuşları türlü yollarla canlı yakalıyorlar. Balıkları patlayıcı veya trolle köklerini kazıyacak şekilde avlıyorlar. O zaman silahlanmalar, ordular, ağır silahlar, nükleer ve kimyasallar kime karşı? Belki senin inancına ters düşecek ama “yaratıkların en yırtıcısı” olan insanın kendisine karşı. İnsan denen üstün ve kutsal yaratıklar evrende en tehlikeli canlının kendileri olduğunu biliyor ve birbirlerine karşı silahlanıyorlar. Silah üretmek için kurdukları tesisler, yaptıkları nükleer denemeler sonucu birçok canlı türü soyu tükenenler listesine ekleniyor. Kalanları bekleyen en büyük tehlike de bu.
- A be eşek oğlu eşek, möletme beni kötü kötü. Hayvanları da tanrı iki ayrı grupta değerlendirmiş; bizim gibi inançlı ve mübarek olanlar ve senin gibi inkârcı ve murdar olanlar. Kurban bayramlarında veya başka zaman tanrıya kurban edilebilenler en mübarek olanları, bunların ruhu öteki dünyada insan bedeninde canlanacak. Senin gibi eti murdar olup da bir de durumuna isyan edenler ise birer sürüngene dönüşecek.
- Oh, ölme öküzüm ölme, bayram gelecek de, kurban edileceksin de, kutsanan ruhun insan bedenine girecek de, bayramda bir başka öküzü kurban edip onun ruhunu kutsayacaksın da, daha neler neler... İnsanlar bal gibi bizi tutsak almışlar, benim sırtıma nasıl biniyorlarsa, boğazına çöküp öyle kesiyorlar seni, parçalayıp afiyetle mideye indiriyorlar, tıpkı o vahşi dedikleri hayvanlar gibi. Tek farkları pençesi olmayan insanın bıçak kullanması. Asıl büyük farkı unutmayalım; insanın yaptığına dini kılıf bulmasını. Öyle bir kılıf ki senin gibi mübarek öküzleri yüceltir gibi yaparken aslında kendini yüceltiyor; kendine tüm yaratıkların üstünde bir paye biçerek. Gerçekten ne zaman yücelir insan biliyor musun? Biz hayvanlara insanca davrandığı zaman.
- Ulan ne eşek kafalıymışsın be. İnsan, insana insanca davranır. Bizim adımız üstümüzde: hayvan! Hayvana niye insanca davransın ki?
- Hayvan olmamak için tabii. Hayvanlara hayvanca davrananın onlardan farkı ne? Farklı olmadan niye üstün olsun? Tanrı katında niçin “yaratıkların en hayırlısı” olsun?
- Tövbe tövbe. Sen zaten cehennemliksin, neyi tartışayım seninle?
- Demin yaşadığın olayı konuşalım öyleyse.
- Ne olmuş? Her kurbanda benzer birçok olay oluyor.
- O televizyonculara niye saldırdığını anlatsana. Mademki kutsanmış bir öküz olarak biraz sonra boğazlanacaksın neden bunca öfkelisin? Neden deli danalar gibi saldırıp boynuz attın kameramana?
- Eşek kafalı olduğun için anlamadın…
- Adamlar sahibine para verip bıraktırdılar seni. Kaçmış kurbanlık diye haber yapacaklar. Daha ne?
- Bu bir oyundu. Ben de tüm yeteneklerimi sergiledim. Nasıldım sence?
- İpini koparmış öküz gibiydin aynen. Az kalsın bacağını kırıyordun adamın, onu beceremedin ama kamerasını kırdın. Mikrofonlusu güçlükle kaçtı. Ama esaslı bir dayak yedin. Yağmur gibi taş yağdı üstüne. Sopalar da cabası.
- Evet, canım epeyce yandı ama çok iyi oynamışım ki sana gerçek gibi gelmiş.
- Doğruya doğru, hepiniz çok iyi oynadınız. Sahi o sakallı ihtiyar kimdi?
- O mu? Hacı amca. Çok iyi, çok merhametli bir insan. Bu yılki kurbanı benim.
- Belli! Gerçeğe en yakın “rol yapan” oydu; en iri taşları, kiremitleri kafana fırlatan, en kalın kalasla ayaklarına ayaklarına vuran da. Neyse konumuza gelelim; tümünüz de mükemmel rol kestiniz, o kadar ki, kimin kimi oynadığını ayırt etmek bile güçtü. Herkese de her rol yakışıyordu doğrusu. Neyse ki sonunda yakalanıp birazdan kurban edilmek üzere bağlanan sen oldun, böylece kurban da belli oldu, kasap da, seyirci de belli oldu televoleci de...
- Neyse, elde bıçak “üstün yaratıklar”; kasap, sahibin ve diğerleri geliyor. Elveda mübarek hayvan. Kutsal ruhun, insan kılığına büründüğünde, umarım kardeşlerini kesmeden önce üç kuruş için onlara kameralar önünde meydan dayağı attırmaz.
- Mööö?
- Hiç kuşkun olmasın dostum, biz mundar yaratıklar arkandan gözyaşı dökeceğiz; en başta -haberini alırlarsa- timsahlar... Olmazsa, onların yerine bazı “iyi yürekli” insanlar gözyaşı döker nasıl olsa! Ai, ai, ai!..
Ali Günay
Gerçekedebiyat.com