Son Dakika

onur-bilge-kula-ataturk-2-1422024173037.jpg


Ulusal çıkarları, her zaman ve her koşul altında kişisel çıkarının üzerinde tutan Atatürk 1914-1919 arasındaki anılarında şöyle bir olay anlatır:

“Yıldırım ordusu kumandanlığını üstlenip, İstanbul’dan Halep’e hareket ettiğim günün gecesiydi. Falkenhayn karargâhındaki subaylardan Tevfik Bey, eşliğinde bir genç Alman subayı Akaretler’deki konutuma geldi. Ufak ve zarif bir sandık içinde Falkenhayn tarafından bazı şeyler getirdiğini söyledi… Salon kapısının yanına ufacık sandıklar istif edildi. ‘Bunlar nedir? Dedim. Alman subay dedi ki: İstanbul’dan ayrılıyorsunuz; size Mareşal Falkenhayn tarafından bir miktar altın gönderilmiştir.”

Atatürk’ün yanıtı şöyledir:

“Bu sandıklar bana yanlış geldi; ordunun Levazım Reisi’ine gönderilmeleri gerekirdi.”

Alman subay, oraya da ayrıca gönderildiğini söyler. Bunun üzerine Atatürk Türk subaya, “Paranın miktarını bu subaydan iyi tahkik et; huzurunda alındığına dair bir senet yaz, ver, imza edeyim” der.

Buyruk yerine getirilir.

Daha sonra Falkenhayn, Atatürk’e böyle bir şey verdiğini ve karşılığında senet alındığını anımsamaz. Atatürk yaverlerine şunları söyler:

“Falkenhayn’ın odasına gireceksiniz ve diyeceksiniz ki; verdiğiniz altınlar olduğu gibi saklanmıştır. Buna karşılık size senet verilmiştir. Senet olmadığını öne sürmek, altınların varlığını yok etmez. Belgeyi yitirmiş olabilirsiniz, o durumda altınları size geri vereceğiz; aldığınıza ilişkin siz bize belge veriniz… Bizi buraya gönderen kumandanın altın karşılığında ülke çıkarları hakkında göz yumacak insanlardan olmadığını çoktan öğrenmiş olmalıydınız… Paralarınız duruyor; fakat bu paralardan daha çok değerli olan Mustafa Kemal imzası sizde kalamaz. Olumlu sonuç almadıkça karşıma gelmeyeceksiniz.”

Emir erleri bir saat sonra Falkenhayn’dan Atatürk’ün imzaladığı belgeyi alıp dönerler. Atatürk’ün konuya ilişkin sonal değerlendirmesi:

Kolayca tahmin edilebilir ki, Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarını altın vererek kirletmek yolunda idi” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3, 25- 26). 

Bu kapsamda önemli bir noktayı vurgulamak gerekmektedir. Atatürk’e sandıkla altın verilmek istendiğinde, Atatürk’ün İstanbul’dan Halep’e gitmek için tren parası bile yoktur. Zor koşulları gerekçe göstererek, kişisel çıkar sağlamak, ancak küçük ve aşağılık insanların yapabileceği iştir. Buna karşın, Atatürk gibi özsaygısı ve ulusal onuru yüksek ve büyük insan, zorlukları aşmanın yollarını arar.

Büyük adam kimdir?

Aynı yerin devamında ‘büyük adam kimdir?’ sorusu kapsamında Atatürk şunları söyler:

“Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın; ülke için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda direnci yok eden olacaksın; önüne sonsuz engeller yığacaklardır; kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç kabul ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra sana ‘bu yüksek’ derlerse, bunu diyenlere de güleceksin!” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3, 29). 

Bu belirlemeler eleştirel düşünen ve davranan, derin bilgi birikiminden ve açık bir gelecek ülküsünden kaynaklanan sağlam bir özgüven anlayışının yanı sıra, dürüstlük, doğruluk ve aynı ölçüde alçakgönüllülük ve doğru bildiği yolda ödünsüzce ilerleme istencini yansıtmaktadır.    

SAMSUN’A ÇIKIŞ ve AMASYA BİLDİRGESİ

Mustafa Kemal, 21/22 Haziran gecesi Cevat Abbas Bey'e, 'Amasya Genelgesi'ni yazdırır. Bu genelge, hem tutarlı bir durum belirleme, hem de tam ve koşulsuz bir bağımsızlık ve özgürlük bildirgesidir. Atatürk, bu bağımsızlık bildirgesinde şunları vurgular:

Yurdun bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir.

Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kesin kararı ve bir kurulun önderliğinde yürütülecek örgütlü direnişi kurtaracaktır.

Atatürk'ün Amasya Bildirgesi'nde dile getirdiği bağımsızlık ve özgürlük istencinin, tüm Anadolu halkının en geniş katılımıyla gerçekleştirilmesinin yolu ve yöntemleri, Erzurum ve Sivas Kongresi'nde ayrıntılı tartışmalarla belirlenmiştir.

Atatürk, 20 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlarca işgal edilme girişimine ilişkin ‘Sadaret Makamına Telgraf’ta şu görüşleri dile getirir: Yunanların İzmir’i işgal girişimi, “ulus ve orduyu anlatılamayacak derecede içten yaralamıştır. Ulus ve ordu varlığına karşı yapılan bu haksız tecavüzü sindirmeyecek, kabul etmeyecektir.” Şu sözler uyarı niteliği taşır: “Yeniden başkanlığını üstlendiğiniz hükümetin kesin girişimi ve eylemde bulunacağına olan güvenden dolayı”, sükûnet korunabilmektedir (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 2, s. 310).

Bu sözlerin anlamı açıktır: Eğer Osmanlı yönetimi, Yunan işgaline karşı kesin ve sonuç alıcı önlemler almazsa, ulus buna daha fazla katlanmayacaktır ve özgürlük ve bağımsızlık ülküsünün gereğini yerine getirecektir.  

HIRİSTİYAN HALKA KARŞI DÜŞMANCA TAVIR GÖSTERİLMEMELİDİR 

Yunan işgali, Manisa’yı kapsayacak şekilde genişler. Bu gelişmeye karşın, Atatürk ‘Valilere ve Bağımsız Mutasavvıflara’ telgrafında (28 Mayıs 1919) şu ilkeyi vurgular: İşgale karşı ulusal gösterilerde “adap ve sükûnetin fevkalade korunması ve Hıristiyan halka karşı sataşma, gösteri ve düşmanlık gibi tavırlar alınmaması zorunludur” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 2, s. 334).

Hıristiyan halka ilişkin bu tavır, Erzurum Kongresi (10- 23 Temmuz 1919) kararları (ikinci madde) arasında da yer alır.

Bununla birlikte, Hıristiyan halkın, işgal güçleriyle birlik olup ülkenin bütünlüğüne karşı eylemlerine asla göz yumulmayacağı da vurgulanır (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3, s. 232).

Aynı konu benzer anlatımlarla ‘Sivas Kongresi Kararları’ (2. Madde) arasında vardır (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3, s. 355).

Bu belirlemeler, ulusal köken ve din ayrım yapmaksızın, tüm Anadolu halkını eşit yurttaş olarak görme anlayışının anlatımıdır. Öte yandan, eşit yurttaşlık isteyenlere de, bu istemin gereklerini yerine getirme yükümlülüğünün anımsatılmasıdır. 

Öte yandan, bu saptamalar, Atatürk’ün din, dil ve ırk ayrımı gözetmeyen, ulusal çıkarlardan asla ödün vermeyen, ancak evrensel uygarlık birikiminden de yararlanmakta kararlı olduğunun kanıtıdır. Atatürk’ün dünya görüşünde etnik ulusçuluk yoktur. Söz konusu nedenle, bazı kişi ve çevrelerin zorladığı böyle bir yakıştırma, ya büyük bir bilgisizlik ya da büyük bir ihanet belirtisi olarak değerlendirilmelidir.      

Atatürk, Sivas’ta toplanan kongre adına ‘Amerika Birleşik Devletleri Senatosu Başkanına’ gönderdiği yazıda (9 Eylül 1919), Sivas Kongresi’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerinde yaşayan Müslüman halkın ve azınlıkların “korunması ve yaşam, özgürlük, adalet ve mülkiyet haklarını güvence altına almak için” toplandığını duyurur. Atatürk’ün anlatımıyla, Amerika “Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını dağıtma” konusunda bir anlaşma yapılmadan önce bir heyet göndermeli ve bu heyet ülkenin her yerini görmelidir (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3, s. 377).

Bu tümceler, çok zor koşullar da bile, Atatürk’ün hiçbir dış ya da emperyalist güce, ülkenin iç işlerine karışma olanağı vermeme konusundaki kesin ve ödünsüz tavrının anlatımıdır. Söz konusu onurlu tavır herkese örnek olmalıdır.

ULUSUMUZ İNSANCIL ve ÇAĞDAŞ AMAÇLARI YÜCELTİR

Erzurum Kongresi Bildirgesi’nin 7’nci maddesinde (7 Ağustos 1919) ulusal egemenlik ilkesine dayanan tam bağımsızlık ülküsünün, insancılık,  çağdaş uygarlık kavramlarının yanı sıra, ekonomik boyutu da dile getirilir. Söz konusu madde özetle şöyledir:

“Ulusumuz, insancıl, çağdaş amaçları yüceltir ve teknik, sanayi ve ekonomik durum ve gereksinmelerimizi değerlendirir… Ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığı korunmak koşuluyla, her hangi bir devletin teknik, endüstriyel, ekonomik yardımını hoşnutlukla karşılarız” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3, s. 240).

Ekonomik durum ve amaçlara ilişkin bu görüşler neredeyse aynı anlatımlarla Sivas Kongresi Bildirgesi’nin (11 Eylül 1919) yine 7’nci maddesinde bir kez daha dünyaya duyurulur (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 3, s. 362). Atatürk’ün tarihsel deneyimlerinden çıkarımladığı ekonomik bağımsızlık kavramını ele almayı sürdüreceğim.

Yukarıdaki belirlemenin can alıcı içeriği, en zor koşullarda bile insancılık ve çağdaş uygarlık ilkesinden sapmamaktır. Atatürk için Türk toplumunun insancılaşması, uygarlaşması ve toplumsal-kültürel ilerlemesi, her zaman uğruna savaşım verilen ülkü olmuştur. 

Devlet kavramının ve toplumsal ilerlemenin zorunlu önkoşulları olan kurumsallık ve örgütlülük, Atatürk’ün yaşamsal önemde gördüğü iki ilkedir. Bu nedenle, Sivas Kongresi’nde ulusal kurtuluş amacına hizmet eden bütün kuruluşları, dernekleri ve toplulukları kapsayan, Atatürk’ün başkanlığında ‘Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ kurulmuştur.

Prof. Dr. Onur Bilge Kula 
Gercekedebiyat.com

 

 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler