Adnan Veli ve İstanbul Batakhaneleri
İspanyol meyhanesinde bir kadın Çığlık çığlığa şarkı söylüyor. Belli yıkılmış bir kadın. Hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı. Zayıf, incecik elli, kalın dudaklı. Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımızda; Yüzümüz al al oluyor. İçimiz hüzün dolu, kahır dolu, Gözlerimiz kanlı. (Ümit Yaşar Oğuzcan, ‘İspanyol Meyhanesi’nden)
Adnan Veli de İstanbul’u ağabeyi Orhan Veli gibi gözleri kapalı dinlemiş midir bilinmez. Ama yükseklerden sürüler halinde, çığlık çığlığa uçuşan kuşları görmüştür. Dalyanlarda balıkların pullarının parladığı ağların çekildiğini, bir kadının çıplak ayaklarının suya değdiğini mutlak görmüştür. Kapalıçarşı’da, Mahmutpaşa’da güvercin dolu avlularda yürümüş, uzaktan, doklardaki çekiç seslerini duymuş, bahar rüzgârı emekçilerin ter kokularını içi serin ve güzel avlulara taşımıştır. Hiç kuşku yok ki başında eski âlemlerin sarhoşluğunu ondan iyi kimse duyumsayamaz. İstanbul batakhanelerindeki birbirinden ilginç, birbirinden kötü acı yaşam deneyimlerini yaşayanların ağızlarından dinlemişliği vardır. Uykusuz gözlerle çıktığı batakhanelerin insanı esrikleştiren kokuları arasında bunalıp, deniz kıyısına inmiş, loş kayıkhaneleriyle eski bir yalının dindirdiği lodosların artık eskide kalan uğultusuna kulak vermişliği de vardır. Kaldırımdan geçen bir yosmanın peşine takılmışlığı da… Ardından söylenen küfürlere, şarkılara, türkülere aldırmaksızın kırıtarak yürüyen yosmaya laf atanları da görmüştür ve belki de onların yaşamadıklarını yaşadığı için laf atılana değil laf atanların harcanmış ömürlerine üzülmüşlüğü de olabilir. Onca serüven, polisiyeyi aratmayacak bir yaşam ve belki de ölümü yakından tanımış bir adam için yaşamak, anı yaşamaktır. Yaşam bir bütün değil anların uç uca eklenmesiyle yaşamdır. Yaşayan bütün bir yaşamı değil anları ucu ucuna yaşayarak yaşamıştır. Kaçırdıysa onlardan birini hiç yaşamamıştır. Ve belki o yosma Adnan Veli için atmıştır elindeki gülü. Orhan Veli’nin, yani abisinin aksine o yosmanın ve konuştuğu, dinlediği, dudaklarından öptüğü, alnına ya da saçlarına dokunduğu bütün yosmaların alınlarının sıcak olup olmadığını, dudaklarının ıslak olup olmadığını da biliyordur. O da ağabeyi gibi olmasa da başka biçimde dinlemiştir İstanbul’u, kalbinin vuruşuna yakından tanık olmuştur. Elbette ağabeyi gibi gözleri kapalı değildir bir anını bile kaçırmamak için açmıştır gözlerini. O da Veli’nin oğludur ve belki de Veli’nin diğer oğlu gibi, kız kardeşi gibi tarifsiz kederler içindedir. Orhan Veli bilinir de, nedense Adnan Veli o denli bilinmez. Oysa ağabeyi kadar bilinmiştir. Ağabeyi nazımdan yanadır, kendisi nesirden/düzyazıdan. Yazdıkları yaşadığı sürece olay olmuştur, ağabeyi gibi bugüne aynı tanınmışlıkla gelmemiş, unutkanlığa yenilmişse de en az ağabeyi kadar ‘meşhur’dur. Belki bu yüzden ‘meçhul’dür. İzmirli Tüccar Fehmi Bey’in iki oğlu olmuştur, bir kızı. Oğullarının biri Orhan Veli’dir, diğeri Adnan Veli. Tüccar Fehmi Veli’nin bir de kızı olmuştur, adı Füruzan. Anneleri Beykozlu Hacı Ahmet Bey’in kızı Fatma Nigar Hanım’dır. Adnan Veli de Boğaziçi’nde oturmuştur. Veli’nin oğludur, tarifsiz kederler içinde. O da ağabeyi gibi aynı türküyü tutturmuştur: “İstanbul’un mermer taşları; / Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları; / Gözlerimden boşanır hicran yaşları; / Edalım, / Senin yüzünden bu halim.” Orhan Veli’nin de, Adnan Veli’nin de duyurmayın anasına garipliğini, mahzunluğunu. Zaten “El konuşur, sevişirmiş” onlara ne? Vebali kimin boynunadır? Adnan Veli Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okudu bir süre, iki yıl sonra yarıda bıraktı. Derken Etibank’ta ve çeşitli kuruluşlarda devlet memurluğu yaptı yine bir süre. Sonra Vatan gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Öyle kalsaydı orada kalırdı belki de. Bugüne gelmesini yazmaya başlamasına borçluyuz. Gazetede röportaj, magazin yazıları, öyküler yazdı. Orhan Veli’nin ‘Garip Şiiri’ ya da aynı anlama gelmek üzere ‘Birinci Yeni Şiiri’nde gündelik olanı, şairane olmayanı şiire soktuğu, belki de şairanelik taslayanlarla dalga geçtiği gibi, yazılarıyla, röportajlarıyla, magazin yazılarıyla bütün ciddi adamlarla, kerameti kendinden menkul şairanelerle dalga geçer gibi mizah/gülmece yazıları yazması bundandır. Akbaba’da, Dolmuş’ta, Karikatür’de, Taş’ta, Taş-Karikatür’de, Tef’de, Papağan gibi gülmece dergilerinde görünmesi bundandır. Ne de olsa ağabeyinin dediği gibi o da kendi halinde ‘Dalgacı Mahmut’ değil midir? İşi gücü odur onun. Ve sevdalandı. Yanlış birine sevdalandı. Sevdası ne denli karşılıklıydı o da bilinmez. Adnan Veli’den yana kuşku yoktur da sevdalıdan yana kuşkular vardır. Sevdalandığı kadın İtalyan casusu çıktı. Koca koca adamlar sevdasını yargılamakla yetinmediler, sevdasını da ve Adnan Veli’yi de casus olabileceği savıyla idamla yargıladılar. Sevdiği kadınla evlenip dünya evine girmek yerine Ankara Merkez Ceza ve Tutukevi’ne kapattılar. Orada da rahat durmaz Adnan Veli, Vatan gazetesine takma adla yazmayı sürdürdü Adnan Veli. Bugün unutulmuş gibi görünse de, küllerin arasında bir kor olarak yanmaya devam edeceği ‘Mapushane Çeşmesi’ dizi yazı olarak önce gazetede yayımlanır, sonra kitaplaşır. Afla cezaevinde yattığı günler cezasından düşülür, yedi yıl sonra özgürlüğüne kavuşur. Ve Yayınevi güzel bir şey yapıyor, Adnan Veli’nin öykülerinden Turgut Çeviker tarafından derlenen ve yayına hazırlanan ‘İstanbul Batakhaneleri’ni Mümtaz Arıkan’ın resimleriyle günümüze taşıyor. Çeviker önsözde Adnan Veli’yi ‘soy yazarlar’ arasına koyuyor. ‘İstanbul Batakhaneleri’ (Ve Yayınevi) Adnan Veli’nin koyduğu isim değil. Adnan Veli’nin seksen yedi gün tefrika edilen yazı dizisinin adı ‘Batakhane İnsanları.’ Çeviker ona ‘İstanbul Batakhaneleri’ adını uygun görüyor. Gazete bu yazı dizisini ‘röportaj’ olarak duyuruyor ve öyle yayımlıyor. “İstanbul Batakhaneleri”ndeki metinler okunduğunda bunların ‘röportaj’ değil öykü oldukları görülüyor, derleyicisi tarafından da ‘röportaj-hikâye’ olarak… Adnan Veli bu dizi yazıları yazmakta ve yayımlamaktaki amacını kendinden sonrakilerin, kendi yürüdüğü yolun çukurla dolu olduğunu görmeleri, -belki de aynı yolda yürümemeleri için- yazdığını söylüyor. Gerçekten de Adnan Veli ‘İstanbul Batakhaneleri’yle bir yaşam dersi verir gibi batakhane insanlarını İstanbul’un kumarhanelerinde, randevu evlerinde, pavyonlarında, kerhanelerinde ve sokaklarında yaşayanlar arasında kimliğini gizleyerek yanaşıp, birinci ağızdan ve yaşayarak anlatıyor: “Sapsarı saçları vardı. Yüzünü insafsızca boyamış, dudaklarının rujunu etrafa taşırmış, soğuğa rağmen boynuna bağladığı tülden eşarbının altında göğsünün oldukça geniş bir kısmı açıkta bırakmıştı. Tırnakları yaldızla boyanmış elini uzatıp elimi sıktı.” Adnan Veli ‘Batakhane İnsanları’nda seyirci değil, aktörüdür. Yazı dizisinin yayımlanması olay okur, büyük ilgi görür. Kitabı okuyan bir hanımefendi “Fakat beyefendi biliyor musunuz ki, sizin evlenmeniz artık enikonu güçleşti, dedi. Bu kadar batakhaneye girip çıktıktan, bu çeşit maceralar içinde yaşadıktan, üstelik bunları da bütün tafsilatıyla gazete sütunlarında anlattıktan sonra sizi kim alır Allah aşkına?” demek gereksinimi duyar. Hanımefendi yanılıyordur, Orhan Veli evlenmese de, bu hızlı yaşama karşın Adnan Veli Ankara Merkez Ceza ve Tutukevi’ne girdiği gibi dünya evi’ne de girecek, evlenecektir. Orhan Veli öldüğünde 36 yaşındaydı. Adnan Veli, yirmi yıl fazla yaşadı, 6 Aralık 1972’de öldüğünde 56. Adnan Veli’nin “İstanbul Batakhaneleri” sadece dönem İstanbul’un ahlaki çöküşünü yansıtmaz, “İstanbul Batakhaneleri”nde anlatılanlar evrenseldir. Bugün yaşananlar “İstanbul Batakhanelerinde yaşananlarına taş çıkartır. Verilere göre 2002’den bu yana fuhuş yüzde 790, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678, çocukların cinsel istismarı yüzde 434, adam öldürme yüzde 261 arttı. Sadece 2017’de Türkiye’de bin 377’si erkek, 9 bin 718’i kız çocuğu olmak üzere toplam 11 bin 95 çocuk cinsel suçlara maruz kaldı. Sosyal yapılardaki bozulmalar, aile içi şiddet, boşanmalar, hırsızlık, yüz kızartıcı suçlar, kayıt dışı istihdam, kredi kartı borçları nedeniyle cinnet geçirip şiddet uygulamalar, cinayetler, kadına karşı şiddet, evden kaçma, cinsel istismarlar giderek tırmanmaktadır. Çöküş her yerdedir. Batakhaneler günümüzde her yerdedir. Adnan Veli sadece İstanbul Batakhanelerinden insan manzaraları anlatmaz, Nâzım’ın olağanüstü güzel destanının adı gibi anlatılanlar memleketimden insan manzaralarıdır. Marx’ın çok sevdiği ‘Kapital’in önsözünde kullandığı Romalı şair Horace’ın söylediği gibi ‘de te fabula narratur.’ Anlatılan senin hikâyendir. Halit PayzaADNAN VELİ DİYE BİRİ
İTALYAN CASUSU SEVGİLİ
ANLATILAN SENİN HİKÂYENDİR
Gercekedebiyat.com