alper-erdik-yildiz-ecevit-11072025130920.jpg


Darbeciler, farkında olmadan edebiyatımıza büyük faydalar sağlamıştır (“80 Sonrasından Günümüze Edebiyat”. Pasaj Edebiyat Eleştirisi Dergisi, 2005, 2. Sayı, s. 18).

Bu paradigma değişikliğini eleştirenlerin çıkış noktası da budur ancak onlar için durum Ecevit’in tespitindeki kadar basit değildir. Örneğin Demirtaş Ceyhun, konuyla ilgili olarak 12 Eylül darbecilerinin gayet bilinçli bir eylemlilik içinde olduklarını dile getirir. Darbeciler Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna el koymuş, gerçekçi yazarlarımızı çeşitli davalarla tutuklamış ve etkisizleştirmiştir. Bunlara paralel olarak da holdinglerin edebiyata el atması sağlanmış bunlar ödülleri, dergileri, yayınevleri aracılığıyla postmodernizmi yerleşik hale getirtirmişlerdir (Edebiyatımı Geri İstiyorum, Sis Çanı Yayınları, 2005, s. 50).

Yalçın Küçük de 12 Eylül’ün en büyük “başarı”sını edebiyat alanında kazandığını, bu dönemde belleklerin silinmek istendiğini ve önceki dönemi çağrıştıran her şeyin yok sayıldığını söylemektedir (Küfür Romanları, Tekin Yayınevi, 1986, s. 7). Ayşegül Tözeren de buna benzer bir tespit yapmaktadır: Solcu sanatçılar, yetmişlerde düzenin dışında başka bir kültür paradigması inşa etmeye soyunmuş, bu “tehlike” darbe sonrasında sansür ve baskı ile bertaraf edilmiştir (Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi, Manos Kitap, 2018, s. 86).

Özetle Ahmet Mithat Efendi’ye kadar götürülebilecek gerçekçi edebiyat anlayışı, darbeciler eliyle yok edilmeye çalışılmıştır (Cengiz Gündoğdu,  Gerçekçiliğin Estetiği. İnsancıl Yayınevi, 2016, s. 13). Bu da sadece zor ile değil ideolojik düzlemdeki çabalarla da yapılmıştır. Hürriyet Gösteri, Adam Sanat, Argos, Gergedan, Yeni Ortam gibi dergilerle yeni bir ideolojik cephe kurulmuştur (B. Sadık Albayrak, Bizi Kurtaran Dergiler. Kir Teorisi: Tekeliyet’te Aydın ve Sanat-Edebiyat içinde, Doğu Kitabevi, 2018, s. 95-101) Bu yeni cephenin yeni edebiyatçıları için önemli olan toplumsal mücadele vs. değil yalnızlık, yabancılaşma gibi başlıklardır (Ahmet Oktay, Emperyalizm, Roman ve Eleştiri, İthaki Yayınları, 2010, s. 71).

Ancak bu değişimlerin başka sebepleri de yok değildir. Mehmet Ulusoy ve Osman Çutsay da buna dikkat çekmektedir. Ulusoy bu bahsi “Onlarca parçaya bölünmüş sol hareketin ideolojik ve siyasi düzlemdeki büyük entelektüel ve teorik düzeysizleşmesiyle orantılı olarak, toplumcu sanat ve edebiyat da aynı düzeysizleşmeyi ve niteliksizleşmeyi yaşadı. Bu nedenle denilebilir ki, sanat ve edebiyatta 12 Eylül’den sonraki toplumsallıktan ve gerçekçilikten uzaklaşan dalgasında 70’lerin estetik sığlığına, zevksizliğine ve düzeysizliğine tepkinin de payı vardır” (Çürümenin Estetiği, Berfin Yayınları, 2019, s. 302) diye açımlarken Çutsay da “1980 sonrasını 70’lerin kültür karşıdevrimi bizzat haber vermiş değil miydi? … Özellikle 1970’lerin sonu, sosyalizm adına Türk edebiyatında bir sıçramayı değil, büyük bir gerilemeyi, hatta çürümeyi taşıyordu” (Öfke: Türk Çürümesinde Sanatın Rolü, Beyaz Baykuş Yayınları, 2015, s. 438)  demektedir.

Peki, sivil toplumcu veya sol liberallerin bu denli nefret ettiği gerçekçi anlayış Türk edebiyatında, özelinde Türk romanında nasıl doğmuş ve gelişmiştir?

Fethi Naci’ye göre “Batı romanı, daha doğrusu roman, ‘birey’i anlatır; burjuva toplumunun insan örneği olan bireyi. Bu romanlarda bireyin bitmez tükenmez zenginliklerle dolu iç dünyası betimlenir” (Yüz Yılın 100 Türk Romanı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. IX). Nazan Aksoy’un bakışıyla bizdeki süreçse tam olarak böyle işlememiştir. Türk edebiyatı, Batı’dan esinlenerek ama yerli değerlerden yola çıkılarak var edilmiştir. Ama öyle ya da böyle edebiyatımızda gerçekçi bir damar oluşmuştur (Türk Romanında Yenilikçi Yönelişler, Çağdaş Türk Yazını içinde, Toroslu Kitaplığı, 2018, S. 17).

İşte bu damar, 80’lere kadar etkilidir. Yıldız Ecevit’i çileden çıkaran da zaten budur: Seksenlere kadar, edebiyatımızda yoğunlukla toplumsal konuların gerçekçi bir tarzla işlendiği eserlerin fazla olması da zaten sanata baskı uygulanmasındandır. İdeolojiler ve bunların savunucuları, edebiyatımızın gelişmesine köstek olmuştur (“80 Sonrasından Günümüze Edebiyat”, Pasaj Edebiyat Eleştirisi Dergisi, 2005, 2. Sayı, s. 17). Ama ne iyi ki artık edebiyatımızda solcuların hükümranlığı sona ermiştir (!)

Bundan böyle, Türk yazınının gündemini belirleyecek tartışmalar, bu yıllarda yayımlanan “yeni” eserler merkeze alınarak yapılmıştır. 1980’lerde edebiyatla ilgili tartışmalarda birlikte anılan dört yazar vardır: Bunlar Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Latife Tekin, Mehmet Eroğlu’dur (Hasan Bülent Kahraman, Postmodernite İle Modernite Arasında Türkiye, Agora Kitaplığı, 2007, s. 233). Bu yıllardan geriye kalan en önemli polemiklerden birinin Yalçın Küçük’ün Küfür Romanları adlı çalışmasında somutlaşması da tesadüf değildir. Küçük, Ahmet Altan ve Latife Tekin’in kitaplarını (tip, karakter, kurgu, ideoloji gibi) çeşitli yönleriyle eleştirdiği yapıtında, yazarlar için  “her ikisi 12 Eylül bakış açısından, Türk solculuğunu günah keçisi saymaktan, bellek silme çabalarından bir santim bile sapmıyor” (Tekin Yayınevi, 1986, s. 12) demektedir.

Alper Erdik
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler