Bohem dünyasının yazarı Fikret Adil
Fikrea Adil, asıl ününü bohem yaşamı anlattığı ‘Asmalımescit 74’ (2) kitabıyla kazandı. Kitapta 1930’ların başlarında Beyoğlu’nda bir pansiyonda sanatçıların yaşamına değiniyordu:
Çoktan unutulmuş bir kişidir! Fikret Adil… (1) Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan meslek yaşamında sanata ilgi gösterdi. 1950’lerde sanat hayatımıza giren ilk resim-heykel galerisi Maya’yı tanıtmıştı. Asıl ününü bohem yaşamı anlattığı ‘Asmalımescit 74’ (2) kitabıyla kazandı. Kitapta 1930’ların başlarında Beyoğlu’nda bir pansiyonda sanatçıların yaşamına değiniyordu: “Yaşamımın bir bölümü ile tanıdığım sanat ve basın dünyasından arkadaşlarımın eğlenceli ve özgün yanlarını gerçeğe bağlı kalarak anlattım,” dedi. Gerçekleri dile getirdi… Ressam İbrahim Çallı’yı “Dallı”, ressam Elif Naci’yi “Elif Razi” adlarıyla betimledi. Roman yazarı Peyami Safa’yı kendi takma adıyla “Server Bedi” olarak tanıttı. Şair Necip Fazıl’ı, Müzik adamı Mesut Cemil’i, gazeteci Nizamettin Nazif’i gerçek adlarıyla anlattı… Tüm bu isimlerin bir araya geldiği pansiyonun gerçek kapı numarası 47 olsa da 74 olarak gösterdi. Takdim tehir yapmıştı… Pansiyon sakinleri eski yazıdan yeni yazıya geçiş sırasında yaşanan ekonomik krizden en üst düzeyde etkilenmişlerdi: “Babıali’de de eski hareket kalmadı. Yeni harflerin kabulü dolayısıyla birdenbire ortaya çıkan buhran hepimizi bir tarafa fırlattı. Artık yaşamımı kazanmak için iki üç gazetede birden çeviri ve muhabirlik işlerinde çalışmak zorunda kaldım” dedi. Pansiyon hareketli ve eğlenceli bir mekândır. Çevredeki eğlence yerlerini Beyaz Rus, Fransız, Macar sanatçılar doldurmuştur. Pansiyon sakinleri günlerini onlarla geçirir. Coşkulu bohem hayatı içindedirler. Petrogad, Gardenbar, Türkuvaz eğlencenin merkezidir. Ara sokaklara dağılmış pek çok eğlence yeri de vardır: “İstanbul valiliği bu gibi yerlerin sokak aralarında olduğu için en son saat bire kadar açık olmasına izin verir. Fakat belirli zamanda kapıları kapanmasına karşılık bu yerlerin sahipleri, kendilerini denetleyecek olanlarla uyuşurlar ve sabaha kadar açık dururlar. Bu barları ucuz sanmayınız. Gardenbar, Türkuvaz, içkiye ne para alırlarsa bunlar da aynı parayı isterler. Bu nedenledir ki ömürleri azdır, hemen kapanıverirler.” Kapanan yerlere gitmezler. Kaldı ki paraları da yoktur. “Tam dokuz kişiydik. Bizden başka yabancı iki kişi vardı. Biz de kalktık. Artık gitmiyoruz. ‘Nereye çıkıyorsunuz?’ ‘Tokatlı’nın arka salonuna.’ ‘Ey bu akşam?’ ‘Bu akşam para yok, sizde var mı?’ Necip bir an düşündü: ‘Durun, dedi şimdi on lira bulacağım.’ ‘Gitti. On dakika sonra geldi: ‘İştee…’ diye on lira gösterdi ve ilave etti: ‘Hayat mecmuasına bir şiir sattım.’ Server Bedi sordu: ‘Hangi şiiri?’ Necip Fazıl sustu. Server Bedi ısrar etti: ‘Söylesene.’ Cevap yok.” Necip Fazıl, o muhitte yalnızdır. Etrafına sürekli kendinden vermeyi tabii sayar. “Necip’in asıl olan tarafını herkese tanıtmak istiyorum” der Fikret Adil: “Burada onun romanlaştırılmış hayatını yazacak değilim. Sade ona, yazılarından sezemiyenlere izaha çalışacağım. ‘Yeryüzünde yalnız benim serseri Yeryüzünde yalnız ben derbederim Dünyada herkesin varsa bir yeri Ben de bütün dünya benimdir derim.’ Diyen Necip her şeyden evvel hotgamdır. (Bencil ya da yalnızca kendini dert edinmiş kişi.) İstanbul’un gece hayatını çok iyi bilen Fikret Adil, “Bi-Ba-Bo” adlı eğlence yeriyle ilgili de ilginç ayrıntılar sıralar: “Burası Opera sinemasının karşısındaki sokakta küçük bir yerdir, iki katlıdır. Bodrum gibi bir yere girildikten sonra ikinci kata çıkılır. Fakat ikinci kata çıkmak için bir merasime uymak gerekir. Çünkü belirli bir saatten sonra kapı kilitlenir ve yalnız aşağıdaki bodrumda oturulabilir. Eğer yabancı değilseniz, üzerinde asma kilidi olan kapı açılır, yukarı çıkabilirsiniz. Orada, sizi ihtiyar bir Rus karşılar, paltonuzu -eğer varsa- alır, Edison’un ilk icat ettiği gramofon makinesi kadar eski bir gramofona aynı derecede eski bir plak koyar. Fransızcası Yahudiceyi, Yahudicesi Türkçeyi andırır, babası Ermeni, anası Rum kendisi Katolik bir kız size içeceğiniz şeyi sorar. Burada içki diye gerçekte votka ile rakıdan ve pek seyrek olarak biradan başka bir şey bulunmadığına göre seçmekte güçlük çekmezsiniz.” Kapıda, bodrumda kokain satıcıları vardır. O nedenle, üst kata tırmananların gerçekte oraya niçin geldiklerini anlamak hiç de zor değildir. Bi-Ba-Bo’nun kapısında hemen her akşam Seyfi’ye rast gelinir: “Bu adam seyyar bir meyhanedir. Elinde salepçi güğümü gibi bir mangal taşır. Hava veya Alyon sokağının bir köşesine mangal kurar. Cebinden paket halinde hazırlanmış ve şaşlık denilen kebaplar çıkarır, pişirmeye başlar. Öteki cebinden bir şişe rakı, daha başka bir cebinden -Seyfi’nin bütün elbisesi ceplerden yapılmıştır- kadehleri çıkarır ve kadehi, mezesiyle on kuruşa rakı satar.” Anlatır da anlatır Fikret Adil: “Galatasaray’dan Tophane’ye inen yokuşta, sağ tarafta dar bir sokağa girdik. Orada bodrum gibi bir kapının önünde duran kasketli bir çocuğa, şeyh, ‘İhvanız’ diyerek içeri girdi. Ben de arkasından. Burası basık ve duman dolu bir yerdi. Korkudan, derhal bir esrar kahvesinde olduğumuzu anladım. İçerde üç kişi, yudum yudum çay içiyorlar ve koz helvası yiyorlardı. Ocakta çenesi yere düşecek kadar uzamış bir yüzle, kırmızı fanilalı birisi vardı. Duvarda eski Mesudiye zırhlısının sedeften işlenmiş bir resmi, onun yanında da bir denizkızı asılı idi. Peykenin üzerinde kucak kucağa bir kedi ile bir köpek uyuyorlardı. Masanın birinde bir bağlama duruyordu.” Beyoğlu’nun bohem sanatçıları uyuşturucuyu tanıyorlardı. “Beyza” diye tanımlarlardı: “Beyza Hanım’ı tanır mısınız? Tanımazsanız tanıyanlara sorunuz. Pek nefis bir şeydir. Onu tanıyanlara içki, açlık ve uyku etki etmez. Beyza Hanım’ın kucağına düşenler ondan ayrılamazlar. Aynı zamanda birçok aşığı vardır. Fakat hiçbiri ötekini kıskanmaz, onu aynı ölçüde sever. Greta Garbo bile Beyza Hanım’a aşıktır.” Fikret Adil “bohem” arkadaşlarını anlatırken, “Ülkemizde bohem hayatı yaşayan sanatçı pek azdır. Kahve peykelerinde uyuklayan, koltuk meyhanelerinde atışa giden, sinema kapılarında kavga çıkaran sahte yazarlar kendi sanılarına göre bohemdirler. Bu sadece, bayağılıktır. Üzerlerinde çalışmadıkları yayınlanmamış yapıtlarından söz eden bu topluluk, soysuzdan ve çanak yalayıcıdan başka bir şey değildir. Gerçek bohem, her şeyden önce çalışır ve sanat eseri meydana getirir. Eğer bu eserde döneminin ilerisine geçerse, anlaşılmazsa bu onun suçu değildir. Ve bohem kazanır, bütün kazancını bir günde bitirir. Onun zaman kavramı yoktur. Zorunludur. Necip Fazıl bohemdir. Daha ilk şiirlerinden kendimizi buluruz der: Kalbim yırtılıyor her nefesinde Kulağım ruhumun kanat sesinde.” Ressam Dallı, yani Elif Naci, çevresindekileri “bohem” yaşam biçimine yöneltmeye çalışanlardandır: “Türk genci, dedi, sen benim vicdanımın bayrağısın, biraz ‘bohem’ ol… İç Akademi hocasıdır Dallı. “Bu ülkede güzel sanatlar ne kadar ihmal ediliyor. Bir Mikelanj gelse burada mahvolur. Ben profesörüm dedim de karakoldan, ‘Sen delisin,’ diye beni bıraktılar,” diye yakınır. “Asmalımescit 74” şu satırlarla sonlanır: “Yaşadığımız dakikalarda ‘sahi’ zannettiğimiz nice şeyler bir müddet sonra, bize ‘yalan’ görünüyor. Biz, bir nehir gibi durmadan akan, ‘sahi’ dediğimiz bir şeyin arkasından koşuyoruz, nasıl o nehir denize dökülüp kayboluyorsa, ‘sahi’ de deniz kadar derin, onun kadar geniş, bizi, onu içerek tatmak ve tanımaktan meneden acı bir boşlukla kayboluyor. ‘Sahi’ yoktur, demiyorum. Çünkü ‘yalan’ da mevcut değildir. Hangi yalan vardır ki, yalan olduğu meydana çıkmamıştır? İşte nasıl ‘sahi’ yok demekle ‘yalan’ vardır demiyorsam, ‘yalan’ yok demekle de ‘sahi’ vardır demiyorum. Yalnız, yaşanılan dakikanın ‘sahi’si ve ‘yalan’ı vardır. Ben burada onları yazdım.” Selim Esen
efendim… Ressam Utrillo da içerdi. Ne imiş o ‘renaissance’. Ben böyle bir şey tanımıyorum.”
Gercetedebiyat.com

















