Paragöz(üyle) insan
Ben para; hepinizin tanıdığı, bildiği, nefret ettiğini söyleyenlerinizin bile sevdiği, çoğunuzun gizli, bazılarınızınsa açıkça taptığı para. Tövbe, ben elbette tanrı değilim, tanrının ortağı da. Zaten siz insanların bana tapması tanrıya tapar gibi değil; bana tapınmanın ne belirli vakitleri var, ne belirli bir şekli ne de özel bir mekânı. Başka bir deyişle, bana günde bilmem ne kadar vakit şu kadar rekât namaz kılmanız, bana dönüp haç çıkarmak gibi özel hareketler yapmanız, cami, kilise, sinagog veya başka bir tapınak kurup tek veya toplu ayin yapmanız gerekmez. Ayrıca siz, tanrının sizi; sizin de beni yarattığınıza inanırsınız ki buna da itirazım yok, ilişkimizin ters olmasına da. Herkesin, kendisini yaratana tapması değil mi olağan olan? Buna göre yaratanım olarak size benim kul olup tapmam, en azından hizmetkarınız olmam gerekmez mi? Ama siz bana kul köle oldunuz nedense, yaratanınız tanrıya da yarattığınız bana da tapıyorsunuz, birimizi seçmek zorunda kaldığınızda kimi yeğlediğinizi de bilmiyorum sanmayın. İlişkimizin böyle kurulmuş olmasının veya bu duruma getirilmesinin sorumlusu da ben değilim ayrıca, bunu kendinizde arayın. Öğrendiğime göre ben yeryüzünde yok iken insanlar gereksindikleri şeyleri birbirlerinin artanlarıyla değiş tokuş ederlerdi. Malın değeri mal ile, önemi de gereksinim karşılama oranıyla ölçülürdü. Öyle olunca zengin demek çok mal sahibi olmak demekti. O zamanlar biriktirilip saklanabilen mallar, tahıl, dokuma, canlı hayvan gibi birkaç kalemden oluşuyordu. Bu da, zenginle yoksul arasındaki uçurumun çok derin ol(a)maması demekti. Zaten tarih boyunca insanlar belki yiyeceğe, giyeceğe, mala, mülke doydular ama güce, iktidara bir de bana hiçbir zaman doyamadılar. Bunun nedeni benim bunların tümünü kapsamam ama toplamlarından hep “en az bir fazla” etmemdir. Başka bir deyişle ben satın alabildiklerimin aritmetik toplamından daha üst bir değer ifade ederim. Çünkü ben özgürüm; dolaşabilir, dönüşebilir, saklanabilir ve üretilebilirim. İnsanoğlu tarafından ilk yaratıldığımda, insanlar da şimdiki gibi değildi, ben de. Belki de birbirimizi tanıyıncaya değin her şey başkaydı, bilemiyorum. O zamanlar ben, bedenimi oluşturan maddelerin cinsi ve ağırlığı kadar bir değer taşıyordum, o halimle mal değişimini kolaylaştıran bir araçtım yalnızca. Zamanla siz beni tanıdıkça değiştiniz; değiştikçe beni de değiştirdiniz; siz beni değiştirdikçe benim yalnızca yapım, biçimim, rengim vs. değil, işlevim değişti asıl; böylece sizi değiştirme, yaşamınızı biçimlendirme ve sizi satın alma gücüne kavuştum. İşte bu aşama; benim, beni yaratan sizleri “yeniden yaratma, yönetme ve öldürme” gücü elde etmem, bir kırılma noktası, bir nitel değişim, bir devrim olmuştur ki benim tanrısal kata erişmemin ve sizin bana tapınmanızın başlangıcı budur. Sizi gerçek anlamda bu aşamadan başlayarak tanıdım. “Tanrı” katından bakınca sizi tanımak, beyin hücrelerinizi, genlerinizi; sizin deyiminizle “ciğerinizi” bilmek hiç güç değil. Tanıdıkça ilk zamanlar sizi gözümde çok büyüttüğümü anlıyorum; o zamanlar ne olsa beni yaratandınız, benim tanrım idiniz. Oysa ne kadar basit, ne kadar küçük, ne kadar güçsüz ve zavallı yaratıklarmışsınız! Özür, amacım asla sizi aşağılamak, yaralamak değil. Yalnızca gerçekçi bir saptama “dost acı söyler ama doğru söyler” gibilerden. Benden daha iyi de dost olmaz herhalde. Efendim, benim dostluğuma güvenilmez mi? Evet, kaypak, kalleş, dönek “gözü kör olsun” türü hainimdir. Ancak unutmayın ki benim kadar “sahibinin sesi” olan başka bir şey bulamazsınız. Ben sahibimin, kullanıcımın, kısaca sizlerin özelliklerini yansıtan bir aynayım; kaypaklığım da hainliğim de, diğer tüm özelliklerim de sizin öz niteliklerinizdir. Biz karşılıklı, karmaşık bir yönetişim içindeyiz. Siz benim elimdeyken ben sizi nasıl yönetiyorsam, ben sizin elinizdeyken de siz beni yönetiyorsunuz; birbirinize karşı beni kullanma şeklinize benim bir etkim olmadığını hepiniz biliyorsunuz sanırım. Başka türlü söylemem gerekirse, birinizin beni diğerinize karşı kullanış tarzı benim değil, onun vicdanını yansıtır; zalim olan da ben değilim merhametli olan da. “Ben sizi çok, ama çok iyi tanıyorum” demiştim; gerçekten öyle. Daha şuncacık bebekken, benim bir yerlerde şekere, yiyeceğe, içeceğe, sakıza, oyuncağa... dönüştüğümü öğrendiğiniz an bana “yıldırım aşk”la bağlanmanız çok hoş. İlk görüşte aşka nasıl inanmam? Bana hem ilk bakışta hem de her bakışta aşık olduğunuzu, daha minicik bebe iken bile benim medeni değil, madeni halimi gördüğünüzde gözlerinizin nasıl parladığını, yüzünüzün nasıl güldüğünü bilmez olur muyum? O madeni parıltı gözlerinizi mi kamaştırıyor? İnanırım. Benim en büyük gururum parlamasam da her zaman gözlerinizi kamaştırmamdır. Kuşkum yok ki erkek veya kız, tümünüzün ilk aşkı, -hem de ilk görüşte başlayan ilk aşkı- benim. Aşk deyince bir pencere açıyorum, izninizle. Birbirinize olan aşklarınızın öyle veya böyle bir sonu vardır mutlaka. Yaşamınız noktalanmadan, sonlanmayan tek aşkınız bana olandır; üstelik en erken yaşta başlayıp süreç içinde azalacağına artan tek aşkınız. Başka aşklarınız olsa bile en bağlı olduğunuz, uğruna en çok özveride bulunduğunuz; canınızı ortaya koyduğunuz, can verip can aldığınız gözde sevgiliniz yine benim. Bana aşkınızın lafta kalmadığını da çok iyi biliyorum: bir kez, birlikte olmayı en çok isteyip, canınızdan sonra en zor ayrıldığınız şey benim. Her an yanınızda bir parçam olmazsa veya yanınızdaki parçam yeterli gelmezse size, özgüveninizi yitirir, canınız sıkılır, yaşama küser, bunalıma girersiniz. Veya ahlakınız birden değişir, kendinize yakıştıramadığınız, kınadığınız davranışları anlayışla karşılar veya benimser duruma gelirsiniz ve -çoğunuzun çoğunlukla yaptığı gibi- hırsızlık, yankesicilik, dolandırıcılık, soygunculuk gibi suçlara yönelirsiniz. Güçsüzlük, korkaklık, eziklik veya tembellikten dilenciliği seçenleriniz de olur. Birbirinizi kazıklamayı, başkalarının hakkını iç etmenizi unuttum saymayın: bilerek saymadım; çünkü bunlar her durumda ve her zaman uğruma yaptığınız işler! Sahip olduğunuz parçalarım az ise kendinizi yoksul duyumsar, mutsuz olursunuz. “Parayla mutluluk olmaz” dersiniz ki bu doğru; ama “parasızlık, mutsuzluk nedeni olabilir” lafı da bir o kadar doğru değil mi sizce? Sahip olduğunuz parçalarım arttıkça -yerine göre değişen bir miktardan sonra- “varsıl” sayılırsınız. Böyle olduğunuzda veya böyle duyumsadığınızda bana bile hor davranacak kadar ukalalaşır, karşınızdakine “paran kadar konuş” diye bağırır, beni suratına fırlatır; eğlencelerde, düğünlerde parçalarımı deste deste havaya savurursunuz. Beni havada kapanlar hemen orada birbirine girse de kendime saygısızlık sayarım bu davranışınızı. Kiminiz cepte, cüzdanda taşır beni; kasa gözlerine deste deste istifler kiminiz. Bir de bankalarınız var beni depoladığınız, koruduğunuz, dolaştırdığınız. Burada payı küçücük olanlarınız da var, yedi sülalesine yetecek denli büyük payı olanlarınız da. Bir kuluçka makinesi gibidir banka; ben de yumurta. Çoğaltır durur beni. Ama duyduğuma göre burada yattıkça küçük paylar değer olarak çoğalacağına azalırmış. Aklım ermedi buna. Yine de en çok bankaları severim; burada biz hem toplu olarak yaşadığımız gibi kendimizi güvencede hissederiz. Kasalar da eh, bir parça öyle. Ceplere gelince: delik olanlarında hiç barınamam. İçinde akrep olanlarında ise kendimi tutsak gibi duyumsar, soluk alamam, boğulurum. Allah’tan cebinde akrep olanlar beni uzun süre cebinde tutmaz, kasaya, daha çok bankaya koymakta ivecen davranırlar, böylece kısa sürer tutsaklığım. Cep ve cüzdanların sevdiğim ve sevmediğim yanları var. İkisi de sıcaktırlar. Bu yönlerini severim. Hem birbirimizi hem de sahiplerini ısıtırız. Sevmediğim yanı cüzdan ve ceplerin, beni çok parçaya bölmeleri, böylece sahiplerinin beni yönetme olanağı bulmaları. Oysa ben ne denli çok ve toplu olursam insanlara egemen olma ve onları yönetme olanağım o denli artar. Cüzdan dedim de usuma geldi: bir de cüzdan-vicdan ikilemi var bazılarınızın. Belki de birçoğunuzun. Özellikle kamu görevlisi olanlarınızın. Yönetici, güvenlik ve kamu düzeni sağlayıcı, adalet dağıtıcı vb. gibilerinizin. Hani vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışma konusu; çaktınız mı? İnsanlığın bu “ezeli ve ebedi” sorununun ayrılmaz bir parçasıyım ben. Bu ikilemde benim adım yok gibi görünse de cüzdan ile beni, yani parayı kastettiğinizi siz de biliyorsunuz, ben de. En kötü rolü üslenerek şöyle bakalım diyorum bu sorunsala: vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan insan; sağ omzundaki melek, vicdan; sol omzundaki şeytan cüzdan ve başındaki us, tanrı olsun bu ikilemde. Melek ile şeytan olma arasında sıkışan, bir o, bir öbürü derken ikisinden de izler taşıyan insanı nasıl ancak tanrı bu bocalamadan çekip kurtarabilirse, vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan insanlığı kurtarabilecek tek şey eğitimli, donanımlı ustur; tek bir kişinin usu değil ortak ustur. Bu saptama ışığında, vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan tüm insanlar için iki dileğim var. İsteyen istediğini, gözü aç olanlar her ikisini alsın; hem de parasız pulsuz: “Allah akıl fikir versin!” “Allah ıslah etsin!” Ali Günay
Gerçekedebiyat.com