Belirteceğim kısaca şu: Demokrat, demokrasiden yana olan diye bilinmektedir. Demokrasi, asla eşit olmayan toplumsal sınıfları “yurttaş” hukuku ambalajı içinde eşit gösteren, halkın yönetimini belli aralıklarla yapılan seçime, seçimi de sandık oyunlarına indirgeyen, kamunun anahtarını sandık galibine koşulsuz teslim eden; belki deyiş uygunsa her şey zannedilip, bir şeye benzemeyen, Platon’un söylediği gibi “en az iyi olan siyasal rejim”dir.

Yanlış anlaşılmasın; sorun yurttaş hukukunda değil, neşteri toplumsal sınıflara -egemen sermaye sınıfına- vurmadan “eşitlik” yanılsaması yaratılmasında ve serbest, eşit seçimin öncesi ve sonrası süreçlerden kopuk şekilde sandıktan ibaret sanılmasındadır.

Demokrat’ın demokrat kalarak varlığını sürdürmesi dönemi kapanmıştır. Kapılar sadece geriye açıktır.

Demokrat’ın demokratlığını besleyen sınıfsal ve sistemsel dinamikler, 19. yüz yılın başlarından itibarensanayi devrimini tamamlayıp kapitalizmin bir dünya sistemi sürecine girmesini takiben “ilerici barutunu” yitiren burjuva devrimlerle birlikte tutuculaşma, despotlaşma eğilimine girmiştir.

Bu eğilim elbette tüm ülkelerde eşzamanlı gerçekleşmemiştir. Zira toplumsal evrim içinde her ülkenin, milletin anti-feodal, ulusal, “kurtuluş” programlarının/şartlarının farklı tarihsel dilimlerde gündeme gelmesi, burjuva- demokrat hareketlere tanım gereği ilerici bir nitelik yüklenmiş olsa bile, son derece özgün bir dönem ve mevzi bir amaçla özdeşleşmiştir.

Despotlaşmayı giderek yürütmenin kuvvetlendirilmesi, tutuculaşmayı bir statüko bağımlılığı biçiminde anlamak doğrudur.

Eskitip -kolonist- sömürgecilik çağında ülkeler yalıtık, tekil, kapalı birimler olarak vücut bulmuşken sömürü ve yönetim, genellikle açık işgal, askeri zor ve dışardan müdahaleye dayanıyordu. Feodalizmin tasfiyesi aşamasında halk sınıflarının muhalefetine öncülük eden burjuvazinin, pazarı ele geçirmesi, iktidar hakimiyetini sağlaması, yeni devletin/düzenin - kapitalizmin- egemen sınıfı konumuna geçmesiyledir ki, daha ileriye atılım basıncını sürdüren emekçi halka ihaneti başlamış, derhal feodal kalıntılarla ittifakını tazelemiştir.

Artık karşımızda emperyalist kapitalizmin üretim ve mülkiyet ilişkilerinin geçerli olduğu bir dünya sistemi yer almaktadır. Sistem; çıplak zordan önce ya da onu kamufle eden yöntemleri ihmal etmeden, genellikle yerel işbirlikçiler yaratarak ekonomik, politik, kültürel, ticari, askeri, diplomatik “barışçıl”, “yumuşak” ilişkiler,organlar, mekanizmalar ağı ile ulusal ve uluslararası hükmünü yürütmektedir. İşte her türden demokrat’ın karakterini, ufkunu, misyonunu bağlayan maddi kaynak/faktör budur!

Demokratın bütün ilericiliği(!) ütopik bir varsayıma bel bağlamasıdır. İlkesel bir kopuş söz konusu değildir. Yani temelden düzenle bir çelişki taşımaz, en fazla düzenin ıslahına/onarımına yönelik bir sorunsalla yaşar.

Özetle demokratın sınıfsal tabanı, ideolojik donanımı, siyasi yönelimi onu en iyimser bakışla ikircikli, oynak, zikzaklı bir zemine çeker.

Demokrata ilişkin bir başka yanılgı da, onun anti feodal mücadelede; emeğin özgürleşmesi, feodal çitlerin yıkılması, kilisenin uhrevi alana itilmesi gibi başlıklarda oynadığı rolden hareketle, bugünün anti tekel mücadelesi arasında paralellikler kurulmaya çalışılmasıdır.

Rekabetçi kapitalizmin ideal yönetim biçimi olarak kabul edilen temsili demokrasiyi öldürdüğü öngörülen tekelcileşmeye karşı çare; serbest pazar, insan hakları, özelleştirme, devletin küçültülmesi, gerçekliğin alt yapıdan koparılmış yorumu gibi sütunlar üzerine kurgulanmış yeniden “demokrasi”dir.

Tekelci kapitalizm, bazı çizgileri ile “yeni-feodalite”yi andıracak özellikler kazanmıştır. Sözgelimi her olay ve adımda dinin referans alınması, tüccarlığın en makbul meslek muamelesi görmesi ve kral/imparator/padişah tarzı bir saltanatın Saray şemsiyesi altında olağanlaşması…

Dahası devlet legalitesini/yeknesaklığını aşındıran “özerk” kaleler misli Diyanet İşleri Başkanlığı, tekellerin mabedi plazalar, tarikat şeyhleri yahut da mafya liderleri gibi farklı otorite ve etki odaklarının oluşması ya da temayüz etmesidir. Düzen hepsiyle bir bütündür; demokrat için ise, “arızalardan” ibarettir. 

MUHAFAZAKARIN DEMOKRATI: ALDATAN ALDANIR! YA DA ÇÜRÜMENİN DÜELLOSU

Bunun günümüzden çarpıcı bir göstergesi, 20 yıl önce kendisini demokrat serisinden beğendiği sıfatla  “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayıp “ılımlı İslam” pazarlayarak yola çıkan ve “demokrasi tramvayından” ilk istasyonda ineceğini ilan eden Tayyiban siyasettir. Ulusal, Hristiyan, Müslüman, devrimci, sosyal vs. demokrat ortak paydasından “muhafazakar”ın seçilmesi aslında isabetli olduğu   kadar, en aldatıcı olanıdır da...Kendince derinlerdeki her ikilemin panzehiri olan bir görüntü oluşturmuştur.

Bilim, emek, doğa ve kamu düşmanı; başta M. Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucu kadrolarına karşı iflah olmaz inkârcılık içinde, dogmatik, rantçı ve fırsatçı, ünvan düşkünü, Ortaçağ zorbası, parçalayıcı bir emperyal projenin Türkiye’yi dünden daha iyi bir yere taşıyamadığı nettir. Hem emperyal hem proje oluşun en belirgin işareti,Ortadoğu’yu ülkemizi de kapsayacak şekilde “Büyük İsrail” merkezli mezhep, alt-kimlik ve stratejik konuma göre yeniden devletçikler ikame ederek parselleme planı olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını, taşeronluğunu benimsemektir.

Dayatmacı “Şahsım devlet-yönetim sistemi” ile Türkiye’yi uçuracağını, iki başlılığa son vereceğini, işlere hız kazandıracağını iddia edenler, tam tersine yaz-boz tahtasına çevirdikleri ülkeyi karanlık bir tünele, kaosa sokmuşlar; “istediği her şeyi vermekle” övündükleri koalisyon ortaklarıyla an gelip tutuştukları tam hakimiyet çatışması ile taşlarını döşedikleri darbe sarmalında Cumhuriyeti boğazlama “lütfuna” kavuşmuşlardır.

Öbür yandan da yoksulluğunu haykıran halkın yoksulluğuyla alay edercesine sabır ve iman imtihanı vaazında bulunmaktan, “askıda ekmek”e muhtaç duruma düşürmekten hicap duymamışlar, babalarının çiftliği gibi at oynatarak Lale bahçelerinde günlerini gün etmenin zevk-i sefasına kapılmışlardır.

İki başlılığı bırak “baş” kalmamış, meclis etkisiz/yetkisiz bir çatıya dönmüş, işlerin hızı bir yana yürütümü kukla elemanların reklam heveslerine malzeme yapılır olmuş; neredeyse Türkiye’nin iradesini, milletin egemenliğini atanmış saray memuru/danışmanı liyakatsiz, cahil, çıkarcı bir tayfa ve kayyumlar temsil eder güce erişmiştir.

Zaten teorik olarak sakat olan tek kişide toplanmış erkler birliği formülü ve yapısal sorunları aşmanın sihirli denklemi “hız” arasında kurulan mistik ya da otomatik ilişkinin pratikte iflası ortaya çıkmıştır: 150 yılık parlamenter deneyim özünden çökertilerek günah keçisi yapılma kolaycılığı/kurnazlığı yeğlenmiş; kusuru hep başkalarında arayan, sürekli gerilim ve suçlu üreten bir halet-i ruh içinde ya da “dava” kodlu bir ideolojik angajman içinde, ikbal uğruna her yolu kendisine mübah gören ben-merkezci, zehirli bir dilin sahibi kişiliğinhezeyanları altında halkın dayanışması, birliği dinamitlenmek istenmiştir. Dünyada itilen-kakılan, tüm komşuları ile çatışmalı, “monşer”liğe değil elçiliğeterfi için makul doz rüşvet şaibesinin karine sayıldığı, kara gün güvencesi “ihitiyatakçesi”nin dahi çar-çur edildiği, parası pul olan yorgun ve yaralı ülkemize tam da şu sıralar pençesini geçirmiş korona salgını tüm olumsuzlukları örtecek bir şal gibi kullanılmaya kalkışılmış, ne yazık, acı can kayıplarının yayılmasının önüne geçilememiştir.

RECETE: “ASKIDA EKMEK”,  YETMEZ “ACI İLAÇ”

Halkın direncini kıran, moralini bozan, bir çeşit gönüllü teslimiyete yol açan bulaşıcı bir tehlike tek tek hepimizi ölümcül girdabına çekmektedir.

Kin, nefret, korku ve şiddet jeneratörü, çoksesliliğin celladı bir zihniyetin melanetleri, ihtirasları,zaaf ve saplantılarının cenderesinde kıvranan sevgili ülkemizin sancılarını yüreğimde ve fikrimde hissederek yazıyorum. Her alanda; işsizlik, gelir dağılımı, yoksulluk, pahalılık, özgürlüklerin ve hakların budanması, katılım ve denetim kanallarının kısıtlanması/imhası, tarım başta olmak üzere üretim kaybı, dışa bağımlılığın ve borçlanmanın artması gibi alanlarda mutlak geriye düşülmüştür.

Ama baskıda, keyfiyette, piyasacılıkta, adaletsizlikte, koruma ve kayırmacılıkta, tertip ve manipülasyon imalatı ustalığında sınır/ölçü tanımamakta ise bilhassa cüretkar davranılmıştır.

Tekrarlıyorum: Saray’dan başlayarak devlet ve devletimsi kurumların, bankaların, finans kuruluşlarının, dalkavuk havuz medyasının sahiplerine, üst düzey yönetici ve reissever kalemlerine, Saray militanı masalcı öğretim görevlilerine, tarikat ve cemaat mensuplarına, türedi ya da kıdemli şirketlere sağlanan büyük servet, sermaye ve imtiyaz transferleriyle, ballı maaşlar ile, bir avuç mutlu azınlık zengini kat be kat zenginleştiren ekonomi-politik karar ve fiili uygulamalarla itaatçı, hurafeci, halk terbiyecisi ve muhalefet zaptiyesi yepyeni asalak, şımarık, görgüsüz, betonkolik ve dövizkolik bir sosyete yaratılmıştır.

Türkiye’de demokrat ise, bu zincire ya da hikayesini özetlediğim bu tabloya eklemlenmiş; soyut, biçimsel bir demokrasi olabileceğini zanneden bukalemun türünden liberaller, sığınmacı ve kimlikçi zavallılardır.

Üstüne üstlük yerdikleri “toplum mühendisliği”ne ortaklıktan sabıkalıdırlar. Bunların pek çoğunun halen yaban topraklardan “demokrat” yakarışlarının kuşkusuz ibretlik bir anlamı vardır ama daha ibretlik olan “yerli ve milli” sığınmacılığın yeni ve güncel şeklidir.

Yeni sığınmacılık, kirli ve ahlak yoksunu mafyatik yapılarla kol kola, kraldan çok kralcı söylemle “beka” senaryosu adına Tayyiban vesayetin kuyrukçuluğuna bürünmüş; şahsım devlet-yönetiminin payandalığını üstlenmiştir.

Toparlıyorum. Toparlamayı başka bir yazıdan yapmak istiyorum:“Sınıfların bir sözlüğü, kavramların bir tarihi vardır. Kavramı tarihinden, sınıfı sözlüğünden koparırsanız; bünyenin uzuvlarını kesmiş olursunuz. Takacağınız protezlerle kavramları değil, bünyeyi onarmış olursunuz.(Onarılan orijinalitesini yitirmiş demektir. d.t).Demokrasi ve demokrat burjuva kültür cephaneliğinin damgasını taşır. Demokrasi ve demokratı rehabilite etseniz bile tarihi ve sözlüğü değiştiremezsiniz.Değiştirirseniz zihninizdeki ‘gerçeklere’ uygun olgu icad etmiş olursunuz. Kaldı ki olgular aynı olgulardır. Burjuva ihtilalcisi, burjuva demokrasisi, burjuva mücadelesi ayrı kategorik özelliklerini tarihen tescil ettirmişlerdir. Tersi konumlanış, yani sosyalist ihtilalci, sosyalist demokrasi,sosyalist mücadele, toplumsal evrimin burjuva aşamasının ileriye açık cephesini omuzlayarak başlamıştır. Lenin’in ifadesi ile ‘Marksizm, her ulusal kültürden yalnızca tutarlı bir şekilde demokratik ve sosyalist olan ögeleri almıştır.’ … Kavramlar burjuvaziye yabancılaşmamıştır, burjuvazi kavramları ile birlikte toplumsal ilerlemeye yabancılaşmıştır. …Burjuvazinin unutulmaz ‘ihaneti’, tutarlı demokratları, jakobenleri giyotine göndermesidir.” (Onur ERK, “ ‘Demokrat!’ Eleştirisiz Eleştirmen”, Toplumsal Kurtuluş Dergisi, sayı: 34-35, 1990, syf. 37)

Jakobenlerin tüm “suçu” tarihi ileriye çekmek, tarihi akışın önündeki bentleri kaldırmak, başka bir deyişle tarihi hızlandırmak için omuz vermek, çelik bir irade koymaktır. Besbelli gerek demokrat, gerek demokrasi tarihen doğuş amaçlarının/anlamlarının artık dışına düşmüştür.

Ey Türkiyem, her şeye karşın namuslu, çalışkan, özverili emekçi halkına güven! Onların yurtsever, ilerici, devrimci sosyalist, komünist yiğit evlatlarından umudu kesme! Özgür, sömürüsüz, adil ve gönenç içinde bir gelecek inşasını başaracağımıza inan!

*Bu yazı Yeni Gelen dergisinin Aralık 2020,31. sayısında ve gerçekedebiyat.com'da yayımlanan “Hoca ve Hoca” başlıklı yazıya ektir. O yazının hacmini ve temasını zorlamamak için değinilmeyen bir kavrama ilişkindir.

Durmuş Tiryaki
Gerçek Edebiyat

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)