onur-bilge-kula-demokrasi-8052025202443.jpg


CHP’nin Van buluşması nedeniyle, Atatürk’ün demokrasi, özgürlük ve eşitlik kavramlarına bakışını ele almanın yararlı olabileceğini düşündüm.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı büyük utkuyla sonuçlandıran tüm Anadolu halkının özverili savaşımının ürünü olan çağdaş Türkiye’nin insan hak ve özgürlüklerinin doyasıya yaşandığı bir ülke durumuna getirilmesi güncel bir görevdir.

Bu görevi yerine getirmenin önkoşulu, Anadolu kültüründe derin kökleri olan eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarının toplumsal-kültürel yaşamda etkinleştirilmesi için kapsamlı ve kalıcı çalışmaların önyargısız ve eleştirel bir yaklaşımla yapılmasıdır.   

Eşitlik, özgürlük ve adalet kavramları, demokrasi kavramının özünü ve ereğini oluşturur. Her toplum, toplumsal bilinci, savaşım gücü ve istenci ölçüsünde özgürleşir, eşitleşir.

Söz konusu nedenle, bu kavramların belirginleşmesi ve toplumsal kültürel yaşamda etkinleştirilmesi, toplumun bilinç yetkinliği ve savaşım kararlılığına bağlıdır.

Çünkü bu kavramların toplumsal-kültürel yaşamda edimselleştirilmesinde toplumsal özyapı ve yaşam anlayışı belirleyicidir; bunun dışındaki etmenler belirleyici değil, etkileyicidir.

Öte yandan, her kavram gibi, demokrasi kavramı da sürekli gelişir ve toplum tarafından içselleştirildiği ölçüde yetkinleşir ve yaşam tarzına dönüşür.  

ADALET BAĞIMSIZLIK ve ÖZGÜRLÜĞÜN GÜVENCESİDİR

Bilimin yol göstericiliğinde uygarlaşma ve çağdaşlaşma uğraşını amaç edinen Atatürk’ün anlatımıyla, çağdaş ve düzenli bir devlet aygıtı, “eski yasalarla” işleyemez.

Adaletin hızlı dağıtımını ve edimselleşmesini sağlamak zorunludur. “Adaletle hüküm uygulamayan hükümet çok kötüdür.”

Bu nedenle, Yeni Türkiye artık “zamanı ve gereksinmeleri gözetmeyen” Mecelle anlayışıyla yönetilemez.

Atatürk, yargı bağımsızlığını ve hukuk devleti kavramını çok önemser. Bu anlayışını şu sözlerle dile getirir: “En uygar uluslar düzeyinde hukuk hükümleri iyileştirilecektir.” “Arkadaşlar, bir yönetim, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük, her şey adaletle ayaktadır” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 14, s. 365- 366).

KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ ÖNCELİKLİ AMAÇTIR

Eşitlik, toplumsal-kültürel demokrasinin oluşturucu öğesidir. Eşitlik kavramı, eşit yurttaşlık ve bunun doğal sonucu olan kadın erkek eşitliğini içerir ve böylece yaşam tarzına dönüşebilir.

Dolayısıyla, çağdaş Türkiye’nin en büyük kazanımlarından biri olan eşit yurttaşlık ve kadın erkek eşitliği asla küçümsenemez.

Eşit yurttaşlık, her yurttaşın eşit koşullarda bireysel yetenekleri ve becerilerini geliştirmesinin ve böylece toplumsal konumunu oluşturmasının güvencesidir.

Bu nedenle, Mustafa Kemal Atatürk’ün eşitlik kavramına bakışını kısaca ele almak yararlı olabilir.  

Atatürk 'Bursa Sultani Mektebi’nde Konuşma'nda (23 Ocak 1923) özellikle kadın erkek eşitliğini öne çıkarır ve bu konuda şunları söyler: Kadın ve erkek, “bu iki parça her bakımdan birbirine denk olmak zorundadır.  Aklın, mantığın, doğanın ve dinin de buyurduğu şey budur.” Bu iki varlık arasında söz konusu olan bu eşitlik ya da Atatürk’ün deyişiyle, bu denklik, “toplumun geneli için de söz konusudur.  Dolayısıyla, kadınlarımız, erkeklerimizle bilimde, fende, etkenlikte denk olacaktır.” Bir başka anlatımla, “aynı olgunluk derecesine ulaşacaklardır. Biri diğerinden aşağı kalmayacaktır ve yaşam ve etkenlikte beraber olacaklardır” (cilt 14, s. 375- 378).

Kurtuluş Savaşı sırasında kadınların da erkekler denli çalıştığını, sabanıyla tarlasını sürdüğünü, bağını temizlediğini, sütünü sağdığını, pazara gittiğini, kağnı ve benzeri araçlarla “cephane taşıdığını” vurgulayan Atatürk’ün deyişiyle, kadınlar, “toplumun gücü için, yetkinliği için, her türlü yüksek ulusal amaçlara ulaşılması için, erkeklerle beraber olmak ve beraber çalışmalıdır.” Nitekim kadınlar öyle yaptıkları için “konumları çok yüksektir.” Erkekler, “onları her zaman bu hürmet konumunda görürler” ve saygı gösterirler.

Kadınların toplumsal-kültürel yaşamdan soyutlanmasına, kapatılmasına karşı ilkeli olarak savaşım verilmesi gerektiğini söyleyen Atatürk’ün anlatımıyla, kadınlarımızın “genel çalışmaya katılması için hiçbir engel, hiçbir dinsel yasak yoktur.” Kadınların da bilimsel eğitim görmeleri gerekir. Böyle bir eğitim gören kadınlar hem kendilerine, hem de her bakımdan topluma yararlı olacak ve erkeklerle birlikte “parlak bir geleceği” hazırlayacaklardır (Atatürk’ün bütün Eserleri, cilt 14, s. 376- 378).

Atatürk’ün ‘İzmir Hükümet Konağı’nda Söylev’deki/Nutuk’taki[1] (27 Ocak 1923) anlatımıyla, bir ulusun başarısı, “mutlaka bütün ulusal güçlerin bir yönde” toplanması ve yürümesiyle olanaklıdır. Yeni Türkiye’nin başarısı, diyesi, Kurtuluş Savaşı’nı kazanması, “ulusal güçlerin birleşmesi ve işbirliği” yapmasıyla sağlanmıştır. İzmir’de ulusal güçler bir “namus cephesi” kurmuştur. Namus cephesi “hiçbir zaman yıkılmaz, yenilmez” (cilt 14, s. 396- 397). 

ATATÜRK’ÜN DEMOKRASİ ve ÖZGÜRLÜK KAVRAMI 

Atatürk, Cumhuriyet’in tümleyicisi ve geliştiricisi olan “demokrasi” kavramını her zaman vurgulamıştır. Örneğin, 23 Haziran 1923’te Rus Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Sefirine verdiği yanıtta “Bizim ulusumuz esasen demokrattır” demiştir.

“Demokrasi, insan soyunun umududur” belirlemesini yapan Atatürk, 18 Aralık 1930’da İstanbul Cumhuriyet Halk Fırkası ve Türk Ocağı’nı ziyaretinde “Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak sizin görevinizdir… Cumhuriyet’i, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Cumhuriyet ilkelerini sevdiriniz” der ve tüm kurum ve kuruluşlara cumhuriyet ve demokrasi kavramlarını tanıtma çağrısı yapar.

Mustafa Kemal Atatürk ‘Amerikan Ulusuna Bildirge ve The New York Herald Gazetesi Muhabiri İle Söyleşi’de[2] (23 Ocak 1923)  demokrasi anlayışını belirginleştirir. Türk ulusunun da “özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi” uğruna savaşım verdiğini dile getiren Atatürk’ün anlatımıyla, Türkiye’nin “gelecekteki yönetim şekli sözcüğün tam anlamıyla demokratik olacaktır.” Egemenlik, halkın olacak ve halkın seçtiği üyelerden oluşan Ulusal Meclis tarafından uygulanacaktır. Türk ulusu, “bir yüzyıldan beri demokratik temeller üzerine kendi yönetimini kurmak için dehşetli çalışmaktadır.” 

Öz anlatımıyla, Atatürk’ün “en ciddi emeli, Türkiye’nin öz kültürü ile uygun düştüğü derecede Batı uygarlığından ve Batı bilimi ve ticari ilerlemesinden” yararlanmasıdır. Yüzyıllardır geri bıraktırılan Türkiye, “Batı’nın çağdaş uygarlığında ne varsa kabul ederek, kendi eski kültürünü yetkinleştirme konusunda özgür olacaktır.” Türkiye’nin bütün yurttaşları, dolayısıyla “Türkiye’deki tüm Hıristiyanlar, Müslümanlarla eşit hukuk ve korumaya” sahip olacaklardır. İnançlarından dolayı “baskı” görmeyeceklerdir.

Ayrıca Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri, “kadın ve erkek arasında yasal ve toplumsal tam eşitliği” sağlamaktır. Kadınlar, “Bağımsızlık Savaşı sırasında cesaret ve özverinin en üstün özelliklerini” sergilemiştir.

Eğitim ve bilim öğrenmeye çok isteklidirler ve hatta “şimdiden bilim ve edebiyat sahalarında başarılar” kazanmaktadırlar. Kadınlar da artık “Anadolu’nun her yanında pek çok sanayi kuruluşlarında” çalışmaktadırlar. Kadının “zorla köşeye çekilmesinin, aile yaşamını mahvettiği yerde hiçbir ilerleme olanaklı değildir.”

Silahsızlanma ve sürekli barış, Atatürk’ün değerlendirmesi uyarınca, “ancak ve ancak büyük devletlerin devlet adamlarının, büyük ve küçük bütün uluslarının bağımsızlık ve gelişme haklarına eşit surette sahip olduklarını kabul etmeyi öğrendikleri zaman olanaklı olacaktır.”

“Yaşamımın en mutlu anı, Yunan ordularını Afyonkarahisar ve Dumlupınar Meydan Muharebeleri’nde yok ettiğim ve ülkemin kurtulduğunu bildiğim andı” diyen Atatürk’e göre, Türk halkı “özgürlüğüne öyle bir tutkuyla bağlıdır ki, onu korumak için her türlü özveriyi yapmaya hazırdır.” Türk halkının en iyi özelliği, “verdiği sözlere bağlılığı, arkadaşlarına olan vefası ve ülkesinin bağımsızlığına olan sarsılmaz düşkünlüğüdür” (Cilt 15, s. 20- 24).

Yaşamı sürekli bir savaşım olarak tanımlayan, başarının ancak savaşımla elde edilebileceği ilkesinden yola çıkan Atatürk’ün anlatımıyla, insanlığın gelişim sürecinde “görülen her şey kadının eseridir.” Bir toplum “ilerlemek, uygarlaşmak ve gelişmek isterse”, kadın erkek eşitliğini sağlamak zorundadır.

Yaşamak demek “yükselmek denektir” ve bu kadının eşit ve özgür olmasıyla, bilim ve teknik yolunda ilerlemesiyle olanaklıdır.  Bu nedenle, kadın “erkeklerin geçebileceği bütün öğrenim aşamalarından geçecektir.” Böylece her türlü bilgi ve bilimi edinecektir.

Sonra kadınlar “toplumsal yaşamda erkeklerle beraber yürüyecektir.” Biz “adam olmak istiyoruz. Bizi adam edebilecek analarımız olmak zorundadır.” Ülke, ulus, “bağımsızlık, egemenlik, onur, her ne diyorsak, her güzel şey” yalnız ve ancak kadınların bilgi ve görgüsüyle olacaktır.

ATATÜRK: TEK ADAM YÖNETİMİ, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELDİR 

Atatürk’ün belirlemesiyle, çağdaş ve uygar bir yönetimin bütün amacı, “toplumun varlığını korumak” ve ilerlemesini sağlamaktır. Toplumsal ilerleme ve uygarlaşmanın olanaklı olabilmesi için, “bir adamın, bütün ulusa egemen olduğu, zorbalık ettiği, bütün bir ülkeyi malikâne kabul ettiği ve ulusu kendi buyruğuna koşulsuz bağımlı bir köle sürüsü gibi gördüğü” bir yönetimin olmaması gerekir. Ancak insanlık her zaman “zorbalarla” karşı karşıya kalmıştır; insanlık bütün varlığını “bu zorbaların elinden kurtulmak” için kullanmıştır.

İnsanlık tarihinde her güzel şeyin karşısına “mutlaka kötü/çirkin bir şey” çıkar. Bu ilke bugün de geçerlidir. “Hiç kuşku yok ki, ulusumuzun egemenliğini bir kişide yahut çok sınırlı sayıda kişilerin elinde tutmaktan çıkar bekleyen bilgisiz ve aymaz insanlar vardır… Efendiler, artık yeter, bu ulusun çektiği felaketler çoktur. Bu ulusa acımak gerekir. Bu ulusu şunun veya bunun çıkarı için şu ve şu yönlere, karanlıklara yöneltmek ayıptır, rezalettir ve günahtır. Bunu artık yaptırmayacağız” (Cilt 15, s. 68- 75).

Bütün bu açıklamalar, kadınların özgürleşmesini en öncelikli amaç olarak gören Atatürk’ün demokrasi, özgürlük ve toplumsal eşitlik kavramlarının ne denli sağlam ve derin bir bilinçten kaynaklandığını göstermektedir. Söz konusu nedenle, Atatürk’ün demokrat olmamakla eleştirenler, önce özlerini eleştirmekle işe başlamalıdır.       


[1] Yayıma hazırlayanlar: Nejat Kaymaz vd. (2007): “Atatürk’ün Bütün Eserleri”; cilt 14 (1922- 1923), Kaynak Yayınları, İstanbul

[2] Yayıma hazırlayanlar: Nejat Kaymaz vd. (2010): ‘Atatürk’ün Bütün Eserleri’; cilt 15 (1923), Kaynak Yayınları İstanbul

Onur Bilge Kula
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler