Girdap / Haydar Uzunyayla
Ne sevme ne sevilme karşılıklı beklenti içermez ve eskiye, düne, hatta biraz önceye ait ne varsa unutulur… Unutmak yaşamın en güzel özelliklerinden biri değil midir?
İnsanın yenilikleri, devrimleri ve barışı sürdürme yeteneği sınırlıdır. Bunu da kendi elleriyle, istek ve iradesi dahilinde sınırlar. Sözgelimi savaşlardan, karmaşadan, tuzak ve sınırlardan sıyrılıp sürekli bir huzura ulaşmayı asla başaramıyor. Düzenler kurar düzenler bozar, çağ açar çağlar kapatır, reformlar yapar ama her defasında yeniden “Ben avcıyım, sen av; budur dünyanın düzeni…” Ya da, “Ben çobanım sen sürü…” kuralını eksiksiz uygulayarak başladığı yere döner ve yarattığı devrimlerin ve yeniliklerin üzerinde uyumaya başlar. Sonra da zaman içinde kirli renkte solucan halini alıp, sürünmeye elverişli bir yaşam yaratır kendine… Bozulur, çürür, çürütür, parçalar ve eskiyi aratmayacak şekilde farklı bir formda yeniden ortaya çıkar. Sonra tekrar inşa eder, tekrar parçalar, doğar-ölür ve böyle sürüp gider… Daha vahimi, hayatın seyrini ve “yaşamak için yönet ya da öldür” ölçütünü, tıpkı bir sarhoşun - kederini ve sevincini dile getirdiği- peltek sözcükleri gibi katı şekilde tekrarlar durur ve bataklığa saplanmayı teşvik eder… Evet, bir kez daha tekrarlamak gerekirse: İnsan bataklıklar yaratmanın gönüllü teşvikçisidir, çünkü bataklıklar, karanlıklar, dehlizler, gölgeler ve gürültüler insanı çeker ve bu tür yerlerde aldanma, aldatılma, ihanet, vahşet, bedeni zevkler, sahip olmak ve benzeri kusurlu özellikler fazlasıyla doyurulur. Buralarda her şeyden biraz biraz var… Biraz keyif, biraz hareket, biraz kibir, az adalet ve çok kargaşa, yalan, sahtekarlık, kirlilik… Kimin canı ne istiyorsa, oraya doğru sürüklenebiliyor. Ateşe vermek veya boğulmak veya karın doyurabilecek ya da haz duyulabilecek bir yer mutlaka vardır buralarda ve kuşkusuz bunun en önemli nedeni, insanın kendi varoluşunu bataklıklarda arama isteği ve arzusudur. Ama bu büyük yanılgıdır… Dehlizlerde ve bulanık sularda yücelik bulunmaz. Buralarda sadece sülük yaşamlar boy verir. Hayatın yüceliği zirvelerdedir… Zirveler geçmişle geleceğin, düş ile gerçeğin ayrıştığı yerlerdir. Keşfedilmemiş sınırlara ulaşmanın yeridir zirveler ve onlar yaşamın sunduğu en güzel armağandır insana. Buralarda taşların arasında açan çiçeklerin içinde oturmak en güzel an değil midir? Renklerin zenginliğine ve güzelliğine orada hayran olmuyor muyuz? Özgürlüğün gerçek ritmini buralarda hissetmiyor muyuz? Kuş sürüleri, çiçekler, güller, börtü böcek, hayvanlar bize kim olduğumuzu, ne olduğumuzu anlatmıyorlar mı? Kısacası bozulmamış insanı, temizliği, duruluğu, varoluşumuzun nedenini en yalın şekilde bulduğumuz yerdir zirveler… Sürekli yenilenmenin, sürekli yaratmanın, değişimin ve dönüşümün halidir zirveler ve buralarda ne alan teşekkür eder ne de veren kibirlenir… Ne iyilikten yakınılır ne kötülükten… Ne sevme ne sevilme karşılıklı beklenti içermez ve eskiye, düne, hatta biraz önceye ait ne varsa unutulur… Unutmak yaşamın en güzel özelliklerinden biri değil midir? Eğer hiçliğe karışıp bir ömür ya da yüzyıllar boyu tekrarlanan girdaplara dolanmak istemiyorsak, kendi yaşamımızın önünü açabilecek kaldıraç olmak zorundayız. Kimseyi suçlu ve sorumlu tutmaya zamanımız yok. Zirveler bize gelmez, biz onlara gideceğiz. Benimle kavga etmeyi bırakın, zirvelere çıkın… Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com