Yazın, Anlatı Sanatıdır / Prof. Dr. Onur Bilge Kula
"Yazınsal yaşama katılan" yazar, yayıncı, okur, yorumcu, eleştirmen ve yazın bilimcinin, yazının/edebiyatın ne olduğuna ilişkin belli bir düşüncesi ya da görüşü vardır. Her birey, ailenin, okulun, arkadaş çevresinin, kitle iletişim araçlarının etkisiyle biçimlenen toplumsallaşma sürecinde yazınla az ya da çok tanışır, okuma yoluyla farklı yoğunluklarda yazınsal iletişime katılır. Yazan öznenin üretimi olan yazınsal metin, okunarak, diyesi, okuyan, alımlayan, değerlendiren ya da eleştiren özne aracılığıyla yazınsal iletişimin dolayımı durumuna gelir. YAZIN, DİLİ ESTETİKLEŞTİREN ÖZGÜN BİR DİL KULLANIM TARZIDIR Yazın kuramcı Terry Eagleton ‘Yazın Kuramına Giriş’1 adlı yapıtının ‘Yazın Nedir’ bölümünde yazın kavramının öz-yapısını belirlemeye çalışır. Eagleton’un anılan yerdeki belirlemeleriyle, yazına ilişkin çeşitli tanım denemeleri yapılabilir. Bu tanım denemelerine göre, yazın, örneğin, “kurgu anlamında imgesel yazma”, sözcük anlamıyla “hakiki olmayan” (2012: 1) yazmadır. Ancak yazın kavramı altında toplanan görüşlere bakıldığı zaman bu tanım denemesinin “yetersiz kaldığı” görülür; çünkü yazılı metinlerin toplamı anlamında yazın sadece yazınsal metinleri değil, bütün yazılı metinleri kapsar. Dolayısıyla, yazını tanımlamak için, “olgu-kurgu” ayrımı, tanım bakımdan sorunludur. Yazınsal yazma için kullanılan “yaratıcı yazma” anlatımı da bazı belirsizlikleri içinde barındırmaktadır; çünkü bu anlatım temel alındığında, yazın “imgesel ve yaratıcı” yazma olarak belirlenince, tarih, felsefe ve diğer bilimlere ilişkin yazılı metinlerin “yaratıcı olmadığı, imgesel olmadığı” dile getirilmiş olur. Bu nedenle, anlatı sanatı anlamında yazın kavramını belirlemek için, başka ölçütler geliştirmek gerekmektedir. Rus biçimcilerce geliştirilen tanım denemesinin temelini oluşturan "yazın, dil kullanımının özgün bir türüdür/tarzıdır" belirlemesi, bu ölçütlerden biri olabilir. Bu belirleme uyarınca, yazınsal yazma tarzı, Rus kökenli Amerikalı dil ve yazınbilimci Roman Jakobson’un deyişiyle, yazın, malzemesi olan dil üzerinde uygulanan “örgütlü şiddettir.” Eagleton’un Jakobson’u da kapsayan belirlemesiyle, yazın “günlük dili değiştirir, yoğunlaştırır ve dizgesel olarak günlük dilden ayrılır” (2012: 2). Örneğin, “Uzun ince bir yoldayım/Gidiyorum gündüz gece” dizeleri hemen herkeste şiirsellik/yazınsallık izlenimi ya da duygusu yaratır; çünkü bu dizede geçen sözcüklerin anlam yoğunluğu, tınısı, kurulan bağlamda kazandıkları çoğul anlam çağrışımları, bu sözcüklerin günlük dildeki anlamlarından farklıdır. Bu dizelerde “gösteren ile gösterilen", bir başka deyişle, sözcüklerin ses boyutu ve içerik boyutu arasında "bir eşitsizlik” vardır. İki dizenin dikkat çekmesinin nedeni, bu eşitsizliktir. Bu özgün dil kullanım tarzı, yazınsal yapıtın ayrıcı özelliğini oluşturur. Dolayısıyla yazınsal yapıt, politik görüşlerin iletimine ve toplumsal-kültürel olgu ve olayların yansıtımına indirgenemez. Yazın, sözcüklerden oluşur; çünkü malzemesi dildir. Yazına söz sanatı denmesinin başlıca nedeni, bu öz-yapısından kaynaklanır. Bir metnin yazınsallık/şiirsellik özelliği, o metnin ayrıksılaştırımına yol açar. Bu nedenle, edebiyatın özü, Rus biçimcilerin önermesiyle, “ayrıksılaştırım” ya da “yabansılaştırım” olarak belirlenebilir. Yabansılaştırım, yazınsal bağlamda ve bunun sonucu oluşturulan yazınsal söylemde belirginleştirilir. Ayrıksılaştırma, yazınsal yapıtın tikelliğinin ya da özgünlüğünün de temelidir. Bu bağlamda Kant’ın sanatın öz-yapısını belirlemek için geliştirdiği “sanat her hangi bir ilgi ya da çıkar amacı gütmez.” Sanat “öz-amaçtır; amaçsız amaçtır veya ilgisiz ilgidir”2 belirlemelerini anımsatmak yararlı olabilir. Bu belirlemeler uyarınca, yazınsal söylem yarar ya da çıkar amacı gütmez. YAZIN NİÇİN GÖRECELİ BİR KAVRAMDIR? Yazınsal söylem gerçek insanları değil, gerçek insanlar üzerine konuşma tarzını simgeler. Dolayısıyla, yazınsal yapıt ya da dil, “öz-göndergeseldir”; yazınsal dil, Eagleton’un (2012: 8) söyleyişiyle, “kendi üzerine konuşan” dildir. Okuyanın da bu özü üzerine konuşan, diyesi, öz-göndergesel dil edimini, yazın olarak alımlaması gerekir. Bu nedenle, yazın sadece yazanın neyi yazın olarak gördüğüyle tanımlanmaz; yazını tanımlamada okuyanın da neyi yazın olarak gördüğü önemlidir. Bir metnin yazınsal metin olarak nitelendirilebilmesi için, yazınsal metin diye değerlendirilecek nitelikte ve “tarzda” olması gerekir. Bu açıdan yazınsal bir metin nitelikli yazma tarzının ürünüdür. Bu açıklamaları gözeterek ve Eagleton’ının anılan yapıtından alıntılayarak, şu çıkarım yapılabilir: “Her şey yazın olabilir; değişmez ve tartışmasız olarak yazın sayılan her şey, örneğin Shakespeare, gün gelir yazın sayılmayabilir.” Bunun nedenini, edebiyatın niteliklerinde ve yazın okurları ve eleştirmenlerinin yazına bakışlarının değişmesinde aramak gerekir. Kısacası, “içkin belirtileri olan ve değişmez değer taşıyan” yazın yoktur; çünkü yazına ilişkin değer yargıları sürekli değişim içindedir. Bu bağlamda her ulusun "ulusal yazın koşunu/kanonu", diyesi, yazarların ve yapıtların değer sıralaması, zamana, toplumsal-kültürel anlayışa, gereksinmelere ve yönelimlere göre biçimlendirilen bir “oluşturu” olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla, yazın eleştirmenleri ya da erk sahiplerinin bir başına bir “değer” olarak niteledikleri yazınsal yapıtı ya da yapıtları eleştirel değerlendirmek gerekir. “Değer”, Eagleton’un (2012: 12) kavramlaştırmasıyla, “geçişlidir.” Bir başka anlatımla, değer, belli kişilerce “özgün durumlarda ve bazı amaçlara” göre “değer” diye nitelendirilen şeydir ve bu öz-yapısı uyarınca görece bir kavramdır. Bu nedenle, her zaman, her koşul altında ve herkes tarafından başlı başına bir “değer” olarak nitelenen ve geçerlileşen yazınsal yapıt(lar) olamaz. Terry Eagleton’un aynı yerdeki örneklemesiyle, Karl Marx, Antik Yunan sanatının, kendisini ortaya çıkaran tarihsel durumlar ve koşullar değişmesine karşın, “sürekli/kalıcı çekicilik” özelliğini niçin yitirmediği sorusuna yanıt aramıştır ve doğal olarak uygun bir yanıt bulamamıştır. Bulması da söz konusu olamaz; çünkü tarih henüz “bitmemiştir.” Her okuyucu, yazınsal ön bilgisi, birikimi, deneyimi ve ilgisinden yola çıkarak okuduğu ve yorumladığı için, genel-geçer bir yazınsal değerden söz edilemez. Burada önemli olan, okuyucunun öz bilgisi, deneyimi, eğitimi ve ilgisinin de dış etkilerle biçimlendirilmiş olmasıdır. Bu, bazı yazınsal yapıtların yüzyıllar boyunca “değerini” yitirmemesinin belki de başlıca nedenidir. Bazı yazınsal yapıtların “zaman üstü değer” taşıdığı savına ilişkin bu bütün göreceleştirici çekincelere karşın, yazın, yazınsal yapıtlar ve yazarlar tarihsel bir değişim geçirir. Örneğin, Homer, Shakespeare, Goethe, hatta Nazım Hikmet bugünün okuru için elli yıl önceden farklıdır. Yazarlar ve yapıtların okunması ve alımlanması sürekli değişir. Bu sürekli değişim sürecinde yapıtlar “yeniden yazılır”; çünkü her okuma ve alımlama, bir yeniden yazmadır. Ayrıca, hiçbir yapıt, değiştirilmeden başka insanlara ya da toplumlara aktarılamaz; bu değiştirme, Eagleton’un (2012: 13) deyişiyle, bazen söz konusu yapıtın “tanınmaz duruma gelmesine” bile dönüşebilir. Gottfried Willems'in (2002: 1007) anlatımıyla, yazın kavramının anlamı ve tanımı, yazınsal iletişim eyleminde belirginleşir; ancak bu belirginleşme, bu kavramın "çoğulluğunu"3 ortadan kaldıramaz. Edebiyat eleştirisi, edebiyat tanımının çokluğunu öbeklendirmeye ve ulamlamaya katkı yapar. Bununla birlikte, yazının/edebiyatın "özerk kurgusal yalnızca güzel/çirkin değer ikilemini" içinde taşıyan anlatı sanatı olarak şiir, düz-yazı ve drama olmak üzere, üç ana türe ayrıldığı bilinir. Yazınsal iletişim, yazın üzerine düşünmeyi, yazınsal düşünüm ise, canlı bir yazınsal yaşamı gereksinir. Bütün bunları biçimlendiren temel etmen ise, içine doğulan toplumda gerçekleştirilen yazınsal üretiminin, yayımlama olanaklarının bolluğu, çeşitliliği ve okuma alışkanlığının belirlediği yazınsal gelenektir. Üzerinde görüş birliğine varılan bulgulardan ya da yerleşik tanımlardan biri, okuma ve alımlamanın, yazınsal üretimin kaynağını oluşturmasıdır. Yazan herkes, Gottfried Willems'ın (2002: 1011) deyişiyle, "daha önce okumuştur ve okuduğu şeyin etkisiyle" yazmaktadır. Bu bağlamda her yazınsal metin kendinden önce yazılanların, dolayısıyla da okunanların izlerini taşır. Bu nedenle, her metin, bir ara-metindir. Buradan da her metnin içkin özelliği olan "metinler-arasılık" doğar. Yazınsal yaşamın ve onu taşıyan toplumsal kurumların "var-oluş tarzı", bu kapsamda oluşan yapıtlar, yapıtlarda işlenen malzeme ve izlekler ve sanatsal araçlar, hem alımlanarak dolayımlanır, yerine göre güncelleştirilir ya da yeniden üretilerek, estetik-yazınsal geleneğin bir parçasına, dolayısıyla da edebiyat tarihinin zincirine eklenen bir halkaya dönüştürülür. 1 Terry Eagleton (2012): “Einführung in die Literaturtheorie”; J. B. Metzler, Stuttgart.Weimar, s. 1- 16. 2 Kant estetiği hakkında geniş bilgi için: Onur Bilge Kula (2012): "Kant, Schiller, Heidegger- Sanat ve Edebiyat"; İş Bankası Kültür Yayınlar 3 Gottfries Willems (2002): "Literatur- Edebiyat"; içinde: Ulfert Ricklefs (yayımlayan): "Fischer Lexikon- Literatur- Fischer Edebiyat Sözlüğü"; Band 2, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt am Main, s. 1006- 1029 Prof. Dr. Onur Bilge Kula Gercekedebiyat.com