Bendeki Oktay Sinanoğlu
Oktay Sinanoğlu’nun gençler için bir ‘çizgi-roman’ düşündüğünü, bu çizgi-romanın ressamı olmak isteyip istemeyeceğimi sordu Dilek hanım. Karşılığında ücret de ödenecekti.
Öncelikle “Dayatmalar Kâbusu” adlı bu çizgi-romanın kahramanı olan Oktay Sinanoğlu’nu temsil eden bir ‘tip’ çalışması yapıp, verilen e-posta adresine gönderdim. Bir iki küçük düzeltmeyle sonunda onay aldım. Birkaç sayfa çizgi roman taslak denemesi için senaryoyu teslim almaya gelmişti sıra.
"Dünyada en korkunç sömürge bir milletin kaynaklarının, servetlerinin çalınması değil, beyinlerinin ve gönüllerinin çalınmasıdır. Eğer bir millet beynini ve gönlünü satmazsa gün gelir her şeyine kavuşur. Eğer zihinler ve gönüller köle olduysa o milletin kurtuluşu imkânsızdır."
Oktay Sinanoğlu’nun ilk toplantımıza zaman bulamamasına biraz burulmuştum ama ne gam… Ekranlarda bu fikirlerin bayraktarlığına devam ediyordu ki bu bana yeterdi… Öveni de çok yereni de çok, alanında çok değerli bir bilim insanı olan Oktay Sinanoğlu’nun bugün doğum günü… Yaşasaydı 89 yaşında olacaktı.Bilimsel çalışmaları için beyninden, Türkçe savaşçılığı için yüreğinden öpüyorum, evet… Peki, siyaseten her görüşü onaylanmalı mı? “Her sömürgede böyle sahte çağdaş, aydın takımı yetiştirilmiştir. Ve bunlar kendi kültürlerinden kopuk. Kendi milletinden halkından tiksinen, kendi kültürüne yabancı ama arada halkçılık edebiyatı yapan tipler yetişmiştir. Türkiye’nin başına da bunlar bela edildi.” görüşüne virgülüne kadar katıldığım “Türkiye Cumhuriyeti Profesörü” ünvanlı ilk ve tek bu bilim insanımız, dış politika dersinden sınıfta kalmıştı. Mustafa Bilgin Gercekedebiyat.com
ABD için “Azmanya” diyordu ki bayılıyordum bu benzetmeye.
“Buradan bakınca görünmüyor fakat Azmanya çöküyor”, dedikçe sevinçten ekrana yapıştırıyordu beni.
ABD’nin günümüzde kendisine kafa tutan ufak tefek ülkelere bile “gık” diyemediğini ekliyor, yüreği “mazlum milletlerle” beraber atan bencileyin fanileri mutlu ediyordu.
“1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıktı. Bir yıl sonra 1920’de İngiltere çöktü. Kimse bunu söylemez. Şimdi de ABD çöktü. Amerika’nın batışı bizim ikinci kurtuluşumuz olur inşallah” diye konuşmuştu da bir keresinde, yüksek sesle; Âmin, dedirtmişti bizlere!
2009 başlarıydı… Oktay Sinanoğlu’na büyük hayranlık duyduğum o günlerde telefonum çaldı. Arayan eşi Dilek Sinanoğlu idi…
Oktay Sinanoğlu’nun gençler için bir ‘çizgi-roman’ düşündüğünü, bu çizgi-romanın ressamı olmak isteyip istemeyeceğimi sordu Dilek hanım. Karşılığında ücret de ödenecekti.
Çizgi-roman için deneyimim olmadığını fakat ismimin Oktay Sinanoğlu ile yan yana anılacağı bir çalışmadan onur duyacağımı, en azından denemek istediğimi söyledim.
Senaryo üzerinde fikir alışverişi bahanesiyle, eser sahibi Oktay Sinanoğlu ile tanışma düşüm, buluşma günü suya düştü, çünkü Dilek Sinanoğlu bu çizgi-roman çalışmasının tek sorumlusu olduğunu öğrendim…
Gelgelelim benim bir çizer olarak çizgi roman resimlemeye ne kadar deneyimim varsa Sinanoğlu ailesinin de senaryo yazmaya o kadar deneyimi varmış, onu gördüm…
‘Yozlaşan Türkçe’ felaketinin sonuçlarını genç kuşaklara duyurmaya can atan on-on iki sayfa bir metin vardı elimizde, o kadar…
Düşüncelerini korkusuzca söylüyordu söylemesine ama “Yanlış üslup doğru sözün celladıdır“ der ya Şirazlı Sadi, bana göre Oktay Sinanoğlu’nun da, üslubu yüzünden toplumdaki sempatisi sanki giderek azalıyordu.
Hele bir keresinde, canlı yayınlanan izlencede öfkesine yenilip, birlikte konuk oldukları eşi Dilek Sinanoğlu’na hakaret edince, bizim senaryo buluşmasına iyi ki gelmemiş, diye şükretmeme bile neden oldu profesörümüz; aman aman, neme lazım…
Ölümünden 3 yıl önce Ceviz Kabuğu izlencesinde bakın ne demişti:
“Ahmet Davutoğlu kendi politikasını ortaya koyarsa her şey iyi olabilir. O politika varsa da doğal olarak açıklanmaz. Dışişleri Bakanı, herkes Amerika’ya giderken o kendi kendine Malezya’ya gitti. ‘Aferin bu çocukta iş var’ dedim. Türkiye’nin Kissinger’i diyorlar. O kendi politikasını ortaya koyarsa çok iyi olacaktır”
Oktay Sinanoğlu’nun ölümünden henüz 5 ay sonra cesedi kıyılarımıza vuran ‘Aylan bebek’ duymasın bu lakırdıları!
Bu kez tepetaklak etmişti beni; üslubu değilse bile bana göre öngörüsü bir felaketti!
Ömrü yetseydi, Davutoğlu’nu bu defa eleştirir miydi, bilmiyorum ama ben Aylan bebekten sonra; Oktay Sinanoğlu’nun yazdıklarını resimler misin, diye sorulsa, eğer yine Davutoğlu için “Bu çocukta iş var” diyorsa “İşiniz sizin olsun” derdim, onu biliyorum!