natocu-kemalizm-sol-kimal-20250928135112679.jpg


 

5) 68'li yıllardaki tartışmaları anımsıyorum: Marksizmi, proleter devrimciliği yeni yeni öğrenmeye çalışan bizler, su katılmamış, püri pak, saf devrimci olma toyluğumuzla, tarih merdivenini bir hamlede çıkma arzusu ve heyecanıyla yanıp tutuşuyorduk. Özellikle, en yakınımızdaki Arap ülkelerinin Kemalizmi örnek alan ve kendi özgünlüklerine dayanan, Mısır, Suriye, Irak, Libya, Yemen ve Cazayır'de uygulanan BAAS Sosyalizmine, Marksizmin belli ilkelerini sık sık söylem olarak tekrarlamadığı, işçi sınıfı iktidarını savunmadı, radikal bir kamulaştırmayla mülk sahiplerini toptan tasfiye etmedikleri için, tıpkı Kemalizme baktığımız gibi, kuşkuyla bakıyor, burun kıvırıyorduk.

 

Oysa bu burun kıvırma, ulusal kurtuluşçu, tam bağımsızlıkçı ve halkçı niteliği ile Kemalizmin o ülkelerdeki uygulaması olduğunun farkında değildik. Daha da önemlisi, sömürge ve yarı sömürke dünyanın öncü kurtuluş ve kalkınma modelini 20. yüzyılın en büyük gerçeği Kemalist sosyalizmi, emperyalizme karşı, daha sonra Çin'de uygulanan, biricik seçeneği görecek, kavrayacak derinlikli bir bilince sahip değildik. 1920'lerden 1980'lere dünyanın dörtte üçünde ulusal kurtuluş mücadeleleri ile kendi ulusal devletlerini kuran ulusların ekonomik ve siyasal bağımsızlıkları ve özgür gelişmeleri için tek seçenekti bu. Onu iyice anlayabilmemiz için, demek ki dünya çapında, emperyalizm güdümlü büyük yıkımlar getiren karşıdevrimler yaşamamız gerekiyormuş. Üstelik bu acı gerçeğin bize, tarihimizi, ulusal kimliğimizi, kamucu kültürümüzü, kısacası Altı Ok'ta programlaşan Kemalist ilkeleri bütün derinliği ve boyutlarıyla döne döne öğretmesi gerekiyormuş.

 

6) Pek doğal olarak, çoğu bilgisizlik ve tepkisellik taşıyan bu eleştirilerin birincil hedefinde, bütün o uygulamaların esin kaynağı olan Kemalizm vardı. Çünkü onların uyguladığı modelin ilk örneğini 1930'larda Kemalistler gerçekleştirmişti. Bilimselliğin, Tarihsel Maddeciliğin birincil ilkesi olan nesnellikten, geçmiş ve günün derin gerçekliğinden habersiz bu cahilce ve çocuksu bakış ve eleştirilerden, Kemalizmin en yetkin, en üretken ve tutarlı savunucusu Avcıoğlu ve Yön kadrosu da payını aldı.

 

Kuşkusuz Avcıoğlu'nun da önemli bir hatası vardı. Sorun, 40'larda devrimci yatağından uzaklaşan Cumhuriyeti tekrar o yatağa oturtmaktı. Sorun, hangi toplumsal güç ve güçlerle bunun gerçekleştirileceği idi. Avcıoğlu'nun hatası ise; 1920 ve 30'larda asker ve sivil aydın kadroya dayanan, 27 Mayıs'ta bu kadroya gençliğin kitlesel gücünün de eklendiği Türk Devrimi dinamiklerinin 1970'lerde değiştiğini, sahneye çağdaş devrimci toplumsal bir dinamik olarak eylemleriyle birlikte işçi sınıfının çıktığını, onun devrimci enerjisini görememekti. Çünkü 60'lardan 70'lere büyük işçi hareketleri, grevleri, bunları öneten sendikal örgütlenmeler yaşandı ve bütün bu sınıfsal eylemlerin en görkemlisi olarak 15-16 Haziran büyük işçi direnişi gerçekleşti. Dolayısıyla, Avcıoğlu'nun, 27 Mayıs modelini seçmesi ve siyaseten yenilmesi, işçi ve emekçileri önemsemeyen bir “darbeci” olarak geniş sol kesimlerden dışlanmasına yol açtı. Bunun da üçüncü dereceden kısmi bir rol oynadığı, -ki çok daha önemli başka etkenler var- 70'ler sürecinde, geniş bir sol, sosyalist çevre, Türk Devriminin Jön Türk ve Kemalist özgünlüğü ve mirasından neredeyse tamamen koptu ve neoliberalizmin, Batı merkezli “sol”un etki alanına girdi. 

 

Avcıoğlu ve fikirleri, ne hazindir ki daha sonraki yıllarda, 2000'lere kadar nerdeyse 30 yıl boyunca adeta unutuldu. Ne zaman ki 2000'lerde, emperyalizm marifetiyle karşıdevrimciler iktidar oldu, antiemperyalizmin ve Kemalizmin önemi anlaşılmaya başlandı, o zaman Türk aydını ve gerçek vatanseverler, bir tür gaflet uykusundan yeniden uyanmanın mahmurluğunda yeniden keşfetmeye ve öğrenmeye başladı? Aynı zamanda bu, Avrupa ve Sovyet merkezli, yani ulusal özgünlüğü ve ulusal bağımsızlığı önemsizleştiren bütün sosyalist teori ve siyasetlerin, yani dışarıdan alınma modellerin tıkandığı, iflas ettiği bir süreçti.

 

7) Sınırsız özverinin, serdengeçtiliğin, “güneşi fethetme” tutkusu ve iradesinin, özgür ve eşitlikçi yeni bir dünya kurma idealinin doruklarda olmasına karşın, kurulacak bu yeni dünyanın düşünsel, ideolojik-kültürel ve siyasal bilinci ve olgunluğundan uzak gençliktik. Böyle bir gençliğin enerjisini bir bütün olarak hedefe taşıyacak dinamikleri bölen, dağıtan, içten ve dıştan çok önemli karşı etkenler vardı. Ama biz, hayat bilgisinde, Kemalizm bilgisi ve bilincinde, bilimsel sosyalizmin ulusal özgünlükte içselleştirilmiş yorumunda henüz toyduk, çocukluk çağındaydık. Ama güneşe akın etme, ufukları fethetme, dünyayı kökten değiştirme tutkusuyla bütün statükolara meydan okuyorduk...

 

Bugünün gerçekliğinde çoktan aşılmış olduğu halde, çoğumuz için, hâlâ orada kalmış, kendini yenilememiş bilinçlerde muğlaklıklar ve bazı takıntılar donmuş bir biçimde varlığını sürdürüyor. O nedenle, ilkellik, kabalık ve önyargılı takıntıların yeterince aşılıp aşılmadığı önemli bir sorundur. Dolayısıyla günümüzde solun birleşmesinde özellikle güçlü, etkili bir temel oluşturması gereken noktalara değinmek yararlı olur.

 

Kemalizm, Türkiye'nin sosyalizme ve sınıfsız topluma ilerleyişinde, sosyalist kuruluşun bazı ögelerini de içeren, Ulusal ve Demokratik Devrimin programıdır. Bu konuda, 30'lar ve 60'larla bugün arasında, devrimin dayanacağı öncü ve temel sınıfsal kuvvetler bakımından temel fark, her iki dönemde de halkın iktidarını savunmak esas olsa da, 30'lar ve 60'lardaki halkın sınıfsal içeriğiyle, bugünkü halkın sınıfsal içeriğinde işçi sınıfının ağırlığının artması bakımından gerçekleşen önemli değişikliktir.

 

Ulusal Demokratik Devrim aşamasının henüz tamamlanmadığını 12 Eylül sonrasında emperyalizm desteğiyle yükselen ortaçağ güçlerinin iktidar olmasıyla gördük, yaşadık. Ve katı ve acımasız gerçeklik, Türkiye merkezli düşünce ve duyarlılıktaki ulusalcı bütün sosyalistleri Kemalizmi yeniden keşfetmeye ve onunla birleşmeye zorladı. Bu, Türk Devriminin yeniden yükselişi ve geleceği açısından olağanüstü önemde bir durumdur.

 

8) Sovyet tarihini çok iyi bilen, ama Cumhuriyet tarihi konusunda cehaletini yenememiş olanlar için sanırım şu örneği vermek yararlıdır: Ekim Devrimi'nin ilk yıllarında Lenin, bilindiği gibi, toprak programı ve köylülük konusunda, Bolşeviklerin bilgi ve program yetersizliğine karşın, (Sol) Sosyalist Devrimcilerin son derece gelişmiş olan programlarını benimsedi ve onlarla birleşti. Dolayısıyla, nüfusunun yüzde yetmişi köylü olan bir toplumda Sovyet Devrimi bile, dış müdahaleye karşı direnişi, iç savaşı ve daha sonraki NEP dönemini de katarsak, sürecin bütününe bakıldığında ulusal ve demokratik karakterde bir devrimdi.

 

Anahtar sorun, Sovyet sosyalizminin toplam uygulamasına baktığımızda, Sosyalist Devrimciler, yani eski adıyla narodniklerle (halkçılarla) Marksist Bolşevikler arasında esasta pek bir fark olmadığıdır. Peki, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, onların fikir babası Yusuf Akçura, Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip'in savunduğu Türkçü halkçılığın kaynağı neydi? Bu kaynak, daha sonra Sosyalist Devrimciler olarak anılacak olan, şu Lenin'in devrimde sol kanadıyla birleştiği Rus Narodnizmiydi. Aynı zamanda sosyalizm anlamına gelen Narodnizm, Balkanlarda (Bulgar ve Sırp milliyetçileri-halkçıları), Bulgarlar ve Sırplar üzerinden Makedonya topraklarında harmanlanıp mayalanarak Türkiye'ye halkçılık olarak girdi.

 

O nedenle bu süreci birebir yaşayan Mustafa Kemal ve Kıvılcımlı gibi onun kuşağı için Halkçılık ve Türkçülük, Türk milliyetçiliği aynı zamanda, toplumculuktu, sosyalizmdi. Ve 20. yüzyılın başlarında, her şeyin bize özgü, Türkçülük ve halkçılığın devrimci bir programın birbirini tamamlayan iki yüzü olarak sentezlenip teorileştiği, biçimlediği süreçte bunlar çok doğal şeylerdi.

 

9) Sosyalist Devrimciler derken, evrensel bir gerçek olarak, CHP'nin temsil ettiği ve ai içeriği, Atatürk'ten sonra, İnönücü CHP yönetiminin onun öngördüğü hedeflerden uzaklaşmasıyla adım adım boşaltıldı. 1960'larda İnönü'nün CHP'si iki ana eğilimin, gerçek Kemalizm ile Batıcı, NATO'cu Kemalizmin çatıştığı bir yapıydı. Avcıoğlu'nun temsil ettiği “Sol Kemalizim” ise, devrimci, gerçek Kemalizmdi. 

 

Ve bugün geldiğimiz noktada, Sovyetler üzerinden, onun hataları, sosyalizm karşıtı bir noktaya kayması bahane edilerek, sosyalizm idealine ve bütün sosyalizm deneyimlerine, çok yanlış bir şekilde, ölçüyü kaçıran bir güvensizlik ve mesafeli duruş sergilenirken, yine sorunun temel nedenlerine kafa yorma konusunda bir sığlık, ilkellik ve kolaycı bir tepkisellik görülüyor.

 

***

 

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devriminden bu yana, Kemalist ve sosyalistlerin pek dikkate almadığı çok önemli bir olgu vardır. Bu olgu hesaba katılmadan günümüzde program, strateji ve siyaset belirlemek, yapmak rüzgara karşı tükürmek gibi bir şeydir. Nedir bu olgu? 1920'lerden 70'lere kadar uluslararası bütün deneyimler, devrim ve sosyalizm örnekleri, 1905'lerden itibaren yer yer kesintili ama sıçramalı olarak yükselen dünya çapındaki devrimci dalganın 1980'lerden itibaren geri çekilmiş olmasıdır. O günden bugüne yükselen ve son yıllarda biraz durgunlaşıp geri çekilmeye başlayan dalga ise gericiliktir.

 

Bu genel, bütünsel tespite bağlı olarak, 1990'larda Sovyetlerin dağılmasıyla tetiklenen, yeni ve daha ileri bir topluma, sosyalime inanç, böyle bir ideal için mücadele ve özveride bulunma, büyük bir çöküş, geri çekilme ve dağılma yaşandı. Hele Batı merkezli ilerici, devrimci odaklara, düşünce akımlarına bel bağlayanlar için bu, çok daha büyük bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk demekti.

 

Bu ruh halinin Türk aydınında bazı sonuçları oldu. Birincisi, devrim, sosyalizm ve yeni bir gelecek yaratma konusuna, dünyadaki bütün sosyalizm deneylerine inançsızlık; ikincisi, küreselci, neoliberal bireyciliğe teslimiyet ve ulusal-toplumsal sorunlara duyarsızlık; üçüncüsü, aydınlanmacı, çağdaş, Kemalist değerlere karşı, İslamcı, muhafazakar, gelenekçi iktidar cephesine biat etmek; dördüncüsü ise, sosyalizm ve devrim ideallerinden kopmadan sorunun ulusal kaynaklarına kafa yorarak hataların ve tıkanıklığın aşılmasına çalışmaktır.

 

Burada altı çizilip yoğunlaşılacak en önemli nokta; Sovyet deneyiminden sonra, hâlâ sosyalizmi inşa deneyimini sürdüren Çin, Vietnam, Kuzey Kore, Küba, Venezüella (Bolivarcı Sosyalizm), Cezayir, Bolivya, Nikaragua ve benzer Latin Amerika ülkelerinin, Türk Solu'nu heyecanlandıran, örnek alınabilecek teorik ve pratik çekiciliğinin kalmamış olmasıdır. Bunun anlamı şudur: Türk Solu'nun sosyalizm ve devrim modeli ve deneyimleri konusunda, Tanzimatçılığı da sayarsak, 2 yüzyıla yakın süren, ilerici ve devrimci her şeyi Batı'dan ya da dışarıdan bekleyen, kendine güvensiz ve kendi ulusal, kültürel geçmişine burun kıvıran, kibirli, yabancılaşmış tavrının da sonuna gelinmiştir. 

 

Bütün bunların sonucu olarak, toplumda olduğu gibi, özellikle sosyalist, devrimci, sol aydınlarda Kemalist Devrime ve Atatürk'e yönelik ciddi bir ilgi ve sevgi dalgasının oluşması, çok önemli bir gerçeği açıklıyor. O da, yüz yıllık bütün devrim ve sosyalizm deneyimlerinden sonra, öncelikle yaşanan tıkanıklık krizini aşacak deneyim ve bilgi birikiminin, çıkarılacak derslerin, esasen kendi tarihimizde olduğudur. Öğrenilecek ve önümüzü aydınlatacak en büyük deneyim, 1908 Jöntürk devrimi ve Kemalist Devrimdir. Bilgi birikimi ise, bu deneyimlerle iç içe, Altı Ok'a kaynaklık eden düşünsel birikimdir. Ve onun özünü değiştirmeksizin, bugünün gerçekliğindeki yorumudur. Bu düşünsel birikimin en önemli özelliği, aynı zamanda Kemalizmin sosyalizm ile bütünsel ilişkisini içermesidir.

 

Evet, artık umutsuzluk, güvensizlik üreten bugünkü tıkanmayı aşmanın yolu, Türk toplumunun dinamiklerini doğru kavramaktan geçiyor. Bu büyük aydınlanma olayının odağında ise, Kemalizm ile sosyalizm deneyimleri arasındaki köken, amaç ve içerik (program) ortaklığının kavranması ve bilince çıkarılmasıdır. 

 

***

 

Tarihsel maddeciliğin, tarihsel bakış ya da tarih bilincinin özü şudur: Nasıl bir gelecek öngörüyorsan, gelecekte onun köklerini ve bugün için yararlanılacak malzemesini ararsın. Geçmişten ders çıkarma ve geleceğe ışık tutma aracı olarak bu düşünsel ve deneysel malzeme, kısa ve uzun vadeli hedeflere göre aranır, günün gerçekliğinde yorumlanır. Ve gelinen tıkanma eşiğinde değerlendirilir, hatalar, eksikler, yanlışlar eleştirilir ve uygulanır.

 

Geçmiş 50-60 yıllık dönemin derslerini de düşünerek, devrimci bir iktidar mücadelesi verilmek ve tam bağımsızlıkçı, toplumcu bir emekçi iktidarı kurmak isteniyorsa, tarihten öğrenmek, geçmişten ders çıkarmak en büyük öğretmendir. Bu o kadar önemli ve hayati ki, bugün devrimin bütün nesnel koşulları yaşandığı halde, dağınık durumda ve anlamlı bir güç toplayamayan tek akım, ne yazık ki ulusalcı ve devrimci gerçek sosyalistlerdir.

 

Sonuç olarak temel sorun, devrimin bütün nesnel dinamiklerini taşıyan toplumsal olgular ile devrimci öznel iradeyi buluşturmaktır. Bunun için de hiç kuşkusuz acil görev, söz konusu öznel irade yetersizliğine neşter atarak radikal bir biçimde son vermektir.

 

Mehmet Ulusoy
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler