Son Dakika

onur-bilge-kula-ataturk-e-2322024223600.jpg


Atatürk, tüm halkın özgür istenci, anlatılamaz özverisi ve etken katılımıyla kazanılan Kurtuluşu Savaşı'nın utkuyla sonuçlandırılmasıyla birlikte, tam bağımsızlık ilkesini sağlam temellere dayandırmak için,  eğitim, ekonomi, eşit yurttaşlık ve kadın-erkek eşitliğine dayalı çağdaş bir hukuk düzeni kurulmasını sağlamak amacıyla yoğun ve kapsamlı bir çalışma yürütür.

Ülkenin önemli kentlerinde halkla buluştuğu toplantılarda bir toplumbilimci yetkinliğiyle Anadolu toplumunun yapısını çözümler. 

Mustafa Kemal Atatürk bu kapsamda ‘İstanbul’dan Gazetecilerle İzmit Kasrında Söyleşi’nde (16- 17 Ocak 1923), Kurtuluş Savaşı’nın büyük bir utkuyla sonuçlandırılmasıyla, ‘Misakı Milli’ ve 1921 Anayasası temelinde ulusun tam bağımsızlığı ve egemenliğinin sağlandığını vurgular.

Ancak tam bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıkla olanaklıdır. Bu nedenle, ekonomik kalkınmaya öncelik verileceğini dile getiren Atatürk’ün anlatımıyla, bu amacı gerçekleştirmek için, “tarımı canlandırmak zorunludur ve çiftçiye para, araç-gereç ve hayvan verilecektir.” 
Anadolu’nun her yanı yıkım ve yoksulluk içindedir. Öyle ki “kasaba şehir denilebilecek bir yer yoktur.” Ülkenin en gelişmiş ve uygar kısmı olan İstanbul, Anadolu’ya uzak olduğu için, “doğal kaynaklara” da uzak kalmıştır. Atatürk’ün anlatımıyla, ülkeyi yönetmek isteyenler, ülkenin içine girmeli, “bu zavallı ulus ile aynı koşulları yaşamalı ki, ne yapmak istediğini ciddi biçimde” duyumsayabilsin (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 14, s. 275). 
Yaşam koşullarının ve yaşanılan yerin, insanın düşünce ve duygularını belirlediğini söyleyen Atatürk’ün deyişiyle, “bir insan, Ankara’da başka türlü düşünür; İstanbul’da başka türlü düşünür. Hele Paris’te büsbütün başka türlü düşünür.” Dolayısıyla, Anadolu halkını anlayabilmek için, hükümet merkezinin Ankara’da olması gerekir. Nitekim  “olaylar ve koşullar, Ankara’yı merkez yapmıştır.” Ülkenin her yerinde bilgi ve bilim merkezleri oluşturmak gerekir. Örneğin, Ziya Gökalp Diyarbakır’dadır ve oradaki insanlar, gazetesinden "çok yararlanmaktadır.” 
Bu belirlemeler, Atatürk’ün doğal çevre ve toplumsal-kültürel yaşam koşullarının, insanların bilincini de biçimlendirdiğini çok iyi kavradığını açık biçimde göstermektedir. Söz konusu nedenle, insanların bilincinde ilerleme yaratmak için, yaşam koşullarını değiştirmek gerekir.    

Anadolu halkı artık savaşa sürülmeyecek, öldürülmeyecektir

Kalkınmanın temeli ya da önkoşulu, üretim yapacak insan gücüdür. Bu nedenle, ülkenin ekonomik kalkınması ancak yeterli işgücüyle olanaklıdır. Oysa nüfus azlığından kaynaklanan işgücü yetersizliği o dönemde çağdaş Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir. Atatürk bu durumu şu sözlerle değerlendirir: “Ülke nüfusu üzüntü verecek bir durumdadır. Öyle sanıyorum ki, bütün Anadolu halkı sekiz milyonu geçmez. Fethedilen her yere Anadolu halkını götürdük ve öldürdük.” Örneğin, Süveyş Kanalı açılalı 45 yıl olduğu halde, bu süre içinde “Yemen’e gidip ölen Anadolu çocuklarının miktarı 1,5 milyondur. Suriye’yi, Irak’ı, Afrika’yı elde tutmak için öldürdüğümüz Türklerin sayısının toplamı milyonlara varacaktır.” Artık bunu gidermenin zamanı geldiğini vurgulayan Atatürk, bunun için insanları “ulusal sınırlar içinde ‘gönençli’ bir durumda yaşatarak, nüfusumuzu” artırmak gerekir. 
Makedonya’dan ve Batı Trakya’dan Türklerin Anadolu’ya getirilmesini gerekli gören Atatürk’e göre, bir daha Avrupa’ya ya da bir başka yere “sefer” düşünülmemelidir. Anadolu halkını öldüren bir başka önemli etmen, koyu bilgisizliktir. Bunun aşılması zorunludur. Ayrıca askerlik “köy için, köy halkı ve yaşamı için yararlı olma anlayışıyla” yeniden düzenlenmelidir. Ülke çok geniştir; ancak nüfus ülkeyi işlemeye yetmemektedir. Toprağı işleyebilmek için “makine gücü” gerekmektedir. Makine gücü arttıkça, ülke nüfusu da çoğalacaktır. Örneğin, Amerikalılar böyle yapmıştır. 
Yukarıdaki saptamalar, tarımsal üretimi geliştirmenin yanı sıra, endüstri toplumuna dönüşmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Başta eğitim ve ekonomik kurumlar olmak üzere, devletin bütün kurumlarının ve olanaklarının kırsal kalkınma amacına yönelik kullanılmalıdır. Zamanla Köy Enstitülerini ortaya çıkaran akılcı ve bilimsel eğitim dizgesi, bu anlayışın bir sonucudur.

Ulusal “emek andı” ve bunun ulusal düzeyde gerçekleşmesini sağlayacak politik bir partinin, CHP’nin kurulması düşüncesinin belirginleşme süreci

Uygar bir yaşam kurmak ve geliştirmek için, bir ‘emek savaşımı/mücadelesi’ başlatmak gerektiğini düşünen Atatürk’ün belirlemesiyle, bu amaç gerçekleştirildikten sonra, bir ‘emek andı’ yapılması ve bütün ulusun, bu andı izlemesini sağlamak gerekir.

Bu amaca ulaşmak isteyenlerin çalışmasını ve varsıllaşmasını sağlamak için, “bütün ülkede örgütlenmiş bir fırkaya/partiye gereksinme vardır. Bu ‘emek andı’, ülkenin tümünün çıkarlarına hizmet eden bir ‘ulus programı’ olacaktır. Bu partinin programı ‘ulusal emek programı’, adı da ‘ulusal emek topluluğu’ ya da partisi olabilir. Er ya da geç ‘dayanışmacı bir düşünce ve devinim’ oluşturulacaktır (Atatürk’ün Bütün Eserler, cilt 14, s. 299- 301). 

 Bu belirlemeler, Atatürk’ün toplumcu/kamucu anlayışının özeti olarak nitelendirilebilir. Her türlü düşüncenin ve ülkünün örgütlü bir savaşımla gerçekleştirilebileceğini, öz yaşamında deneyimleyen Atatürk, söz konusu toplumcu anlayışın “halkçılık” olarak kavramlaştırmasına da öncülük eder. Halkçılık ilkesinin edimselleştirilmesini sağlamak için, tüm toplumu kapsayacak ve devindirecek bir politik örgütlenmeyi gerekli görür. CHP’nin kurulmasında böyle bir politik kurum oluşturma gereksinmesi de etkin olur. 

 Anadolu’da halkçılık kavramının tarihsel-kültürel köklerinin de olduğunu vurgulamak gerekir. İç Anadolu’da, Ankara yöresinde Bektaş Veli, Ahi Evren, Yunus Emre ve Hacı Bayram Veli’nin düşünsel katkılarıyla biçimlenen Ahilik geleneğinin belirginleşmeye başlayan halkçılık ve toplumculuk anlayışı, Atatürk’ün kalıcı düşünsel katkısıyla, CHP’nin ulusal izlencesinin/programının temel ilkelerinden birine dönüşür. 

 Çağdaş anlamıyla halkçılık, bütün toplumsal-kültürel alanlarda, örneğin gelir dağılımında halk yararını önceler. Halkçılık ilkesi uyarınca, eşit yurttaşlık ve katılım ilkesi temeldir.  Atatürk’ün belirlemesiyle halkçılık, her türlü gücün, yetkinin ve egemenliğin halkın elinde bulunmasıdır. Dolayısıyla, halkçılık, toplumsal dayanışmanın, ekonomik kalkınmanın, sekülerleşmenin, demokratikleşmenin ve çağdaşlaşmanın itici gücüdür. Cumhuriyet yönetiminin temeli olan halkçılık, yoksul halk kesimlerinin uygar yurttaşlar durumuna gelmeleri, kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesine ortam hazırlamıştır. Sosyal adalete, sosyal güvenliğe ve adaletli gelir dağılımına önem verilmesini sağlamıştır.

Partinin Adı 'Halk Fırkası' Olacaktır

“Emek andı” ilkesi uyarınca, her türlü sömürüden kurtulması, özgürleşmesi ve üretkenleşmesini erekleyen Atatürk’ün saptamasıyla, “bütün halkımızın, bütün üyeleri bir diğerinin yardımcısı ve destekçisidir.” Diğerlerinin çalışmasına muhtaçtır. Bütün halkın “mutluluğunu sağlamak ve bunun düzeyini sürekli yükseltmek, ileri götürmek için, gerekli politik örgütün adına ‘Halk Fırkası’ demeyi uygun gördüm.” 

Şimdiye değin, “girişimcilerimizin, aydınlarımızın ve özellikle bilgin ve bilimcilerimizin en büyük günahı, namuslu olmamaktır.” Ulusun karşısında “namuslu olmak, namuslu hareket etmek” gerekir. Biz ulusu “aldatmayacağız; ulusa daima hakikati söyleyeceğiz. Belki hata ederiz; hakikat sanırız; fakat ulus onu düzeltsin.” Kendimizi “kimsenin üzerinde görmeye hakkımız yoktur. Bu politik partinin adına ‘ulusal emek birliği (heyeti)’ diyebilirdim; fakat efendiler, radikal yürümek ve esaslı olmak gerekir.” 

Gerçekçilik: Gerçekler söz konusu olunca, dünyayı aldatamayız

Yapılacak işin, kurulacak bir kurumun bir “anlamı” olmalıdır. Bütün dünya, Yeni Türkiye’nin ne yaptığını ve hangi ilkelere göre yürüdüğünü bilmelidir. “Hakikatte aldatmak kolay değildir. Hiçbir zaman uygar dünyayı aldatabileceğimizi” sanamayız. Böyle bir sanı, yalnızca “dünyaya en büyük gafleti” içinde olduğumuzu gösterir. Bu bakımdan ‘halk Fırkası’ denildiği zaman, uygar dünya, örneğin İngiltere, Fransa, Almaya, İtalya anlamını anlayacaktır; çünkü bu “bilimsel e toplumsal” anlatımdır. Yeni bir aşamaya girilmektedir ve yeni gereksinmelere göre yeni bir program hazırlanmaktadır. “Bu yenilikler karşısında bütün ulus”, Atatürk’ün gözünde eşittir. Önemli olan, bu ülkeyi, bu ulusu “kurtarabilecek beyinlerin, yurtseverlerin bir araya gelmesini” sağlamaktır. Bu erdemleri taşıyanları bulup çıkarmak ve “ulusun yazgısını belirleyen Meclis’in içine koymak” gerekir. “Akıl, bilim ve deneyim” hareket hattının belirlenmesinde egemen olmalıdır (cilt 14, s. 347- 350).
Atatürk benzer bir toplumsal yapı çözümlemesini ve kurulacak parti konusunu çok daha ayrıntılı olarak ‘İzmir’de Halka Söylev’ (2 Şubat 1923) adlı konuşmasında da ele alır ve dizgeleştirir.  

Emeklerinin gasp edilmeyeceğinden emin olan halk çalışır, üretir 

Atatürk, İzmir İktisat Kongresi'nin açılışında dile getirdiği bazı önemli düşünceleri, daha önce 'İstanbul Gazetecileri Temsilcileri' (18 Ocak 1923) ile yaptığı ayrıntılı söyleşide kamuoyuyla paylaşır. Atatürk'ün belirlemesiyle, "emeklerinin gasp edilmeyeceğinden emin olan" insanlar "güvenle ve çok büyük umutlarla" tarlalarında ya da zanaatların başında çalışmaya başlamıştır. 

Atatürk’ün belirgin bir vurgulamayla dile getirdiği bütün ülkede örgütlenmiş politik parti CHP’dir. CHP, toplumsal eşitliği ve dayanışmayı öne çıkaran “devrimci devinim partisi” olmalı ve bu amacı gerçekleştirmek için, “ulusal emek programı” uygulamalıdır. Atatürk’ün yaşamı amacı olarak gördüğü bu ilkeyi, CHP’yi yönetenler sürekli anımsamalı ve gereğini yerine getirmelidir. 

Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler