Farenin devrim hayali / Erdem Buyrukçu
Erdem Buyrukçu'dan fantastik grotesk bir öykü...
Cem sabaha karşı uykulu gözlerle mutfağa girdi. Akşam yaptığı domates soslu Spagettiden içi yanmış, ağzı, dudakları kuruyup birbirine yapışmıştı. Lambayı yakınca tahta masanın üzerinde duran siyah tost makinesinin iki gözünden biri yavru iki fare çıkınca ne yapacağını bilemeyen birisi gibi olduğu yerde kaldı bir an. Mutfağın kapısını ayağıyla iterek kapattı. Kendisini görünce siyah boncuğa benzeyen gözleriyle bakan farelerden biri sağa diğeri ise sola doğru yıldırım hızıyla gözden kaybolan farelerin arkasından bakakaldı. Şaşırmış, şok olmuştu. Mutfağa kadar nasıl gelmişlerdi ki? Buraya ulaşmaları için önce kendi kaldığı odadan geçmek zorundaydılar. Bu da imkansız bir şeydi. Şimdi yanmışlardı işte. Bütün evi sararlardı. Kaçtıkları masanın altına, arkasına baktı. Bir şey göremeyince buzdolabının arkasına bakmak istedi ama sabahın erken saatlerinde gürültü yapmak istemediği için vazgeçti. Alt katında üç kızıyla yalnız yaşayan Rus kadın bir süre önce hiddetle kapılarını çalıp, kızının gürültülü müzik dinlediğini ileri sürerek şikayetçi olmuştu agresif tavırlarla. Kadını yatıştırmak istemiş ama öfkesini sergilemeye devam etmekten vazgeçmeyen kadına, “Tamam ben konuşurum…” diyerek kapıyı yüzüne kapatmıştı. On beş yıldır ilk kez komşularından biri kapısına gelip müzikten şikayetçi oluyordu. Yıllar önce buna benzer bir olay daha yaşanmıştı. Alt katında oturan ve iki kızıyla yalnız yaşayan Alman komşuları Türk müziği dinledikleri için kendilerini mahkemeye vermişti. Trajikomik bir gün içinde Mahkemeye çıkmışlar ve kendilerini Türk müziği dinledikleri için savunmak zorunda kalmışlardı. Kadın hâkim zavallı kadını bin mark tazminat ödemeye mahkûm edince kendilerine verilen tazminatı kabul etmemiş bin mark tutan mahkeme masraflarını ödemesini istemişti sadece…Türk Müziği komşusuna bin marka mal olmuştu. El lambasıyla tavandaki lambanın aydınlatamadığı yerlere baktı. Bir süre sessizce yere çömelip kemirme sesi duymaya çalıştı ama kalbinin deli gibi çarpan sesinden başka bir şey duyamadı…Farelerle beraber yaşama zorunda kaldığı gerçeğini anladığı günden bu yana korku yerini tarif edemediği ama alışkanlık yapıp her fırsatta kendisini anımsatan tuhaf, içinde acıma, hoşlanı, tiksinti duygularının çelişkileriyle boğuşup duruyordu…Stockholm sendromunu yaşar gibiydi. Balkonda ufak çocuklar gibi neşe içinde oynayan yavruların görüntüsü geliyordu gözünün önüne kapanı her kuruşunda…Buradan kaçamayacaklarına göre birkaç saat beklemekten bir şey olmazdı nasılsa. Buzdolabından soğuk suyu aldı lambayı kapatıp mutfaktan çıkıp. Odasına gidip bir kağıdın üstüne- Mutfakta Fare Var- yazıp ayni evde yaşamak zorunda kaldığı boşandığı kadının kapısına yapıştırdı. Evde geçen yıldan kalan birkaç tane kapan olmalıydı ama nerede? Sabah ilk işi eve yeni kapan almak almalıydı. Farelerle ilgili düşünceler dallanıp budaklanıp tüm hücrelerini ele geçirince yatmaktan vazgeçti. Semaverin altını açtıktan sonra bir sigara yaktı sıkıntıyla. İki bardak çay içtikten sonra kendine gelir, yapması gerekenler konusunda daha sağlıklı düşünceler üretebilirdi. Bilgisayarı açıp internete girdi. Amazondan içinde on tane fare kapanı olan paketi ısmarladı. Yarın sabah getireceklerdi … Balkona çıktı. Nalbur dükkanına benzeyen çekmeceleri karıştırmaya başladı ay ışığının aydınlığında. Bir veya iki tane siyah kapan olması lazımdı… 12 milyon fare yaşadığı ve adam başına 12 farenin düştüğü bir şehirde yaşıyordu. Yasalara göre bahçenizde, evinizde, balkonunuzda tek bir fare gördüğünüzde bunu belediyeye bildirmek zorunda değildiniz ama birkaç tane varsa ve evde bahçede net izler bulursanız, bunu belediyedeki gerekli mercilere bildirmek zorundaydınız. Bu güne kadar öyle bir girişimde bulunmamış her fare görüşünde Almanların yaptığı gibi Belediye’yi arayıp şikayetçi olmamıştı. Ev sahibine bildirdiğinde gerekli önlemleri alıyordu zaten… Bu akşam dikkatli olmalıydı. Gecenin içinde yaşanacakları bilememenin tedirginliğini hissetmeye başladı göğsünü sıkıştırmaya başlayan sıkıntıyla…Birkaç yıl önce de ayni problemi yaşamıştı. Bir gece tavanda kemirme sesleri duyunca önceleri aldırmamış sadece kemirilen bölgelere vurarak kaçmalarını sağlamıştı sadece…Ancak tavandaki kemirme alanları büyümeye, genişlemeye başlayınca endişelenmeye, tedirgin olmaya tavanın farelerin çocuk parkına döndürdüğünü hissedince ev sahibine haber vermiş, kendisi gibi en üst katta oturan diğer iki aile de farelerden şikayetçi olduğunu duyunca rahatlamıştı. Tedirgin olan yalnız kendisi değildi demek. Yalnız yaşayan yetmiş yaşlarındaki hasta komşusu balkonundaki kurutma makinesini çalıştırmak istediğinde içinden farelerin yuva yaptığına görünce astım krizine girmiş, ambulans çağırmak zorunda kalmışlardı. Fareler, kendisini bütün ilişkilerinin dışına iterek canlı bütün duygularıyla bağlarını kopartıp tatsız tuzsuz, çekilmez birisine dönüştürünce o gün farelere savaş açmıştı. İdrarının olduğu bir şişeden balkonun çeşitli yerlerine dökerek burasının kendine ait olduğunu anlatmak istemişti ama kim takar Yalova kaymakamını örneği gibi bir sabah balkonda yedi kişilik bir aile görünce şaşırmış, istem dışı gülümsemiş, balkona kuşlar için aldığı yemlerin ortasında oturup karınlarını doyuran anne ve babanın etrafında her çocuk gibi sorumsuzca sağa sola koşturarak -Ebecilik- oynayan yavruların neşe içinde koşuşturmasını izlemişti sirkte gösteri yapan hayvanlar izler gibi… Günlük yaşamda fareli görüntüler çoğalmaya başlayınca farelerle yaşamaya alışma düşüncesi rüyalarına girmeye başlamıştı. Rüyalarını yattığı odanın içinde dolaşan, yarı aralık camdan içeri kaydıraktan kayar gibi atlayıp giren fareler ele geçirmişlerdi ve kalmakta ısrar ediyorlardı. Gördüklerinin gerçek olduğuna inanıp yerinden kalkıp kontrol ediyordu. Gölge oyunu bile olsa tedirginliği artıyor endişelere kapılıyor, içini basan sıkıntılar arasında ezilip kalıyordu çaresizce. Nereye baksa fareleri görür olmuştu. Kulaklarında fare kemirtileri eksik olmuyordu çınlama seslerini bastıran… Boşanmalarına karşın ısrarla evden ayrılmak istemeyen eski eşinin yaşattığı sorunların üzerine farelerinde eklenmesi sadece ruhunu değil bedenini de etkilemişti. İlkelliğe doğru itilen düşüncelerin ortasında kalmış delirecek gibi hissediyordu kendisini. Rüyalarına eksik olmayan farelerle barış yapıp dostluk bağı kurma düşüncesi bir lamba gibi karanlıkta kalan düşüncelerini aydınlatınca bir nebze olsun rahatlamıştı. Artık rüyalarında milyonlarca farenin yeni bir başkanı olarak sahneye çıkıyordu. Başkomutan olmuştu. Arkasında, kendisi için ölmekten korkmayan aşiretlerini birleştirmiş milyonlarca askeri vardı artık. İçinde kaynayan lavların etkisiyle onları eski eşini öldürme emri vererek yattığı odasına göndermiş sonra da derin bir uykuya dalmıştı…sabah uyandığında nefret ettiği kadının iskeleti ile karşılaşınca zaferlerini kilolarca Hollanda peyniri ile kutlamışlardı… Artık özgürdü. Oyunu oynamaya yazdığı yeni senaryolarla bir süre daha devam etti. Uyandığında gördüklerini anımsayıp gün geçtikçe bozulan psikolojisinin derinliğinde yatan etkenlerin gerçeğinde kendisinin de fareler gibi sevilmediğini kabul etmişti sonunda. Çocukları tarafından terk edildiği gerçeğiydi gördüğü, bildiği ama kabul etmek istemediği. Onlara yaptıklarından sonra hak etmediği bir yalnızlık yaşatıyorlardı kendisine. Ufak yaşlarda bırakıp başka birisine kaçan annelerinin yalanlarına, dolanlarına, timsah gözyaşlarına inanıp onun tarafına geçmişler kendisinden evrende dolaşan bir asteroit gibi uzaklaşmışlardı. En mutlu, en aydınlık dakikalarda bile ağdalı her şeyi yitirmekle ilgili bir karanlıkla kuşatılıyordu. Boşluklardan boşluklara yuvarlanıyor, ellerini, ayaklarını, başını, yüzünü düşüncelerindeki sivri kayalara çapıyor, yaralıyor canı yanıyordu. Hayallerinin içinden geçen çoşkulu ırmakların çamur renkli sularında sürükleniyor boşlukların derinliklerine kazılan mezarlara ve o mezarlara iradeleri, istekleri karşı koysa bile varlığında bulunan ama bilmediği, tanımadığı, güçler tarafından ite kakıla mezara sokuluyordu. Bir ölüm eğitiminden geçer gibiydi… Holün lambasını yakmadan parmakları üzerinde sessizce yürüyerek mutfağa gitti. Kapıyı açtı ve lambayı yakınca iki yavru farenin ekmek kızartma makinesinden ışık hızıyla fırlayıp sağa sola kaçtığını gördüğünde kalbi deli gibi artmaya başladı. Vücudunun ısındığı hissetti. Sıtmaya tutulmuş gibi titreme nöbeti başlarken terlediğini hissetti. Maraton bitirmiş koşucu gibi nefessiz kaldı bir anlığına. Ağzı kurumuştu. Başının döndüğünü hissetti. Midesi bulandı, Ağzına yükselen acı suları çöp tenekesine tükürüp mutfaktan çıkıp kapısını kapattı. Yattığı oturma odasına girince kalorifer petekleri altında koşuşturan fareleri gördüğünü sandı bir an. Hayal gücünün son günlerde kendisiyle dalga geçer gibi gerçek olmayan görüntülerle düşüncelerini alt üst etmesine daha ne kadar izin verecekti ki? Ama düşüncelerindeki farelerle ayni odada yaşamak, uyurken kendisine yaklaşıp üstünde oynamaları, vücuduna tırmanırken gıdıklamaları gibi kontrol edemediği çelişkilerinden sıyrılamıyordu. İçine düştüğü farelerle dolu bataklıktan kurtulmak istedikçe daha derinlere batıyordu. Ellerini başının arasına aldı… Cem kendine gel. Acıyla yoğrulmuş yaşamın içinde sen çok daha zor durumlardan kurtulmasını bildin. Kendini bırakırsan ya katil olursun ya da akıl hastanesine düşersin. Senin tutarsızlığın, dengesizliğin, kesin bir karar verememen bir sürü sıkıntıyı da peşinde taşıyor sel çamuru gibi. Akıllı ol, ayık ol. Alt tarafı iki tane fare işte. Bırak ne isterlerse yapsınlar sana ne! Sana zarar vermedikleri sürece… Olmaz!!! Kabul edemem ben onların bana karşı açtığı savaşın mağduruyum. Kendimi savunmaktan başka bir şey yapmıyorum. Onların kökünü kazıncaya kadar bu savaş devam edicek. Geri dönüş olmaz… Yapma Cem, ne kadar şirin olduklarını gördün. Sana balkon penceresinden nasıl da el sallıyorlardı. Arka ayakları üstüne kalkıp ellerini birleştirerek sana yalvarmalarını nasıl göz adı edersin ki? Sen hayvan dostu bir insansın. Karıncayı bile incitemezsin… Çok yorgunum dostum. Ruhumu kirleten farelerden kurtulma düşüncesinden arınamıyorum ki? Her an gözlerimin önünde. Saçma sapan içinde sadece farelerin olduğu kontrol edemediğim hayallerin korkusu hücrelerime işledi. Rüyamda kadın kılığına giren dünya güzeli bir dişi fare ve diğer farelerle seviştiğimi biliyor musun sen? Cem kafayı yediğimi hissediyorum. Doktora gitsem iyi olucak sanırım. Ben kontrolümü kaybettim artık, tuhaf, sonu acılarla biten düşüncelerin esiri oldum. Kendimi öldürmeyi bile düşündüm bir ara. Kalp krizi geçirdiğimi sandım. Panik atak geçirme gibi abartılı korkularla kaplandı tüm hücrelerim. Cem kendine bir tokat atıp ayağa kalktı. Bir sigara yaktı…Saçmalamaya başladın yine…dedi koltuğa uzandı…yorgunluk ve uykusuzluktan kapanmaya başlayan gözlerini kapattı… Evini korumak, işgalcilerin egemenliğinden kurtarmak zorundaydı. Ama zehir kullanmayacaktı. Her köşeden aniden ortaya çıkıp kendisine sarılmak, kucaklamak, yalnız olmadığını göstermek için koşan yavruların görüntüleri içinde uyumaya başladı. Cem’in mutfaktan çıkmasından sonra masanın altında buluşan baba ve oğlu kızartma makinesinden yere düşen ekmek kırıntılarını kemirirken konuşuyorlardı… “Oğlum sonunda bizi buldular artık bu evde kalmak bizim için zorlaştı. Bizden kurtulmak için her yolu deneyeceklerini bilmeni isterim. Sen diğerlerine de haber ver ellerini çabuk tutup tünelleri bitirsinler…” “İyi de burada nasıl çıkayım baba adam kapıyı kapatıp gitti. Ayrıca bizim onlara bir zararımız yok ki. O bize benzeyen kadının yanında sabahlara kadar oynuyoruz hiç farketmiyor bile. Geçen gece ufak kardeşim yorganının üstüne çıktı ağzına kadar yaklaşıp içine baktı. Sonra hızla uzaklaştı oradan. Ağzının çok koktuğunu üç tane dişinin çürük olduğunu söyledi midesi bulanarak…”dedi etrafına bakındı…”Benim kapıyı açacak kuvvetim yok baba. Olsaydı kapı kolunun üstüne çıkar zıplar sende kapıyı açardın…” “O zaman sen önce masaya çık oradan çiçeklere tırman ve devamlı açık duran pencereden çıkıp kadının yattığı odadaki girişi kullanıp tünele gir diğerlerine haber ver benden haber alana kadar yerlerinde kalıp çalışmasınlar…Birkaç gün gündüzleri çalışalım. Sokağın gürültüsünden bizleri duyamazlar…” “Baba, o şişman kadın mutfağa gelene kadar beklesek olmaz mı? O gelince telefonunu açıp dedikodu yapmaya başladığında da ona görünmeden çıkardık kapıdan…Bu arada da karnımızı doyururduk yerler kırıntı dolu.” “Oğlum bu adam tehlikeli birisine benziyor. Anlatılanlara göre son dört yıldır dört aileye soykırım yapmış. Balkona on tane kapan kurmuş. Birisi kurtulamamış. Tavan ise zehir dolu. Rizikoya hiç girmeyelim…” “Baba beni korkutmaya başlıyorsun…” “Oğlum sen insan denilen canlıları bilmiyorsun daha çok ufaksın. Şimdi beni iyi dinle sana sülalemizin uzman olduğu bir evin işgal edilmesinde dikkat edilmesi gereken noktaları anlatayım. Bana bir şey olursa evimizin direği sen olucaksın…” “Önce gidip diğerlerine haber vereyim sonra anlatırsın…”dedi oğul fare masanın ayağına tırmanıp üstüne çıkıverdi. Oradan da camın aralığından çıkıp kiremitlerin üzerinden aralık camdan içeriye girdi…Pervazın kenarındaki ufak kapıdan içeri girip tünelin derinliğine doğru koştu… Cem yer yatağını yaptıktan sonra tedirgin bakışlarla odanın içinde dolaştı. Farelerin olabileceği yerlere baktı sessizce bir kemirme sesi duymayı bekleyerek kulaklarını kabarttı…Televizyonun sesini kısıp başını koltuğa dayadı…Ama günün yorgunluğundan dayanamayınca dalmıştı. Rüyasında farenin kitapları kemirdiği görünce yerinden sessizce kalktı. Elindeki el lambasını yakıp sesin geldiği yere doğru emekledi…tahta cetvelle kemirme seslerinin geldiği yere tıkladı üç kez. Karşıdan üç kez kemirme sesi gelince gülümsedi. Benimle dalga geçiyorsunuz demek. Ben size gösteririm…dedi. Masayı çekmek isterken tavandan örümcek gibi fareler inmeye başladığını görünce korkuyla yorganının altına saklandı…Sabahın ilk ışıklarıyla uyandığında yorgunluktan bedeni pelte gibi olmuş parmaklarını bile oynatmak gelmiyordu içinden. Beli de ağrımaya başlamıştı. Aç karnına bir sigara yaktı. Farelerin işgal ettiğine inandığı odasına baktı…İnsan kendi anlamını kazandığından bu yana odaların eşyaları yer değiştiriyor, biçimleri yenileniyordu ama o fareler yüzünden odanın eşyalarını değiştirir olmuştu. Doğadaki düzene uydukları için mi hep ayni şeyler birbirilerine miras bırakıla bırakıla sürdürülüyordu? Kendisinin boğazını sıkıp intikam duyguları aşılıyan, karanlık bir bunaltı dünyası yaratarak o dünyanın grilikten siyaha dönmüş çamurlarında kaynayan düşünceleri vahşete dönüştüren farelerin bir an önce yok edilmesi kararlılığıyla yatağından kalktı. Önce balkondaki eski üç kapanı kontrol etti. Bir değişiklik göremedi zaten çıkardığı mekanik sesten farelerin yakalandığını anlıyordu gecenin sessizliğinde. Odaya girdi. Televizyonun, masasının altına yerleştirdiği kapanlara baktı…ne fare pisliği ne de başka bir emare göremedi…büyüteci alıp yere çömeldi, emekleyerek farelerden bir iz bulma umuduyla halının üzerini araştırmaya başladı…Kapının girişindeki kitaplığın alt gözüne yerleştirdiği eski dergilerin altında ufak kağıt parçalarını görünce heyecanlandı…Ulan siz benim gözüm gibi sakladığım dergilere mi musallat oldunuz yoksa…dedi öfkelenmeye başlayan bir ses tonuyla yaklaştı. En altta duran dergilerin kemirilmiş olduğunu görünce tepesi attı…Canı sıkıldı. Ukrayna'da yaşananlar, Almanya'daki hayat pahalılığı, enerji masraflarındaki aşırı artış, Filistin’de yaşanan soykırımı, yalnızlığını, aşksız sevgisiz geçen yıllarını unutuverdi. Tünelden kendini aşağıya bırakan fare mutfak ile yan odaya birbirine bağlayan çalışmanın son aşamasında yorgun argın dişlerini dinlendirmeye başlamışken yanlarına gelen amca çocuğunu görünce suratlarını astılar. Kendini beğenmiş, kanalizasyonda sağdan soldan duyduğu bilgilerle hava atmaya çalışan çok gıcık birisiydi…yine neler yumurtlayacaktı acaba… Oysa yeni bir kuşak yaratmak için on iki milyona yakın fare dünyasın da devrim yapma zamanı gelmişte geçiyordu. Bu konuda çok dikkatli olmalıydılar bu gelen gıcığın haberi olursa kendilerini hemen ihbar ederdi. Güven duymuyorlardı gelen çocuğa. Farelerin dünyasına yeni ve bilinçli bir kitle yaratmak için Lenin’in, Marks’ın, Engels’in Mao’nun kitaplarını kemirmişlerdi buraya yerleşmeden önce. Giriş katında oturan genç çiftin konuşmalarını dinlemişlerdi günler boyunca. Kişinin çözemeyeceği hiçbir sorun bırakmayan düşünceleri taşıyan kafalar edinmeliydiler. Kendilerine dayatılan engeller bir işin üstesinden gelemedikleri, başarısız oldukları için beceriksizliklerini gizlemek amacıyla uydurulmuştu. Kitleye hâkim olmak için isteklerinin dışında bir dünya doğması, evrilmesi halinde böyle bir dünyayı yönetme becerisi olmayan diktatör düşünceli insanlar tarafından uydurulmuştu. Giriş katındaki genç sevgilisiyle öpüşürken -hiçbir engel bizim birbirimizi sevmemizi engelleyemez. Biz istersek aşamayacağımız engel kalmaz yeterki gücümüze inanalım-demişti. Ama kendilerine karşı savaş açan insanlar yıllardır onları hep daracık bir alana itiyorlar, sınırları çelik tellerle örüyorlar, sınırlandırıyorlar, yeni zehirler, otomatik kapanlar icat ediyorlar, kanalizasyona dökülen asitler, zehirli gazlarla toplu kıyım yapıyorlardı. Ellerindeki yaşama özgürlüğüne sahip olmak için kendilerine karşı tüm olanaklarını kullanıyorlardı. Ya kendileri ne yapıyordu? Amcaoğlu soluk soluğa…”Sakın çalışmayın. Yerimiz tespit edildi hepimiz tehlike altındayız. Babam burada sessizce beklemenizi söyledi…” “Bekleyelim ama karnımız acıktı çok. Neden bize yiyecek bir şeyler getirmedin? Biz senin gibi baba yemeği yemiyoruz. Eşşek gibi çalışıyoruz sizler rahat edesiniz diye. Biz sizin esiriniz de değiliz köleniz de…” “Ya tamam ne kızıyorsun hemen. Açlıktan ölmedin ya! Şimdi çıkıp getiririm…”dedi durdu. Bıyıklarını düzeltti…” Babam çok dikkatli olmanızı istedi. Sakın tuzaklara kapılmasınlar, her gördükleri şeye burunlarını sokup koklamasınlar. Peynir kokusu alırlarsa tuzak olduğunu bilerek yaklaşsınlar dememi söyledi size. Tamam mı amca oğulları. Şimdi gidip size yiyecek toplayım…dedi jet gibi fırladı yukarı doğru tırmanmaya başladı… “Ne diyorsun yoldaş? “Amcam haklı. Biz dikkatli olalım şimdilik. Tünelin bitmesine az kaldı. Bir saat sonra evin üç odasını da ele geçirmiş olucaz. Hücre çalışmalarına başlayabiliriz…” “O zaman sessizce çalışmaya başlayalım o kadın bizi duymaz…” Fare tünelden çıkınca etrafına bakındı. Şişman çirkin kadını uyuyordu, yere atladı. Kadının arkasından üstüne çıktı. Ama kadın birden horlamaya başlayınca korkup aralık olan kapıya doğru koştu adamın kapının önünden geçtiğini görünce adamın ayakları altında kalmaktan son anda kurtuldu. Kapının arkasına saklandı. Adamın odasına girip kapıyı kapatmasından sonra yavaşça etrafının kokladı, kapının önüne çıktı etrafına bakındıktan sonra ışık hızıyla mutfağa girdi…masanın altındaki ekmek kırıntılarını aramaya başladı. Burnuna mis gibi sucuk kokusu gelince buzdolabını yanındaki boşluğa doğru yürümeye başladı sessizce. İşte orada duruyordu. Karnı guruldamaya başladı. Ne güzel kokuyordu ama babası kendisini uyarmıştı bu tür tehlikelere dikkat etmesi konusunda ama peynirden uzak durun demişti…Yaklaştı kuyruğunu uzattı önce sonra sol ayağını. Kapandan tepki görmeyince iki adım daha atıp sucuk parçasını büyük bir iştahla ısırdı… o anda büyük bir gürültü koptu… Sucuk parçası boğazında kalmıştı. Buzdolabının arkasında tünelin çalışmasına yardımcı olmaya çalışan baba gürültüyü duyunca koşup oğlunun boynundan yakalandığı kapana baktı üzüntüyle…” Seni o kadar uyardım. Dikkatli ol oğlum burnunu her şeye sokma dedim ama sende aynen o aptal annene çekmişsin sonun da onun gibi oldu işte. Bak gördün mü. Sana insanların ne kadar vahşi yaratıkları olduğunu, bizi öldürmek için tüm seçeneklerini kullanacaklarını, düşmanımız olduklarını anlata anlata dilimde tüy bitti…”dedi arka ayakları üstünde kalktı. Ellerini birleştirip dua ettikten sonra hızla olay yerinden uzaklaştı. Pencerenin açık penceresinden çıktı. Geç olmadan çoluk çocuk bu evi terk etmek zorundaydılar yoksa hepsi öleceklerdi… Mutfaktan gelen gürültüyü duyan Cem koşar adımlarla mutfağa gitti. Yerleştirdiği üç kapandan birinde yavrulardan bir tanesinin yakalanmış olduğunu görünce sevindi. Kahraman bir komutan edasıyla dudaklarına yerleştirdiği gülümseme ile “Elde var bir…” dedi rahatlamış duygularla bir sigara yakarken semavere su doldurup altını açtı. Savaş resmen başlamıştı… Erdem Buyrukçu
Gerçekedebiyat.com