Karanlık arzular
Karanlık arzular “İnsan, hakkında çok şey bildiğimiz ve yine en az şey bildiğimiz türdür.” Eski çağlarda -hatta yakın zamana kadar- kanlı infazlar halka açık yapılırdı ve bu gösteriler ilgi çekiciydi. Sözgelimi antik Roma’da gladyatörlerin dövüşlerini izlemek için her yerden, her taraftan akın akın gelirler, bir eğlence yerindeymiş gibi yarışmacıların birbirlerini öldürmelerini çığlıklar eşliğinde izlerlerdi. Akıtılan kana tanıklık etmek onları heyecanlandırıyordu… Çarmıha gerilen İsa, asılan Pir Sultan, kellesi uçurulan Lavosier, yakılan Bruno, kafasına ıslak deve derisi geçirilip güneşe bırakılan bozkırın garip insanının ölümüne tanıklık etmek zevk vericiydi. Özellikle infaz edilecek kişi ya da grup şöhret ve ün sahibiyse bu daha zevkli olurdu, çünkü söz konusu duyguya kıskançlık da eşlik ediyordu. Daha trajik olan ise kurbanların ölümüne tanıklık edenlerden kimisi, darağacında sallanan cesede gül atar, kimisi tükürür, kimisi sövüp sayardı… Kimisi de içten içe üzülürdü. Sonraki yüzyıllarda –günümüz de dahil olmak üzere– bu duygu durumu devam etti. Gerçi artık arenalar yok, infazlar açık şekilde yapılmıyor ama öğrenci, köylü, işçi, sanatçı, aydından tutun da, iktidarlar tarafından farklı düşündü diye işkenceyi, araçlara bağlanarak sürüklenen cesetleri, talan edilen şehirleri, yakılan yıkılan evleri, çocukların korku dolu çığlıklarını, kadınların gözyaşlarını, açlığı, susuzluğu, açık ya da gizli haz alarak duyumsayan kitleleri görebiliyoruz. Benliklerinin derinliklerinde başka bir kültürü, başka bir milleti, komşuyu, farklı bir geleneği kabullenmeyip onların yok olmasından garip zevk duyan geniş kalabalıkların olduğunu biliyoruz. İşin feci yan bu tür gösterileri izlerken ne utanıyoruz ne de gözlerimizi kapatıyoruz ve söz konusu kanlı infazları, kanlı alanları yaratan egemen gücün önünde kolektif bir teslimiyete giriyoruz. (Buna aptallığın teslimiyeti diyebilirim ancak) Peki, bizi kanlı infazları alkışlamaya izlemeye ettiren şey nedir? Tek cümlelik cevapla: Karanlık arzular… Bu davetin kaynağında başka bir ifadeyle karanlık arzularımız vardır. Vahşetin çağrısı vardır... Ya da vahşete duyulan özlem - ki bu arzu atalarımızdan bize kalan tuhaf bir mirastır… İnsan karanlık yanını ömrü oldukça saklı şekilde içinde taşır ve fırsatını yakaladığında yargıya dönüştürür. Çok zaman daha da ileri giderek ahlaki norm haline getirir ve böylece hayatı çöle çevirerek anlamsızlığa iter… Kendini çürümüşlüğe bırakır… Akıldışı çabayla yaşamını parçalanmaya hazırlar. Geniş halk yığınları tutarsızlık içeren zayıf bir doğaya sahiptir. Hem dengesiz duruşumuz hem bizi yönlendirenlerin eğilimleri bizleri oynatabiliyor ve bu durum bizi ötekinin gösterilerine oyuncu olmaya zorlar. Zeka ve anlama yetisi gücünü yitirdiğinde, başkasının oyunlarına oyuncu olmaktan daha doğal ne olabilir ki? Figüran biri figüran olmanın ötesine geçemez zaten, çünkü var olma nedeninden uzaklaşmıştır. Sıradan koşullar içinde yaşamaya adamıştır kendini ve bundan dolayı ne düşüncesinin ne de davranışının hangi yöne evrileceğinin bilincinde değildir. Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR