Yazarlar küstahlıklarında haklıdırlar / Honore de Balzac
Honore de Balzac'ın Tılsımlı Deri romanının önsözünde yazdığı bu sert yazı, yazarların kendilerini anlamayan okur ve eleştirmenlere karşı bir direniş mektubu gibidir. Balzac yazarların özgürlüğünü savunurken bir yazar tanımı da ortaya çıkarıyor. O tanım kimseyi takmayan sistem dışı olmayı içeriyor.
Kuşkusuz kişiliğini eserlerinin yapısı ile belirgin bir şekilde yeniden üreten ve yapıtı ile kendisi tek ve aynı olarak addedilen pek çok yazar vardır. Bunun yanı sıra, sanatçının temel düşünceleri ve eserlerindeki fantezileri arasındaki çeşitli bağlantı düzeylerini tanımlayacak hiçbir gerçek kural bulunmayan, ruhları ve alışkanlıkları yapıtlarının biçimi ve içeriğiyle şiddetli bir şekilde ters düşen yazarlar da vardır. Bu uyum ya da uyumsuzluklar varlıklarını, tıpkı kuşağın kaprislerinde olduğu kadar değişken, iç işleyişlerinde garip, gizemli bir ahlaki yapıya borçluydular. Kurgulanmış bireylerin ve düşüncelerin üretimi, anlaşılması mümkün olmayan iki gizemi oluştururken, bu iki üretim tarzının yazarlarıyla birlikte ortaya koydukları benzerlikler ve farklılıklar adına çok az şey sunmaktadırlar. Petrarca, Lord Byron, Hoffmann ve Voltaire dehalarıyla öne çıkan yazarları temsil ederken, kanaatkâr kimliğiyle üslubunun açgözlülüğü ve eserinin kahramanlarıyla tezat oluşturan Rabelais, tıpkı lezzetli yemekleri tanıtırken ağzına neredeyse hiçbir şey koymayan Savarin [1] gibi, şarabı methederken su içiyordu. Büyük Britanya'nın gurur duyabileceği en kayda değer çağdaş yazar için de durum aynıydı. Eva, Melmoth, Bertram gibi eserleri borçlu olduğumuz kibar ve zarif papaz Maturin, kitaplarında kadınlara gerekli özeni gösteriyor, gündüzleri mesleğinden kaynaklanan katı düşüncelere sahip olmasına rağmen geceleri cinsi latifi cezbedecek bir züppeye dönüşüyordu. Boileau için de benzer şeyler söylenebilirdi: Kibar ve yumuşak sohbeti ile küstah dizelerinin alaycı içeriği birbirleriyle tezat oluşturuyordu. Duyarlı şairlerin çoğu, özel yaşamlarında aynı duyarlılığı göstermezlerdi. Aynı şey, hiç durmadan insan bedeninin en güzel biçimlerini idealize etmeye, hatların şehvet uyandıran yanlarını yansıtmaya, güzelliğin ayrıksı çizgilerini bir araya getirmeye çalışan ama neredeyse tamamı kötü giyinen, şık görünmeyi küçümseyen, dışarıya hiçbir şey sızmasına izin vermeden güzelliğin ölçülerini ruhlarında saklayan heykeltıraşlar için de geçerliydi. Yazar ve düşüncesiyle ilgili bu karakteristik uyumsuzluk ve uyumluluk örneklerini artırmak hiç de zor olmayacak; ama bu çifte olgu o kadar belirgin ki, daha fazla üzerinde durmak biraz çocuksu bir ısrar anlamına gelecek. Şu haldehiçbir dramacının sahneye koyamadığı en iğrenç anlatımı, en derin alçaklığı yansıtırken, Schiller'in soylu yüreği François Moor [2] ile suç ortaklığı yapmaktan kaçınsa gerçek bir edebiyattan söz etmek mümkün olabilir miydi? En hüzünlü trajedileri kaleme alan yazarlar genellikle kendi yaşamlarında saygıdeğer Ducis [3] örneğinde olduğu gibi oldukça uysal ve ataerkil geleneklere bağlı kişiler değil miydi? Bugün bile, küçük burjuva geleneklerinin en kavranamaz nüanslarını büyük bir incelik ve hassasiyetle yansıtan Favart'larımızın [4] dizelerini gördüğünüzde, zihninizde temiz yürekli bir köylünün sığır spekülasyonu ile zenginleştiğini canlandırabilirsiniz. [5] Edebiyatta insanları yüzlerinden tanıma sanatını yöneten yasaların belirsizliğine rağmen, okurlar kitapla şair arasında asla tarafsız kalamazlar. Düşünceleriyle istemsizce bir resim çizer, bir kişilik oluşturur, zihinlerinde bu kişinin yaşlı ya da genç, uzun ya da kısa, iyi ya da kötü olduğunu canlandırırlar. Yazar bir kez tasviri yaptığında her şey bitmiş, kuşatmaları tamamlanmıştır! [6] Böylece Orléans'da kambur, Bordeaux'da kumral, Brest'te ince ve narin, Cambrai'de irikıyım olursunuz. Bir sanat camiası sizden nefret ederken diğeri sizi göklere çıkarır. Tıpkı Parislilerin alaya aldıkları Mercier'nin SenPetersburg'daki Rusların esin kaynağı olması gibi. Nihayet, okurun fantezilerine göre şekillendirdiği ve neredeyse her zaman bazı değerlerini elinden alarak soyduğu, ardından kendine has kötülük eğilimleriyle yeniden giydirdiği birçok farklı özelliği barındıran bir varlığa, bir tür düşsel yaratığa dönüşürsünüz. Böylece bazen hakkınızda şöyle söylenmesinin paha biçilmez avantajına sahip olursunuz: “Onu hayalimde böyle canlandırmamıştım!..” Bu kitabın yazarı halkın yaptığı bu tür yanlış değerlendirmelerden hoşnut kalmakla yetinseydi, bu ilginç ilahi fizyoloji tartışmasından uzak durmaya çalışacak, edebiyatla uğraşan, geleneklerle uyumlu, erdemli, sağduyulu, çevresinde kabul görmüş bir beyefendi olarak geçinmeye kolayca boyun eğecekti. Ne yazık ki, yaşlı, yarı dalavereci, yarı utanmaz biri olarak ünlendi ve onun değerini bilmeyen, kötülüğe giden yolda her şeyin kötü olmadığından bihaber olan bazıları, yedi günahın tüm çirkinliklerini yüzüne kazıdılar. Bu yüzden, kamuoyunun bu konu üzerindeki yanlış yorumlarını düzeltmekte tamamıyla haklıdır. Ama her şeyin eksisi artısı değerlendirildiğinde, belki de hak edilmiş kötü bir ünü, erdem olarak tanımlanmış bir yalana seve seve tercih edecektir. Günümüzde edebi alanda ün sahibi olmak ne anlama gelmektedir? Caddenin dört bir köşesine yapıştırılmış kırmızı ya da mavi bir afiş. Dahası, hangi yüce şiir, Paraguay-Roux [7] ya da bilmem hangi kimyevi karışım kadar popülerleşme şansına sahip olacaktır? Sıkıntılar, ismini vermediği ama altına imzasını atması tehlikeli hale geldiği için artık yazdığını itiraf ettiği bir kitapla başladı. Bu eser, kimileri tarafından yaşlı bir doktora, kimileri tarafından Pompadour'un sefih bir yaltakçısına, bazılarınca da hayatı boyunca saygı duyulmaya değer bir kadınla karşılaşmayan, umudu kalmamış ve insanlardan uzakta yaşayan bir şahsa atfedildi. Yazar, bu yanılgılar karşısında gülümsedi, hatta onları övgü olarak kabul etti, ama artık bir yazarın tamamıyla edebi değerlendirmeler karşısında suskun kalarak boyun eğmesi gerekse dekişiliğini lekeleyen bir iftirayı aynı boyun eğişle kabul edemeyeceğine inanıyor. Yanlış bir suçlama bizden çok dostlarımızı etkiliyor ve bu kitabın yazarı kendisi için zararlı hale dönüşebilecek düşünceleri çürütmeye çalışırken kendini tek başına savunamayacağını fark ettiğinde, kendinden söz ederken hissedilen o tiksinti duygusunu yenmeye karar verdi. Kendisini tanıyan bir azınlığı memnun etmek için kendisini tanımayan birçok kişiyle hesaplaşmaya söz verdi ve bunu yaparken onur duyduğu bazı dostlukların ve göğsünü kabartan bazı onamaların hakkını vereceği için mutluluk duyuyor. Şimdi, mermer iskemlesinin üzerine oturup yazdığı De Matrimonio'daki [8] şehvetin tüm kaprislerinin engizisyon mahkemesinde yargılandığı ve evlilik yaşantısına hükmeden yasalarla büyük bir uyum içinde bir günah çıkarma ayinine dönüştüğü kitabıyla tanınan o temiz yürekli Sanchez'in hüzünlü ayrıcalıklarını üstlenirken kendini beğenmişlikle mi suçlanacak? Felsefe, din adamlarından daha mı suçlu duruma düşecek? Emeğin damgasını vurduğu bir yaşamı kabullenmek küstahlık mı sayılacak? Kendisine otuz yıl ömür biçen bir doğum kayıt belgesini gösterdiğinde yine yakınmalara mı maruz kalacak? Kendisini tanımayanlardan ahlak anlayışını, kadınlara olan derin saygısını tartışma konusu yapmamalarını, iffetli bir ruhu hayâsızlığın prototipi olarak göstermemelerini istemek hakkına sahip değil mi? Önsözdeki ihtiyatlı yaklaşıma rağmen, Fizyoloji'nin yazarını haksız yere eleştirenler, bu yeni yapıtı okurken tutarlı olmak istiyorlarsa, daha kısa süre önce yoldan çıkmış olan yazarın kibar bir sevdalı olabileceğine inanmak zorunda kalacaklar. Ama tıpkı suçlamaların kendisini yıpratamadığı gibi övgüler de onu şımartamayacak. Gördüğü tasvipler onu derinden etkilese dekişiliğini halkın keyfi eleştirilerine teslim etmeyecek. Bununla birlikte, halkı, bir yazarın suçlu olmadan da suçu kafasında canlandırabileceğini ikna etmek çok güçtür!.. Bu yüzden önceleri hayâsızlıkla suçlanan yazar, onca eseri yalıtık bir yaşamın, yetingenlik olmadıkça açığa çıkmayan zihinsel verimliliğin izlerini taşısa da bu kez zevk düşkünü bir kumarbaz olarak damgalanmasına şaşırmayacak. Hiç kuşku yok ki, kendi lehine olağanüstü sempati yaratacak bir otobiyografi yazmak hoşuna gidebilecekti; ama şu an kendini onca önsözcünün yaptığı gibi küstahlıklar yazacak ölçüde hazırlıklı, çalışmalarında mütevazılığını koruyacak ölçüde bilinçli hissediyor; üstelik herhangi bir sağlık sorunu olmadığı için, muhakkak ki hüzünlü bir önsöz kahramanı tasvir edecek. Kişiyi ve gelenekleri kitaplardan dışlarsanız, yazar size yazıları üzerinde büyük bir otorite kullanma hakkını tanımış olacaktır: Bu yazıları küstahlıkla suçlayabilir, kalemini uygunsuz tasvirler yapacak ölçüde kötü kullanması yüzünden onu kınayabilir, sorunlu gözlemleri derleyebilir, ona kişiliğine uygun olmayan kötülük eğilimlerini atfedebilirsiniz. Başarı bu engebeli arazilerde ulaşılması zor bir duraktır, bu yüzden Evliliğin Fizyolojisi belki de bir gün tamamıyla aklanacaktır. Daha sonraları belki de daha iyi anlaşılacak ve yazar günün birinde dürüst ve ciddi bir kişi olarak sayılmanın mutluluğunu yaşayacaktır. Ama bayan okuyucuların birçoğu, Fizyoloji kitabının tıpkı hasta olduğu için diyet uygulayan biri gibi kanaatkâr, su içen ve çalışmaktan başka bir şey düşünmeyen yaşlı bir müdür yardımcısı olarak düşündükleri yazarının genç olmasından hoşnut kalmayacak, iyi aile çocuğu bir gencin evliliğin sırlarına nasıl nüfuz ettiğini anlayamayacaklardır. Böylece suçlamalar varlıklarını yeni bağlamlarda sürdüreceklerdir. Ancak bu önemsiz davanın, suçsuzluğu lehine sona ermesi için insan zihninin işleyişi konusunda yeterli birikime sahip olmayanları düşüncenin kaynaklarına götürmesi yeterli olacaktır. Bir önsözün sınırları dahilinde olsa da bu psikolojik deneme belki de bir yazarın yeteneği ile fiziki özellikleri arasındaki ilginç uyumsuzlukların anlaşılmasına yardım edecektir. Kuşkusuz bu sorun yazardan çok kadın şairleri ilgilendiriyor. Doğayı düşüncelerle yeniden üretmeyi hedefleyen edebiyat, sanatların en karmaşığıdır. Bir duyguyu resmetmek, renkleri, ışıkları, ara tonları, nüansları yeniden canlandırmak, dar bir alanı, denizi ya da manzarayı, insanları ya da binaları hakkını vererek ortaya koymak, işte resmin tamamı bundan ibaret. Kaynakları daha da sınırlı olan heykeltıraşlığın doğanın büyük zenginliklerini ifade etmek, duyguları insani görünümlerle sunmak için bir taş ve bir renkten başka malzemesi yoktur, bu yüzden heykeltıraş, mermerinin altında az sayıda kişinin dikkate aldığı uçsuz bucaksız idealleştirme çabalarını gizler. Ama daha engin olan düşünceler her şeyi kapsarlar: Yazar tüm olaylara, tüm kişiliklere vâkıf olmak zorundadır. İçinde fantezilerine göre tüm evrenin yansıdığı tam olarak tanımlayamayacağım eşmerkezli bir ayna barındırmalıdır; aksi takdirde yazar ve hatta gözlemci varlıklarını sürdüremezler; çünkü yalnızca görmek yeterli değildir, bunun yanı sıra hatırlamak ve izlenimlerini seçtiği bazı sözcüklerle ortaya koymak ve bu sözcükleri imgelerin tüm incelikleriyle süslemek ya da onlara ilk duygulanımlarının en canlısını iletmek gerekir. Oysa, her yazar tarafından eseri için, her bilgiç tarafından teorisi için yaratılmış titizlikli Aristotelizm çabalarına girmeyen yazar alçak ya da yüksek bir kavrayışla uyum içinde, yazın sanatının birbirinden oldukça farklı iki bölmesini yani gözlemi ve ifadeyi bütünleştirmeye çalışıyor. Kalburüstü birçok kişi gözlem yeteneğine sahip olsalar da düşüncelerini canlı bir ifadeyle dile getiremezler. Diğer yazarlar ise mükemmel bir üsluba sahip olsalar da her şeyi görüp kaydeden o keskin görüşlü ve meraklı dehadan yoksundurlar. Bu iki entelektüel yetenekten, bir şekilde edebi bir görüş ve dokunum açığa çıkar. Birinin üslubu, diğerinin kavrama yetisi iyidir; biri ahenkle ilerleyen notalar üretip insanları ağlamaya ya da düşünmeye yöneltemeden lirini çalarken, diğeri enstrüman yokluğunda yalnızca kendisi için şiirler yazar. Bu iki gücün birlikteliğiyle kişi bütünleşir; ama bu nadir ve mutlu uyumluluk hâlâ deha anlamına gelmez ya da daha basit bir ifadeyle bir sanat eserini yaratacak iradeyi sağlamakta yeterli olamaz. Yeteneğin olmazsa olmazı olan bu iki koşul dışında, gerçek anlamda bilge şair ve yazarlarda, bilimin kolayca izah edemeyeceği tinsel, açıklanamaz, şaşılası bir durum yaşanır. Bu adeta onlara olası tüm koşullarda gerçeği tahmin etmeyi sağlayan garip bir önsezidir; ya da daha iyi bir ifadeyle, onları olmaları gereken, gitmek istedikleri yere götüren nasıl tanımlayacağımı bilemediğim bir güçtür. Böylelikle, kıyaslama yoluyla gerçeği keşfeder ya da kâh kendilerine doğru gelen kâh kendilerinin yanına gittikleri nesneyi görerek tasvir ederler. Yazar, sorunun ana hatlarını çözümünü aramadan ortaya koymakla yetinir, çünkü onun için önemli olan felsefi bir teoriyi çözümlemek değil bir kanıtlama yapmaktır. Şu halde yazarın kitabı yazmadan önce yapması gereken, karakterleri çözümlemek, gelenekleri, alışkanlıkları benimsemek, tüm dünyayı kat etmek, tüm tutkuları hissetmektir; ya da tutkular, ülkeler, gelenekler, karakterler, doğa olayları, ahlaki olgular da dahil her şey zihinlerine gelir. Cimriyse, Laird of Dumbiedikes'ı [9] tasvir ederken geçici olarak cimri kimliğine bürünür. Lara'yı [10] yazarken suçludur, suçu zihninde canlandırır ya da onu yanına çağırıp dikkatle izler. Bu edebi zihinsel önermeye hakkını verecek terimi bulamıyoruz. Ama insan doğasını inceleyenlere, dâhilerde bu iki gücün bir arada bulunduğu açık bir şekilde tanıtlanmıştır. Zihniyle boşluklarda olduğu gibi bir zamanlar gözlemlemiş olduğu nesneler arasında kolayca yolculuk ederken, nesneler ilk karşılaştıkları andaki zarafetleri ya da ürkütücülükleriyle yeniden canlanırlar. Dünyayı gerçekten görmüş ya da ruhu ona dünyayı içgüdüsel olarak resmetmiştir. Böylece, Floransa'yı en canlı hatlarıyla muntazam bir şekilde resmeden bir ressam Floransa'ya hiçbir zaman gitmemiş olabilir, çölü, kumları, serapları, palmiyeleri mükemmel bir şekilde tasvir eden bir yazar Sahra'daki Dan'ı [11] hayatında hiç görmemiş olabilir. İnsanlar evreni beyinlerine getirecek güce sahip midirler ya da beyinleri zamanın ve uzamın yasalarını altüst edecek tılsımlı bir organ mıdır? Bilim bu iki açıklanamaz gizem arasında tercih yapmakta uzun süre tereddüt edecektir. Hiç şüphesiz esin şaire düşlerin sihirli fantezilerine benzeyen çok sayıda değişik görüntüler sergiler. Bir düş belki de harcanmayan bu ilginç gücün doğal ortaya konuş tarzıdır!.. Yazar, dünyanın hayran olduğu bu hayran olunası yeteneklere belki de organlarının mükemmeliyeti ölçüsünde az ya da çok oranda sahiptir. Yine belki deyaratma yetisi insana yukarıdan gönderilen zayıf bir kıvılcımın ve büyük dehalara duyulan hayranlıklar soylu ve yüce bir duanın ifadesi olamaz mı? Durum böyle değilse, neden itibarımız güçle, içimizde parıldayan semavi ışınla mukayese ediliyor ki? Ya da seçkin insanların bize yaşattıkları keyfe, eserlerinin az ya da çok yararlılığına beslediğimiz coşkuyu nasıl değerlendirmek gerekir? Herkes maddecilik ve tinselcilik arasında seçimini yapsın!.. Bu edebi metafizik yazarı şahsi sorunundan çok daha ötelere sürükledi. Ama en basit üretime, hatta Perçemli Riquet'ye [12] bile, sanatçı emeğinin ve naif bir yapıtta sıklıkla derin anlamlı bir şiirdeki gibi parıldayan mens divinor'un [13] damgasını vurmasına rağmen, o kendisi için, tıpkı önsözleri küçük Childe Harold'ın küçük hac yolculukları'ndan ibaret olan birkaç çağdaş yazar gibi hırslı bir teori yazmak niyetinde değil. O sadece yazarlar adına, kendi kendilerini yargılayan ruhban sınıfının ayrıcalıklarını talep ediyor. Evliliğin Fizyolojisi yazarların her zaman katı ve dosdoğru olmadıkları, şiirin, ahlakın, dramın her fırsatta tartışılmaksızın icra edildiği on sekizinci yüzyılın incelikli, coşkulu, alaycı ve neşeli edebiyatına bir geri dönüş denemesiydi. Bu kitabın yazarı günümüz vandalizminden sıkılmış ve onca taşın üst üste yığılmasına rağmen ortaya bir bina çıkmamasından bezmiş bazı sağduyulu şahsiyetlerin gösterecekleri edebi tepkiye destek olmaya çalışmaktadır. Erdemlilik taslayan geleneklerimizin ikiyüzlülüğüne anlam veremeyen yazar, bezginlerin müşkülpesent davranmaya hakları olmadığına inanıyor. Her yandan, çağdaş yapıtların kan kırmızı rengiyle ilgili yakınmalar yükseliyor. Zulümler, işkenceler, denize atılan insanlar, asılanlar, darağaçları, mahkûmlar, kanlı ya da kansız canavarlıklar, bunların hepsi artık soytarılıktan başka bir anlam ifade etmiyor! Kısa süre önce, halk artık genç hastalara, nekahet dönemini atlatmaya çalışanlara ve edebiyatın revirindeki melankolinin tatlı hazinelerine eğilim göstermek istemiyor, kederlilere, cüzamlılara, bezdirici ağıtlara elveda diyordu. Tıpkı bugün İspanya'dan, Doğu'dan, işkencelerden, korsanlardan ve Walter Scott usulü Fransız tarihi romanlarından [14] bıktıkları gibi karamsar ozanlardan, düşsel kahramanlardan bezmişti. Peki bize geriye ne kaldı?.. Halk, atalarımızın içtenlikli edebiyatını yeniden gündeme getirmeye çalışan yazarların çabalarını mahkûm etseydi, barbarların tufanını, kütüphanelerin yanmasını ve yeni bir ortaçağı dilemek gerekecekti; o zaman yazarlar, insani düşüncenin içinde dolap beygiri gibi döndüğü sonsuz halkada yerlerini daha kolay bir şekilde yeniden alacaklardı. Polyeucte var olmasaydı, birçok modern yazar Corneille'i yeniden yaratacaklardı ve sizler de Polyeucte'ün, Dilsiz'in [15] birkaç motifini kullanarak Hıristiyanlığa olan inancını şarkılarla ifade edeceği vodvilleri bir kenara koyarsak, bu trajedinin üç tiyatroda birden sergilendiğini görecektiniz. Kısacası yazarlar şu ana karşı küstahlıklarında sıklıkla haklıdırlar. İnsanlar bizlerden güzel tasvirler bekliyorlar değil mi? Tiplemeleri nereden bulacaksınız? Çirkin giysileriniz, tamamlayamadığınız devrimleriniz, geveze burjuvalarınız, yitip gitmiş dininiz, tükenmiş gücünüz, yarı aylıklı krallarınız, olumlu yönde güzelleştirerek tasvir etmeniz gerekecek kadar şiirsel değil mi? Bugün yapacağımız tek şey kendimizle dalga geçmek. Alay can çekişen toplumların edebiyat tarzıdır… Bu yüzden, edebi girişiminin tüm olasılıklarına boyun eğmiş olan bu kitabın yazarı yeni suçlamaları bekliyor. Eserinde isimlerini andığı birkaç çağdaş yazara, onların kişilikleri ya da yapıtlarına duyduğu derin saygının içtenliğinden şüphe duyulmamasını umuyor ve kitabında yer verdiği kişiliklere yapılacak anıştırmaları baştan reddediyor. Netice itibariyle, zaman öyle hızlı ilerliyor ve entelektüel yaşam her yana doğru öyle güçlü bir şekilde taşıyor ki, yazar kitabını yayımlamak üzereyken, ele aldığı birçok düşünce eskimiş, kavranmış, açıklanmıştı; bu yüzden bazılarını feda etti; önceden ortaya konmuş olduklarını fark edemediği için yer verdikleri ise, hiç kuşku yok ki kitabının ahengi için gerekliydiler. [1] Anthelme Brillat-Savarin, ünlü Lezzetin Fizyolojisi kitabının yazarı. (ç.n.) [2] Schiller'in Haydutlar adlı yapıtının kahramanı (ç.n.) [3] Jean François Ducis Shakespeare'i Fransız tiyatrosuna uyarlayan trajedi şairi. (ç.n.) [4] Charles-Simon Favart Fransız şair ve libretto yazarı. (ç.n.) [5] On dokuzuncu yüzyılın sözü oldukça uzatan ünlü dram yazarı Eugène Scribe'e gönderme yapılıyor. (ç.n.) [6] Rodos kuşatmasıyla ilgili bir yazısında değişiklik yapmayı sunulan belgelere rağmen reddeden başrahip Vertot'nun söylediği, "Benim kuşatmam tamamlanmıştır" sözlerine gönderme yapılıyor. (ç.n.) [7] Diş için ağrı kesici. (ç.n.) [8] Evlilik. (ç.n.) [9] Walter Scott'ın Prison of Edinburgh adlı yapıtındaki kişi. (ç.n.) [10] Lord Byron'ın şiiri. (ç.n.) [11] Dan Filistin'dedir, Balzac, Dan'ın Sahra'da bulunduğunu sanıyor. (ç.n.) [12] Charles Perrault'nun ünlü masalı. (ç.n.) [13] "İlahi esin", Horatius, Hicivler, 1, 4, c. 43 (ç.n.) [14] Walter Scott'ın yapıtlarıyla moda olan tarih romanları. (ç.n.) [15] Porticili Dilsiz Kız, Daniel-François Auber'in (1828) o dönem büyük ün kazanmış operası (ç.n.) Honore de Balzac
(Tılsımlı Deri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, çeviren, Volkan Yalçıntoklu)
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR