Balıkların susması korkulacak bir şey değildir,

korkulması gereken insanların susmasıdır.

(Sadık'ın mezarında düşündüklerinden)

 

"Baba bu balıklar niçin böyle hep suda geziniyorlar?"

"Onlar kuru yerde yaşayamazlar, su olmasa ölürler..."

"Şimdi ölecekler..."

"Evet..."

Üzüldüm.

"Ben onların ölmesini istemiyorum."

"Tuttuklarımızı suyun kenarındaki göle koy. Ama dikkat et sıçrayıp kaçmasınlar."

Babamın dediği gibi küçük bir göl yapıp balıkların biraz daha yaşaması için oraya bıraktım. Epey balık tuttuk.

İlk kez balığa geldiğimden babamı da sorularımla bezdirmiştim.

"Baba, balıklar niçin konuşmaz?"

"Onların dili yok, ondan..."

"Peki niçin ötmüyorlar, kuş gibi filan..."

"Bu kadarını bilmiyorum oğlum. Okula gitmeye başladığında öğretmenine sorarsın..."

*

Sonra, Basit çayının kenarında öğle yemeği yedik. Babam traktörle epey tarla koştu. Akşama yakın benim yanıma gelip naylon torbayı gösterdi:

"Balıkları artık buraya koy.  Anana verelim kızartsın..."

Başımı önüme eğip suçlu, bakışlarımı önüme eğdim. Günahkar bir sesle:

"Baba, ben onları çaya bıraktım..."

Babam hayretle:

"Ne diyorsun sen Sadık? Niçin bıraktın?"

"Onlar bana dediler ki biz bu küçük gölde fazla yaşayamayız, bizi özgür bırak. Ben de suya bıraktım."

*

Eve yeni dönmüştük. Babam traktörün motor kapağını kaldırmış uğraşıyordu. Ben de evin bahçesinde oynuyordum. Annem içeri girmemi söyleyip dursa da duymazdan geliyordum.

Ermeniler uzun süredir ateş etmiyorlardı. Günlerdir sessizlik vardı. Birden Sav köyü yakınlarında Kızlarağacı denen yerde gizlenmiş bir tanktan atılan merminin sesinin yankısı Basit çayı boyunca dizilmiş köylerin insanlarına korku saldı. Ne olduğunu anlamadan ikinci mermi geldi ve patlayan mermi babamın yakınına düştü. Ben korkudan babamın tarafına kaçtım. Babam da bana doğru koşuyordu. Ama yetişemedi. Üçüncü mermi ayağımın dibine düştü ve korkunç patlamayla bedenim paramparça oldu. O kısa anda yapabildiğim tek şey babamın bana yetişememesine sevinmekti. Bana yetişseydi o da ölecekti.

*

Öldüm. Ne yapalım. İnsanların kaderinde ölüm de var. Üstelik ben yalnız öldüğüm için fena da sayılmazdı. Ama babam, kentimizin anlı şanlı traktörcüsü, bu güçlü adam bensiz yaşayamıyordu.  Anne bir tarafta o bir tarafta hasta düşmüşlerdi. Onlara yalvarmayı çok isterdim: böyle yapmayın, bu beni daha çok üzüyor. Ama işte o balıklar gibi konuşamıyordum, dilsizdim. Belki de onlar benim sesimi duymuyorlardı.

Sabah beni defnettiler. Babam kabrimin üstünde hıçkıra hıçkıra şöyle dedi:

"Sadık sana söz veriyorum. Bu alçak düşmandan intikamını alacağım!"

Ertesi sabah gidip traktörü geri verdi. Yıllar önce askerlikten getirdiği ve seve seve koruyup sakladığı tankçı giysisini ve beresini giyinip gönüllü birliklerin yanına gitti. Ben koşup yolda önünü kestim, gitmesini engellemek istedim. (Ama o beni görmedi, sesimi duymadı!) Şimdi o da gidip tankçı olacak. Tanktan mermi atacak. O mermiler de çocuklara değecek. Hayır! Hayır! Babam yine traktör sürmeli, ekin ekmeli… O, adam öldüremez!

*

O gün köylerimizde, kentlerimizde traktör sesi sustu. Tanklar guruldamağa başladı. Her tank atışında ben kabirde korkudan sıçrıyordum. Babam bunu bilmiyor; bilse ateş etmez!

*

Burada –mezarda– düşünmeye zamanım çok. Her an düşünürüm ki büyükler biraz da biz çocukları dinleseler. O zaman dünyada insanlar ağlamaz.

Azad Karadereli

http://www.azadliq.org/

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)