Öyle bir yazı
“Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım, oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” “Kötü hastalığını” öğrendiği, son günlerini yaşadığını bildiği o ruh haliyle bile yazmasa deli olacak bir yazar, işte böyle eşsiz bir yazar olur elbette… Sait Faik’in bu çarpıcı satırlarında kendimi, karikatürcü Mustafa Bilgin’i zaman zaman sınadığım olmuştur; çizmesem deli olur muyum? Ne yalan söyleyeyim; olamam; çünkü karikatürden başka, ruhuma iyi gelen bir iki uğraş daha var şükür... Böyle düşündüğüm için, eh, ne yapalım, karikatürcü olarak da unutulmaya yazgılıyım, biliyorum. Fakat laf aramızda Semih Balcıoğlu gibi “karikatürden başka bir şey bilmeyen” tepeden tırnağa karikatürcü, dünya çapında bir usta bile bugün neredeyse unutuldu, bana ne oluyor allasen! Semih Balcıoğlu’nun kurucularından biri olduğu Karikatürcüler Derneği’nin üye sayısı bir ara 1000’i geçmişti. Üye olmak aklından geçmeyen bir o kadar da dergi karikatürcüsünü hesaba katınca aradan sıyrılmak anca çizmese deli olacakların işi. Selam olsun onlara… Yine d gelecekte bir mucize olur Türk Karikatürü tarihine dip bucak bakan biri çıkarsa eğer, bir iki kütüphanede toza belenmiş bir iki albümüme belki rastlayacaktır. Yanı sıra Aydınlık gazetesi arşivinde 2003-2013 arasındaki 1.sayfa karikatürlerimi ve Cumhuriyet gazetesi arşivinde, ‘bant karikatür’ iddiasına tam varamamış olmaktan mahcup, “Hayat Epik Tiyatrosu” başlıklı, 2003-2013 arasının gündemini ele aldığım çizgilerimi görür. 2006 yılının başlarında Cumhuriyet’e, peş peşe sayılır, üç kez bomba atılmıştı. Bombaların patlayarak hasar veren üçüncüsü, şu feleğin işine bakın, Sait Faik’in ölüm yıl dönümüne, 11 Mayıs’a rastlamıştı. Türkiye düşmanı uğursuz bir sürecin ön hazırlığı olduğu sonradan anlayacağımız bu insanlık dışı saldırıyı anlamaya çalışırken sıcağı sıcağına yukardaki karikatürü çizmiştim. İlgili gözlerin hemen fark edeceği gibi karikatürümdeki Sait Faik çizimi, Semih Poroy’un usta ellerinden çıkmadır. Özellikle edebiyatçı portrelerinde şaheserler üreten Semih Poroy, aynı gazetede “Harbi” başlıklı bant karikatürleriyle üst komşunuz olunca, çizimini –iznini alarak- kendi köşenize konuk edersiniz. Portre karikatür ustası demişken, Semih abinin yeni yeni tanıştığımız zamanlarda, 1985-İstanbul Kitap Fuarı’nda, hasbelkader bir aradayken çizip armağan ettiği bu portrem için, bir kez de huzurunuzda teşekkür edeyim: Sözünü ettiğim Kitap Fuarı’nda aynı gün, ilk kez merhaba dediğim Latif Demirci’nin “The Selamün Aleyküm” albümünü adıma imzalaması da güzel anılarımın arasındadır. “Çizmese deli olacak” karikatürcülerimizden Latif Demirci’nin hâlâ kabul edilemeyen beklenmedik ölümünün “bomba” etkisi sürüyor olsa da, hiç umulmadık bir zamanda, şurada burada karşımıza çıkıp iyimserlik saçan karikatürleriyle “merhaba” demeye devam ediyor bizlere. ‘Merhaba’ sözcüğü, üstelik Arapçadan dilimize geçtiği halde kimilerine az gelirmiş meğer… Yerini ‘Selamün aleyküm’e henüz tam olarak bırakmadığı 1985 yılında Latif Demirci’nin albümüne The Selamün Aleyküm adını vermesi, Batı kültür emperyalizmi ile Arap kültür emperyalizminin arasında aptal olmuş topluma eleştirel bir uyarı mıydı, bilemiyorum.