Atatürk'ün 'Koliba'sı
Atatürk'ün Söğütözü'ndeki kulübesi (Gazi'nin deyişiyle 'koliba') çoğu kişi tarafından bilinmiyor. Öyküsüyse bir başka dünyanın öyküsü gibi.
Ankara şehri dışındaydı Söğütözü… Hasan Rıza Soyak anlatıyor (Atatürk’ten Hatıralar, YKY, 1973): Mustafa Kemal burasını keşfettiği zaman suyu bol, küçük bir havuzu, yüz kadar da söğüt ağacı olan bir yerdi. Küçük bir kulübe (kendi deyişiyle, “Koliba”), yaptırmak istiyordu burada. Bunun için de kulübenin yapılacağı yerde yaklaşık yirmi-otuz söğüt ağacının kesilmesi gerekiyordu. “Olmaz”, dedi Mustafa Kemal, ama yanındakilerden birisi, söğütlerin gönülsüz ağaçlar olduğunu, bir yere dikilirse hemen tutacağını söyledi. Tutar da… kendisi dikerse tutar, diye düşündü. İşçiler geldi, yerleri değişecek ağaçların çukurlarını açtı, yerinden çıkarılan söğütler oralara dikildi. Çalışmalar süredursun… Mustafa Kemal bir sabah erkenden Söğütözü’ne geldi, akşama kadar işçilerle birlikte çalıştı. Öğle yemeğini orada yedi, işlerini oradan yönetti. Yer değiştiren söğütlerin tutmayacağını iddia eden genç bir işçiyle de tartıştı, “Sen hele gel, şuraya otur, hiç konuşma” dedi. Genç işçi, söğüt ağaçlarına gösterilen özeni, itibarı anlamamış olmalıydı. Ama Atatürk kalbi işte… İşçi başını uyardı: “Bu işçiyi sakın işten çıkarmayın” dedi. Söğüt dikimi işlemi üç-dört günde tamamlandı. Kulübe için gereken yer de açılmıştı. Mustafa Kemal memnun fakat, endişeliydi. Yerleri değiştirilen ağaçlara bakarken yaverine sordu: “Ne dersin çocuk, tutacak mı acaba?” Ağaçların hepsi tuttu. Söğütözü’nde küçük bir orman oluştu. Bulgar göçmenlerine yaptırılan, kerpiç 3.70 x 3,70 m ölçülerindeki küçük kulübe de bitmişti. Ön cephesinde ahşap çatılı bir çardak, bahçesinde büyük bir havuz vardı. Batıya açılan ancak bir kişinin girebileceği bir kapısı, bir kahve ocağı, iki penceresi ve bir sediri vardı. Ortada üzeri beyaz örtülü hasır bir masa, üç hasır koltuk, bir sehpa, minder döşeli iki küçük sedir ve yastıklar, bir petrol lambası, evin dekorunu oluşturuyordu. Sediri örten Lâdik halı seccade de Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım tarafından hediye edilecekti. Duvardaki Atatürk’ü bu evde, buradaki hasır koltukların birinde dinlenirken gösteren fotoğraf ise sonradan asılacaktı. Bugün ise… Hunharca yağma edilen Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde, Atatürk’ün kahvesini bile kendisinin pişirdiği bu en özel, gizli cennetin önündeki geniş arazinin sahibi bir zamanlar adı Demokrat Parti ile anılan Muammer Kıraner’e aitti. Kıraner’i Akis Dergisi (“Bir Eğitimcinin Portresi”, Akis Dergisi, 20 Kasım 1967, s.18) tanıtmıştı: “Arnavut asıllı Muammer Kıraner, 1931 yılında geldiği Ankara’da bir müteahhidin yanında işin inceliklerini öğrendikten sonra, serbest çalışmaya başladı. Pehlivan yapısından, ses tonundan ve lehçesinden gelen saf görünüşüne rağmen ilk iş olarak Ankara Belediyesi’nden 2500 liralık bir taahhüt işi kopardı, sonra taahhütler birbirini kovaladı. 1946’da DP’ye giren Kıraner’e Tanrı ‘Yürü, ya Muammer’ demiş, Ankara’nın bütün sokaklarındaki yol inşaatlarında ‘Muammer Kıraner’ levhasının bulunduğu unutulmamıştır.
Muammer Kıraner evi, Bahçelievler Ne var ki, 27 Mayıs İhtilali, birçok kimse gibi onun da neşesini biraz kaçırmış ve Kıraner, -kendi deyimiyle- hayli haksızlığa uğrayıp, cefa çekmiştir. Bu yüzdendir ki, askerler idareyi sivillere devreder etmez Zafer gazetesini çıkarmaya başlamış ve kendisine ‘Yürü, ya Muammer’ diyenlere olan şükran borcunu fazlasıyla ödemiştir. Çankırı Caddesi’nde yaptırdığı iş hanında kendi deyimiyle ‘sırf memlekette eğitimine hizmet etmek ve fakir fukara çocuklarını okutmak’ için kurduğu ‘Zafer Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu’ ona Türkiye’nin ‘Eğitim Kralı’ olma yolunu açmıştır. Kıraner bunda, hanına kiracı bulamamasının rol oynadığı iddialarını şiddetle reddetmektedir. Zamanında okuyamayan Muammer Kıraner, şimdi şartlarının uygun olduğunu, okuyabileceğini söyleyenlere, ‘geçti artık’ anlamına elini sallamaktadır. ‘Çalıştım, Allah bana her şeyi verdi’ diyen Kıraner, okumadan da adam olunacağına iyice inanmış durumdadır ve hayıflanmayı bırakmıştır.” Ankaralı, Muammer Kıraner’i “Ankara’nın asfalt kralı” olarak tanıyordu. Şehrin hemen hemen her yanını o asfaltlamıştı. 1958’de Bahçelievler, 2. Cadde (şimdi, Prof. Muammer Aksoy Caddesi), 2 kapı numaralı köşk misali eviyle de ünlenmişti. Marmaris İçmeler'de de geniş bir alana ve yapılara sahip olduğu biliniyordu. Kıraner’in 1989’da ölümünden sonra üç çocuğu Söğütözü’nde Atatürk’ün “Koliba”sına komşu, Eskişehir Yolu’na cepheli evi ile bahçe arazisini 1997’de sattılar. Yerine bir gökdelen dikildi, “Armada” adı verildi. 28 Eylül 2002’de AVM olarak hizmete açıldı. Beş yıl içinde “tarih” geriye hiçbir izi kalmamacasına betonla örtüldü... Atatürk’ün Evi’ni anlatanlardan Niyazi Ahmet Banoğlu “Atatürk’ün Kulübesi” adlı kitabında (Türk Telgraf Ajansı, İstanbul, 1963) belirttiği gibi, Mustafa Kemal 1929’da bir at gezintisi sırasında Söğütözü’nde bir köylü kulübesinin önünde, dinlenmek istiyor. Bu arada oradaki bir köylü ile sohbet ediyor; “benim de burada bir kulübem olsa bazı geceler buraya gelip dinlensem” diyor. Onu büyük bir saygıyla dinleyen köylü, “efendim madem çok hoşunuza gitti, bir kulübe de sizin için yaptıralım” diyor. Atatürk de “mademki sen bunu muvafık buldun, hemen yaptırıyorum” diyor, kulübe yapılıyor.
“Koliba”nın bugünkü görünümü Bu satırların sahibi 60’lı yılların başında mahalle arkadaşlarıyla Söğütözü’ne, Atatürk’ün Evi’nin bulunduğu yere piknik yapmak için gitmiş, Bekçi’nin “yasak hemşerim” uyarısıyla karşılaşmıştı. Sonraları, 2000’li yıllarda “Koliba” ziyarete açılsa da bu kez, etrafı betonlaştırılmıştı. Önce Armada sonra AKP Genel Merkezi, karşısında siteler, önünde kamu binaları yapıldı, Atatürk Evi arada “öksüz” kaldı. Pardon… Mustafa Kemal’e saygı mı dediniz! “Koliba”, neredeyse yüz yıldır zamandan çok, doğaya, çevreye duyarsız, tarih kültüründen yoksun hoyrat, rantçı bir yapılaşma zihniyetine direniyor... “Geçmiş”ini “bugün”üne katmayıp, hep arkada bırakarak yaşamak bir “zihinsel göçebelik”ten başka nedir ki...
Selim Esen Gercekedebiyat.com