Son Dakika

haydar-uzunyayla-yeni-kap-16112024224226.jpg


Bugün herhangi biri benden, bozkırın şu yükselip alçalan gündoğumu kızıllığında bir soru sormamı isteseydi, aşağıdaki yakıcı soruyla başlardım.

 Birkaç gün önce İzmir’in Selçuk ilçesinde meydana gelen yangında, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamlarını yitiren beş çocuk için aramızda kaç kişi bu hazin olaya karşı içten bir ilgi duyabildi?. Ya da şöyle sorayım: Unutulmayan temiz, duru ve saf bir gülüşe özlem duyabilecek veya gerçek sevgiyi tadabilecek kaç kişi kaldı aramızda?

Bu yazıya soruyla başlamamın nedenini de hemen söyleyeyim:  İnsanın yaşamı sorunlu bir yaşamdır.  Aynı şekilde ilgisi, ilişkileri, sevgisi ve dayanışması, hatta aile yapısı da sorunludur.  Ebeveynlerin kendileri, yaşam tarzları ve bakış açıları da sorunludur… 

İzmirli anne-babanın plansız, öngörüsüz, kurnaz, bencil, tembel ya da acizlik içeren yaşam çizgisini sorgulayacağız kuşkusuz ama bu sonuç büyük ölçüde çevre, kültürel yapı, ahlaki değerlerin sarmalıyla ilgidir. Herkesin ötekinden bir şeyler beklediği, birinin ötekinin üzerinden kazanmak istediği bir dünyada yaşıyoruz. (Koşullanmış bu yaşam bilinci özellikle büyük şehirlerde ve kalabalıklarda çok daha belirgindir.) İktidar cücelerinin veya cüce ebeveynlerin birçok şeyi sindirim malzemesi olarak kullandıkları eğreti bir yaşamın içindeyiz.  Burada çok şey alınır satılır… Birçok şey açık ya da gizli niyetler üzerinden kurgulanır.  Burada aile gibi hiç de masum sayılmayacak çekirdek bir yapıdan yola çıkılarak, zulmün, adaletsizliğin, eşitsizliğin ve haksızlığın kaynağı devasa çarklar üretilir. Burada iki yüzlülük had safhadadır ve bir yandan ilgi- sevgi-dayanışmanın gerekliliği söylenirken, öte yandan, “Çok şükür İzmir’in masal çocuklarının başına gelen benim başıma gelmedi,” ya da “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın,”  ilkesiyle hayat bulmuş bir kültür şekillenmesi içinde dolaşıyoruz. Kayıtsız kalmak veya ilgili görünüp, ilgisiz olmak gibi bir davranış yansıtıyoruz ve bu da sadece insana özgü riyakarlıktır.

 İnsandışı canlılarda böyle bir davranış biçimi görülmez. Sözgelimi bir Afrika Fil grubu, Orangutan topluluğu ya da bir Kutup Ayısı insandan daha çok sevgi dolu, ilgili, daha çok sosyal, birbirlerine bağlı, hayatı nasıl yaşaması gerektiğini daha iyi bilen türlerdir. Dayanışmaları, üzüntüleri, hatta içlerinden birinin kaybından dolayı duydukları yasın boyutu insanınkinden daha derindir. Yavrularına karşı daha çok korumacıdırlar ve bunu yaparken bir beklenti, bir serzeniş, şikayet ve bıkkınlık içinde olmazlar.  Yavrusunu büyütmeyi doğal bir görev olarak bilirler ve hiçbir zaman onlara, “Her şeyi senin için yaptım… Yemedim yedirdim, içmedim içirdim… Seni ben büyüttüm…”  Ya da, ”Git komşunun arsasını gasp et, üzerine evini kur,” demezler.  Oysa insan böyle değildir. Yavrusunu büyütürken bile sevgisini, ilgisini, harcadığı emek ve zamanını, gerektiğinde yüksek sesle, açık şekilde dile getirerek saygı beklediğini, sayılmak istediğini söyler, hatta maddi karşılıklar bile talep ederek, daha baştan itibaren sevgi-ilgi-emek ve zamanı, geleceğe yönelik bir buyruğa, bir çıkar beklentisine, hazır bir reçeteye dönüştürebiliyor… Böyle olunca da insan yaşamı, kaygan bir zemin üzerinde oradan oraya savruluyor, anlam ve özden yoksun bir belirsizliğe saplanıyor. Kimi zaman bir yük, dayanılmaz bir acı, kimileri için nimet, kimileri için külfet, kimileri için asalaklaşma haline gelebiliyor. Kimisi için tam bir çöl… Çölleşmenin hüküm sürdüğü iklimlerde ise insanın insan büyütmesi ve sevmesi zordur. Çünkü belirsizlik yüklenmiş hayatın pusulası olmaz, diyelim ve bu kısacık yazıyı bir öneriyle bitirelim.  

Eğer günün birinde insanlara yeni bir yaşam öğretilecekse, en azından Afrika fillerinin sahip oldukları özveri ve içtenlik dürtüleri, eğitimde örnek olarak yer alabilir. Çünkü hayatta insanın başına gelebilecek en iyi şey yine de eğitim, ilgi-sevgi ve dayanışmadır.  İnsanın her sabah gün doğumuna tanıklık etmesi ne kadar mutluluk veriyorsa, eğitim, ilgi, sevgi ve dayanışma da bu derece mutluluk verir ve son olarak diyorum ki, bir ağacın önünden veya bir akarsuyun kıyısından geçerken el sallayın… Ne ağaç ne akarsu ne de siz kaybedersiniz… 

Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com
 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler