Motorları maviliklere sürelim
Hepimizin yürek ağrısı: Üç tarafı denizlerle kaplı iki yarımadada yaşıyoruz ve doğru düzgün bir denizciliğimiz yok. Ne doya doya balık yiyebiliyoruz, ne uzak sayfiyelerimize deniz yolu ile gidebiliyoruz ne de marinalara park edilmiş devasa teknelerimizde “viski yudumlama” (?!)nın dışında pek fazla bir etkinliğimiz olabiliyor. Her yaz Yunan adalarına giden gezginlerimizin adeta birer menkıbe şeklinde anlattığı kalamar, karides, istakoz hikâyelerini yutkuna yutkuna dinliyoruz. Yazarlarımız “Deniz Küstü” diyor, ardına da ekliyorlar “Kuşlar da gitti…” Oysa denizcilik tarihimiz, mazideki denizcilik edebiyatımız ve denizlerdeki başarılarımız muhteşem. Fakat o görkemli tarih erimiş bitmiş; şimdi birkaç şehir hattı işletmesi ile kuralsız avlanmayı marifet bilen balıkçı tekneleri kalmış geriye. Bir de marina safahatına dönüşmüş yelken kültürü… Peki de neden bu hale geldi denizciliğimiz? Acaba deniz kültüründen uzaklaşmış olmamızın bunda payı olabilir mi? Örneğin marinalara park etmiş on binlerce teknenin sahipleri deniz ve denizcilik hakkında herhangi bir edebi eser okumuşlar mı? Herhangi bir kitap satın almışlar mı? Naviga gibi Denizcilik kültürüne adanmış “tür yayıncılığı” yapan bir yayınevinden binbir özenle hazırlanarak çıkarılan “Edebiyatta Denizcilik” kitabımızın satış rakamlarına baktığımızda, ülkemizde denizcilik kültürü ve edebiyatı ile ilgilenen pek de kimsenin olmadığını hemencecik anlıyoruz. Denizi bilmeyince, anlamayınca, sevmeyince, denizcilik yolunda bilgilenmedikçe, hassaslaşmadıkça, derinleşmedikçe denizciliğimizin daha fazla ilerlemesini beklemek mümkün olabilir mi? Türkiye’de denizcilik üzerine yazılmıyor değil. Giderek azalsa ve nitelik kaybetse de roman, anı, gezi, günce, öykü, biyografi, tarihçe gibi türlerde yayınlanan nitelikli eserlerimiz var. Bu konuda çaba gösterenler ellerinden geleni yapıyorlar. Ama karşılık ve okur ilgisi bulabiliyorlar mı? Asla! Oysa deniz sevgisi ve bilinci deniz edebiyatına yoldaş olmakla başlar. Farkında olmanın ve bilmenin; denizin ruhunu ve duygusunu kavramanın yerini hiçbir şey tutamaz. İşte bu nedenden dolayı; bizlere deniz ve denizcilik duygusunu ve hassasiyetlerini şairane bir üslupla aşılayacak bir kitaptan söz açmak dileğindeyim. Kitabı adı Yel Yepelek. Bu şairane isimden de hemen anlaşılabileceği gibi yazarı bir şair: Haydar Ergülen. Dokunduğu her tümceyi şairane bir edaya büründüren o özgün ve özgül; nadide şahsiyetlerden. Yel Yepelek Haydar Ergülen’in daha önce yayınlamış olduğu ve “bir nevi yol alfabesi” olarak yaftaladığı “Yayan Yapıldak”ın denizler için yazılmış versiyonu. Yel Yepelek’te Haydar Ergülen kendince güçlü imgelerle yüklü “Ada, Bulut, Çalpara, Deniz, Engin, Fırtına, Gemi, Irıp, İskele, Kaptan, Liman, Mavi, Okyanus, Ölüzger, Pervane, Rıhtım, Şiirkuşu, Üveydeniz, Vira Bismillah, Yelkovan Kuşları” gibi denizcilik sözcüklerinden bir alfabe oluşturuyor ve o sözcüklerin tematik anlamları üzerinden şairane denemeler yazıyor. Kendince bir denizcilik atlası oluşturuyor. Yel Yepelek denizcilik edebiyatımızda fazlaca örneği olmayan bir formda; deneme olarak kaleme alınmış. Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtapları’nı tam bir denizcilik deneme örneği olarak sınıflandırmayacak olduğumuza göre ve Azra Erhat’ın Mavi Yolculuk’unu da “gezi-anı” türüne daha yakın olarak değerlendirdiğimize göre Türk edebiyatında deneme tarzında kaleme alınmış ilk denizcilik edebiyatı örneği olarak görmek bile mümkün Yel Yepelek’i. Deneme, Türk okurunun aşina olduğu, okumaktan büyük zevk duyduğu, popüler bir form değil. Bilakis okumanın zahmet, özen, derinleşme, merak, ilgi ve yaratıcılık gerektirdiği bir yazınsal tür. Haydar Ergülen, Yel Yepelek’te kısa denemelerle girdiği temalara geniş edebiyat bilgisi, şiir alıntıları, özlü sözler, aforizmalar ve Türk ve dünya edebiyatından yapılmış zengin iktibaslarla çekicilik kazandırıyor. Ruhunda şairliğin yer ettiği yazarımız uçucu, zorlamayan, akıcı, daldan dala konan, okuru germeyen, kurgulanmış hedeflere varmaya zorlamayan, “başıboş” (?!) metinleriyle, denizlerde ve deniz kültürüne ait yerlerde gezdirirken usta yazarlara mahsus bir belagatla bizi metinlerine bağlıyor. Denizcilik edebiyatında çokça rastladığımız “Ben var ya ben, neler yaşadım, neler gördüm geçirdim biliyor musunuz?” bilgiçliğinin uzağından bile geçmiyor Yel Yepelek. Deniz kültürüne ilişkin diskur vermiyor, edebiyat parçalamıyor, vokabüler şovu yapmıyor. Bilakis tavazunun doruklarında bizi şiir kuşunun kanatlarına oturtup diyar diyar gezdiriyor. Sözcükleri hafif, üslubu kibar, söylemi zarif bir şair bize eski bir dostunu; denizi anlatıyor. Ama bir de o kadar çok şair, şuara, yazar, feylesof tanıyor ki yolda mecburen onlara da konuk oluyoruz. Mütevazı ve fakat varsıllıklarla dolu narin sohbetlerin ortağı oluyoruz. Büyük duygulardan daha büyüklerine gidip gelmeler yaşıyoruz. Yel Yepelek, tumturaklı yazıların, iddiadan şişinip patlayacak gibi olan metinlerin, karizmatik edebiyatın, haşinlik ve yüksekten atmanın karşısına bir tevazu abidesi olarak çıkıp şairane bir edebiyata ortak ediyor bizi. Kolay okunur, kısa denemeleri, alargada bölüm bölüm okumaya pek elverişli. Her dalga sesindeher martı kanat çırptığında bir bölüm devirip narin duyarlılıklara ortak olmak için bire bir.
Hikmet Temel Akarsu DENİZ KÜLTÜRÜMÜZ
Gercekedebiyat.com