‘Büyük orta yol’a karşı
Yazmak, okunmak, övülmek, desteklenmek zamanının çoktan geçtiğini acıyla idrak eden eski şair; ertesi gün, bu hayatta kendisine saygı duyduğunu düşündüğü birkaç insanın yani “Coşkunluk” grubu üyelerinin yanlarına uğradığında son darbeyi yiyeceğinden habersizdir.
Arthur Schnitzler’in Geç Gelen Şöhret (Aylak Adam Yayınları, 2016) adlı romanı iç içe geçmiş iki öyküden oluşur: Yazar, bunların ilkinde, edebiyata karşılıksız gönül verdiğini iddia eden kişilerin söylemleri ile bunların gerçek yaşamla sınandığı noktalarda ortaya çıkan tutarsızlığı ele alırken diğerindeyse okurca ilgi görmediği için gündelik hayatın sıradanlığına mahkûm olan ve zamanla bu sıradanlığa alışan eski bir yazarın, Eduard Saxberger’in hüzünlü durumlarını anlatır. Bay Saxberger, vaktiyle Gezintiler adlı bir şiir kitabı yayımlamış fakat kitabı tutulmayınca memuriyete girmiştir. Otuz senedir işi, evi, yaptığı akşam yürüyüşleri ve devamlı gittiği birahanedeki arkadaşları ile ettiği sohbetlerden ibaret tekdüze bir hayatı sürdürmektedir. Ancak bir akşamüstü bu rutini bozacak bir şey olur: Evine gelen ve işinin yazmak olduğunu belirten Wolfgang Meier adlı genç, Saxberger’e, onun kitabını bir sahafta bulup okuduğunu ve henüz isimleri bilinmese de ileride mutlaka önemli işler yapacaklarına inanan kişilerden oluşan “Coşkunluk” adlı edebiyat grubundaki arkadaşlarına da okuttuğunu; hepsinin bu kitabı çok beğendiğini ve insanların bu şahane eseri bir gün mutlaka keşfedeceklerini düşündüğünü söyler. Eduard Saxberger, duyduklarına inanmakta güçlük çeker ve gence cevap olarak sadece “O kadar uzun zaman oldu ki. Ben ondan hiçbir şey hatırlamıyorum artık, o zamanlar önemsenmemişti o kadar. Çok uzun zamandır hiçbir şey yazmadım. Kimsenin ilgisini çekmedi, ben de yavaş yavaş isteğimi kaybettim gençliğimle birlikte, anlıyorsunuzdur. Sorunlar da başladı, günlük meşgaleler derken öylece kendiliğinden son buldu.” cümlelerini kurabilir. Bu ziyaret ve övgü dolu sözlerden çok etkilenen Bay Saxberger, Meier’i uğurladıktan sonra kitabını bulup incelemeye başlar ve geceyi boğucu bir acıyla geçirir.
Eski şair, ilerleyen günlerde Meier’in dostları ile de tanışır ve onların devam ettiği mekâna sıkça uğramaya başlar. Kendileri dışındaki tüm edebiyatçıları ve edebiyatçı adaylarını ihtirasa, modaya, vasatlığa meyleden “orta yolcu”lar olarak gören ekip üyelerince düzenlenen şiir etkinliğine de davet edilir. Grubun tek kadın üyesi, tiyatrocu Bayan Gasteiner’in aşırı ilgisi ile mutlanan, dinleti için “Akşam Keyifleri” adlı yeni bir şiir de kaleme alacağını söyleyen yaşlı beyefendi artık varlığının parçaları haline gelen inançsızlık ve ümitsizliği içinden çıkarıp atmaya karar verir. Bu fırsatın otuz yıl önce değil de şimdi karşısına çıkmış olmasını bile dert etmez. Ancak işler çok da iyi gitmez… Saxberger, ne kadar uğraşsa da yeni bir şeyler yazamaz; hayal kırıklıkları ile geçirdiği yılların, ruhunu kuru ve donmuş bir toprağa çevirdiğini düşünür. Saxberger yeni bir şiir üretemeyince, dinletide onun eski şiirlerinden birkaçının okunmasına karar verilir ve nihayet etkinlik günü gelir çatar. “İdealin bayrağı, gerçek ve temiz sanat, dürüst ve gösterişsiz çabalar hakkındaki büyük sözlerle” dolu bir açılış konuşması ile program başlar. Bayan Gasteiner’ce şiirleri okunan ve konukların alkışlarına mukabele etmek için istemeyerek de olsa sahneye çıkan Bay Saxberger; birkaç kez reverans yapıp memnuniyetle kapıya doğru ilerlerken, izleyicilerden birinin ağzından çıkan “zavallı adamcağız!” lafını duyar ve yaşlılığından mı yoksa şiirleri beğenilmediği için mi edildiğini hiçbir zaman öğrenemeyeceği bu sözlere ağlamaktan başka tepki veremez. Yazmak, okunmak, övülmek, desteklenmek zamanının çoktan geçtiğini acıyla idrak eden eski şair; ertesi gün, bu hayatta kendisine saygı duyduğunu düşündüğü birkaç insanın yani “Coşkunluk” grubu üyelerinin yanlarına uğradığında son darbeyi yiyeceğinden habersizdir. Gazetelerde etkinliğe ilişkin haberler arayan gençler, bunları bulamayınca karşılıklı suçlamalara başlarlar. Saxberger, bu esnada, kendisine hayran olduğunu söyleyen gençlerin (Meier dışında) hiçbirinin kitabını okumadığını öğrenir ve mecburen “normal” yaşamına geri döner. Eduard Saxberger’in öyküsü “Eski arkadaş grubunun her zaman toplandığı meyhanenin kapısını açtı. Yüzüne vuran hava bira, duman ve yemek kokuyordu. Tanıdık sesler çınlıyordu, konuşanların birbirini bastıran sesleri, gürültü ve kahkahalar. Kısa, zahmetli bir yolculuktan sonra eskiden hiç sevmediği ama içinde o eski hafif ve yumuşak rahatlığı tekrar bulduğu yuvasına dönmüş gibi geldi ona. Artık başka bir şey istemediğini, artık başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını hissediyordu. Bir anlığına kapıda durup bekledi, sonra kararlı bir şekilde masaya gitti, derin bir nefes aldı ve masaya oturdu. Biliyordu: Ona burada hiç kimse ‘zavallı adamcağız’ demezdi.” cümleleri ile son bulur.
Modern edebiyatın önemli yazarlarından Arthur Schnitzler’in, pek çok ürününü yok eden Nazilerden bir şekilde saklanan ve ilk kez 1977’de yayımlanan bu çalışmasının Almanca baskısında yer alan ve elimizdeki kitaba da eklenen “son söz”ünden edindiğimiz bilgilere göre yazar, Geç Gelen Şöhret’te, geride kalan yüzyılın başlarında Avusturya edebiyat çevrelerini oluşturan ve bizzat tanıdığı grup ve kişileri resmetmiştir. Buradan yola çıkarak da şunu söylemek mümkün ki Schnitzler, kitabında aslında hâlâ güncel olan bir hakikati bizlere aktarmıştır: Ucuza, basite, bayağıya gönül indirmediğini ve yüksek ülküler ile edebiyat yapmak istediklerini söyleyenler yani kitapta geçen ve benim çok beğendiğim tabir ile “büyük orta yol”un dışında kalma taraftarları; başkalarını sürekli yermekte ancak kendileri de aymazlık etmekte ve yerdikleri kişiler kadar sıradanlaşmaktadır. Evet tıpkı “Coşkunluk” grubu üyeleri gibi “biz” de günümüzde edebiyatı para kazanma aracı olarak görenleri, aklını kalbini hislerini pazara çıkaranları kıyasıya eleştiriyoruz. Peki ya “biz”e dâhil herkesin gerçekten dürüst ve ilkeli olduğuna; nitelikli eserler ürettiğine inanıyor muyuz? Görevleri, patron sınıfının ve siyasal egemenlerin çıkarlarını korumak olan yayınevlerinin marifetsiz ama şöhretli yazıcıları ile hasbelkader okuryazar insanları kuşattığı, onların bilincini iğdiş ettiği bugünlerde, önce iğneyi kendimize batırmamız gerekiyor. Çünkü edebiyatımızda “biz”den gibi görünen ama aslında “onlar”a hizmet eden yolcuların yürüdüğü bir “büyük orta yol” var ve bunun tasfiye edilmesi, en az “düşman”la mücadele kadar önem taşıyor. Alper Erdik
Grcekedebiyat.com