Son Dakika



Dikkatinizi çekti mi bu söylem son yıllarda ne denli yaygınlaştı?

Neredeyse kime “ne var ne yok?” diye sorsanız başta yaşam pahalılığı olmak üzere benzer yakınmaları dinliyorsunuz.

Çoğunlukla da karşınızdaki şu söylemle bitiriyor sözlerini: “Yapacak bir şey yok”!

Öyle ki terör saldırılarıyla onlarca yurttaşımızı yitirdiğimiz günlerde polisiye temelli tartışmalar öne çıkabiliyor; çok öldürümlü iş kazaları sonrasında yetkili işçi sendikaları ortalıkta görünmezken kazadan neredeyse işçiler sorumlu tutulabiliyor vb.

Sonra da hepsi birden aynı tümceyle bitiriyor sözlerini: “- Yapacak bir şey yok !”

Bu, toplumun en azından çok büyük bir çoğunluğunun nasıl bir ruhsal durumda olduğunun anlamlı bir göstergesi bence.

Yine de biraz zorlansalar belki kendilerince olması ya da yapılması gerekenleri sıralayabilecekler. Ne var ki bunların hepsi de doğru saptamalar, önermeler olsa bile başkaları için pek fazla anlam taşımıyor.

Çünkü hemen hemen hiçbir yönden benzeşik değil; olsa da muhatapları ve öncelikleri değişik. Göremeyen yurttaşlarımızdan özür dileyerek söylüyorum: Tam da “görme becerisinden yoksun olanların fili tanımlaması” deyiminin çağrıştırdığı durum…

Bu durum öylesine yaygınlaştı ki toplumsal iletişim neredeyse tümüyle olanaksızlaştı. Abartıyor muyum, kestiremiyorum doğrusu: İnsanlar artık birbirleriyle konuşmaktan da kaçınıyor sanki. Konuşulanlarsa neredeyse yalnızca zamlar, enflasyon, siyasal iktidarın artık gündelik yaşamı bile içinden çıkılmaz duruma getiren uygulamaları…

Düşünebiliyor musunuz; yurttaşlarımızın %60-70’ini oluşturduğu öne sürülen “asgari ücretlerinin” ne olacağı ya da olması gerektiği bu yıl kaç kez tartışma gündeminin önde gelen konusu oldu? Ve yine düşünebiliyor musunuz nasıl oluyor da sömürü olgusunu gündemden bu denli kolay çıkarıp, sözgelimi, “asgari ücrete”, “yoksulluğa” ya da “yoksunluğa –“ ne demekse artık?- bu denli odaklanabildik?

Oysa, ülkemizde özellikle de emeğiyle geçinen insanlarımız için yaşamsal önem sahip seçimlere şunun şurasında ne kaldı ki?

Olumlu anlamda söylüyorum: Şu günlerde yer yerinden oynamalı, oynatılmalı değil mi? Hayır; siz ülkemizde böyle bir iklimin olduğunu gözlemliyor ya da düşünüyor yahut duyumsuyor musunuz? Sizi bilemem ama ben ne gözlemliyor ne düşünebiliyor ve duyumsuyorum. Bundan dolayı son derece kaygılıyım doğrusu.

Siyasal iktidar ile karşıtları dahası demokratik kitle örgütleri elbirliğiyle ülkemizde yaşamı dondurmak için anlaştılar sanki.

Yapacak bir şey yok mu gerçekten?

Olmaz olur mu, var (!) Var da Mustafa Kemal’in ardılı olduğunu öne süren “ana muhalefet” partisi ekonomik danışmanlarını, tıpkı yakın geçmişte öncüllerinin yaptığı gibi dış ülkelerde arayabiliyor!

Sorunlarımıza “- Ben ekonomistim!” diye övünüp koskoca bir ülkeyi dilenciye dönüştürenlerin karşısına futbol takımlarımız gibi “yabancı” sayılabilecek devşirmeler çıkararak çare bulmayı düşünebiliyor…

Neyi yadırgıyorum biliyor musunuz; bu durumun hemen hemen yalnızca “mal bulmuş mağribi gibi” sevinen siyasal iktidardakiler tarafından eleştirilmesi.

Ben ekonomistlerimizin yerinde olsam böylesi partilerle “selamı sabahı keserim”; inanın keserim! Çok gücüme gitti çooook! Ama bir tutum daha var ki bu hiçbir biçimde hoş görülmemeli bence:

"İktidarımızın ilk üç yılında en az 100 milyar dolar doğrudan yatırım getireceğim. Ben bu parayı kesinlikle getireceğim. Yeter mi yetmez. 75 milyar dolarlık bağımsız varlık fonu yatırımı, temiz ve sürdürülebilir fonlardan en az 150 milyar dolar yatırım getireceğiz!"

Ne derlerse desinler inandığım vizyon yolculuğundan asla vazgeçmeyeceğim. Çünkü ne istediğimi ve bu yolun nereye varacağını daha başlarken biliyordum. Bay Kemal çıktığı yoldan asla geri adım atmaz. Kısa bir süre sonra da Almanya'ya gideceğim. Seyahatlerimde ve sonrasında bahsettiğim 70 değerli isimle tek tek görüştüm ve onları siyaset üstü güç birliğine katılmaya davet ettim.” 

İnanabiliyor musunuz; bu sözler kendisine “ana muhalefet” sanını yakıştıran hem “sosyal” hem de “demokrat” (!) bir siyasal parti önderinin…

Ağlamak istiyorum.

Öte yandan, “- Yapacak bir şey yok!” diyen yurttaşlarımızı şimdi çok daha iyi anlıyorum; hak vermiyor ama anlıyorum!

Çokça söylendiği gibi yapacak bir şey gerçekten de yoksa, böyle bir durumun varlığını hiç mi hiç olası görmüyorum çünkü. Bu noktada yanıtlanması gereken temel soru ise “- Peki, neden sevgili yurttaşım; neden yok?”

Koyu bir çaresizliğin dışa vurumu olan bu söz yurttaşlarımız arasında bu denli yaygınlaşmış, neredeyse bir deyime dönüşmüşse ise eğer ortada büyük bir sorun var demektir; ki bence var: Eğer bir toplumun çok büyük bir çoğunluğu söylediklerinin sonunda kalkıp da “- Ne yapalım, yapacak bir şey yok!” diyebiliyorsa eğer kendisine kemalist, sosyalist, komünist, sosyal demokrat, dahası liberal yakıştırmasını yapan

başta her alandan bilim insanı ve sanatçılar olmak üzere bireyler ile

sendika,

meslek odaları,

gönüllü kuruluş, “platform” ile

siyasal parti

yönetici ve üyelerine bir çift sözüm var: Özellikle son yirmi yıldır her fırsat bulduğumda söylüyor, yazıyorum: Görmüyor, anlamıyor musunuz; faşizm artık kapılarımızı çalıyor; hâlâ duymuyor musunuz!

Bence çoğunuz, deyim yerindeyse “bal gibi” duyuyorsunuz ama duymazdan gelmeyi yeğliyorsunuz.

Ölümüne mi korkuyorsunuz yoksa? Merak etmeyin, “korkunun ecele faydası yok” boş sözünü öne süreceklerden değilim.

Ben korkunun yaşama yararlı olduğu gerçeğini savunanlardanım çünkü. Haklılığıma dayanak olabilecek gerçekliklere ise doğal yaşamdan da örnekler verebilirim: Örneğin bitkiler, varlıklarını olumsuz etkileyebilecek bir olasılıkla karşı karşıya kaldıklarında önce üretkenliklerini artırma çabasına giriyor biliyorsunuz.

İnsanlar da başlarına gelebileceklerinden yana korktuklarında önceden akıl edemedikleri çözümleri üretmemiş midir?

Bu noktada Kurtuluş Savaşımızı, kurtuluştan sonrasının özellikle ilk yirmi otuz yılındaki başarıları göz ardı etmiyorum kuşkusuz.

Anlaşılan…

Yurttaşlarımız henüz gerektiğince “korkmuyor”! Çoğunluğu kapılarını çalan gerçek tehlikenin ayırdına varamadı sanırım. Bu nedenle olsa gerek, en aklı başında görünenleri bile çoğunlukla bireysel çırpınışlarından bir türlü vazgeçemiyor.

Çok merak ediyorum: Gösterilerinde Bertolt Brecht’in “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” savsözünü atanların kaçı şu dizelerin gerektiğince ayırdında acaba:

“kim mi kurtaracak seni köle
görecekler seni kardeş
yuvarlananlar uçuruma
duyacaklar çığlıklarını

seni köleler kurtaracak kurtaracaksa
ya hep beraber ya da hiç birimiz
kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden
ya hep beraber ya da hiçbirimiz

kim mi kurtaracak seni aç insan
bize gel ekmek istiyorsan bize gel
kıvrananlara açlıktan
biz gösterelim sana yolu
biz açlar vereceğiz sana ekmeği

ya hep beraber ya da hiç birimiz
kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden
ya hep beraber ya da hiç birimiz

kim mi alacak öcünü yenilmiş adam
vurulmuşsun madem
gel yaralıların yanına
gerçi biz zayıfız kardeş
zayıfız, yaralıyız ama
alırsak biz alırız öcünü senin

ya hep beraber ya da hiç birimiz
kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden
ya hep beraber ya da hiçbirimiz

kim tutacak elinden bitik kişi
birleşmek zorundadır başkalarıyla
yoksulluğa dayanamayan
birleş sende yoksullarla durma birleş
yarına bırakmayanlarla bu işi

ya hep beraber ya da hiç birimiz
kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden
ya hep beraber ya da hiçbirimiz!”

Çok azı ayırdındaysa eğer bunun sorumlusu kimdir? Söyleyeyim size: Yapyalın bir yurttaş olarak benim ben; kesinlikle benim ve bir de benim gibiler…

***

Evet, yapacak çok şey var hem de pek çok; başında da Bertolt Brecht’in dillendirdiği yalın gerçekliklerin ayırdına varılması, vardırılması geliyor. Nasıl mı; çok açık: Öncelikle herhangi bir amaçla ve biçimde örgütlenebilmiş olanlar kendilerinden, yanı sıra, örgütlerinden başlayarak “sıkı” ama bir o denli de içten bir özeleştiri süreci girmesi gerekiyor: Tüm arayışlarda ve üretimlerde demokratik olarak işletilmesi gereken bu süreçte yanıtlanması gereken temel soruysa “- Kitlemiz, üyelerimiz, varsa gönüllülerimizin çoğunluğu neden “yapacak bir şey yok” düşüncesinde?” olacaktır. Bu soruya verilebilecek olabildiğince kolektif yanıtın ya da yanıtların, çıkılması gereken yolculuğun uğraklarına da açıklık kazandıracağını düşünüyorum. İşin kolayına kaçmak için söylemiyorum; bu uğrakların nereleri olabileceğini benim öngörebilmem hem olanaksızdır hem de size saygısızlık olur.

Yücel Çağlar
Ğercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)