Son Dakika



olumsuzlamanın fenomenolojisi

Şiir yazmak, kendini olumsuzlama halinde yaşayan bir bilinç olmaktır. Hem şiiri hem şairliği içermesi bakımından biz buna, şiirsellik diyeceğiz.

Bu olumsuzlama bilinci açıklanmadığı için de öteden beri şiiri, karşımızda duran ve bakışımızı yöneltip üzerinde yargıda bulunacağımız bir nesne gibi görmek, sorgulanmaz olmuştur.

Şiir sözcüklerden, hatta ses öğelerinden oluşan bilgi kipelinin nesnesidir, kavranılabilir herhangi bir nesne gibi dışarıda var olur, fakat tüm bu düşüncelerin ardında farkında olunmadan geçiştirilen şey ise, kendini algıya dayatan bu nesnenin algılanmış olmak için gereken dışımızdaki ex nihilo belirişini açıklamaktır.

Bununla da sınırlı değil üstelik: Bilginin ayırıcı bir mesafeyi koyması ölçüsünde şu algılayan öznelliğin şiir bilincine ise hiç mi hiç yanaşılmıyor. Bilgiyi oluşturacak mesafenin oluşması için şiirin yaratıcısından nasıl ayrıldığına değinilmiyor örneğin, yaratılanın yaratıcı bilinci var etmek için yaratılmadan önce nasıl var olduğuna ilişkin tek kelime edilmiyor, bir olumsuzlanma bağıyla tek bir bilinç olarak örtüştürülmediği sürece, ayrı duran şiire şairin nasıl ulaşacağı sorununa dokunulmuyor.

Beri taraftan, şiirin bilgi nesnesi olması kadar, şairin de bilen olması gerekir. Ama bu durumda, bildiğini bilmesi için kendi bilincinde bir üst katmana çıkıp kendini de kendinin bileni kılması, kendini kendi bilen bilincinin nesnesi kılması da gerekir. Değilse şiir yazacak ama ne yazdığının şiir olduğunu ne de şair olduğunu bilecektir.

Fakat bu sefer de, işler daha karmaşık bir hal alacaktır; çünkü bilinenden bilene geçiş sonsuzdur. Şairin bilen bilinçleri sonsuzca uzayıp gidecek ve her seferinde, bilincinde olmak için bilincinde olmayan bir şair bize gerekecektir. Sürekli, şairolmayandan şaire geçecek ama her şair oluş ardından yine bir şairolmayanla baş başa kalıp eylemin gerisine düşeceğizdir. Bilmek için bilmemek gerekir. Ama şiir yazmak için şair olmamaya gerek yoktur. Nitekim yazdığım, -şiir olması için- yürürlükte olan şiirin değil yazmanın bilincidir.

Tersine olarak, önceliği şaire verirsek, şiir yazmama gerek kalmamıştır, çünkü şairliğimi olanaklı kılması için onu yazmış olmam gerekir. Denilebilir ki yazdığım eğer öykü değil de şiir oluyorsa bunun nedeni şairce bilincimdir. Doğrudur. Fakat burada var olan şiir bilinci değil saltık bilinçtir ve bu da dolayımsızlığı içinde bir uçtan diğerine varoluşu şiirsellik, isterseniz gelin buna olumsuzlamayla oldurmak diyelim, olan bir etkinliktir. Daha sonradan bilgisiyle edilgini konumuna düşeceği bir nesne çıkartmaz kendinden bu bilinç, kendi yarattığı nesnesinin edilgince etkisine kapılmaz. Bilgi, bilgisi edinilen karşısında bilgilenenin değişimini de gerektirmektedir ki bu da şairin etkinliğinin son bulması olacaktır. Bambaşka nedenlerle de, göreceğimiz gibi, böyle bir bilginin varlığı bile düşünülemez; çünkü kişinin kendi yapıtı üzerine bilgi edinebilmesi için başkası olması zorunludur.

Başka türlü söyleyecek olursak, şair bilgi edinebiliyorsa o şiir değildir. Şiirin nesnelliği, bir ağacın ya da kumaşın nesnelliği gibi gerçekleşmez. Dışarıda var olmaz o, sınırları bir tanımla çizilebilecek kopmuşluğa sahip olmadığı gibi öncesi ve sonrası olmayan, yani öncesiz ve sonrasız olarak olumsuzlama halinde dolaysızca akan bir bilincin kendini ve dünyayı ele geçirme edimidir.

İlle de bir bilgiden söz edilecekse işte bu, şairin düşünselliğinin bilgisi olmak zorundadır, değilse nesnesinin değil. Daha doğrusu şiirin nesnelliği, bilinç-içi nesnelliktir. Eğer şiir yazmak için şair olmamaya gerek yoksa ve yazdığımın öykü değil de şiir olması için şairce bir bilinç gerekiyorsa, ayrıca da ne nesneyi ortaya koymak üzere bu bilinç kendinden dışarı çıkabiliyor ne de nesnesi kendinden dışarıda var oluyorsa, bu ikisini, birleştirmek üzere varsayılan ikilikleri bir kenara bırakıp, bir olumsuzlamanın ayrılıkla düğümlenmiş psişik birliğinde tek bir bilincin iki görünümü olarak, olumsuzlanarak olumlanmanın varlık bilinci olarak betimlemek gerekir.

Şiirin, şairin kendini kendine nesneleştiren kendi şiirsel bilinci olması gerekir.

Şiirsellik diye söz ettiğimiz de bu bilinç birliğidir, kâğıt üzerinde bile bir şiir-şair ayrımı bizce olası değildir. Kâğıda yansıyan dize, şairin yansıtanı olduğu ölçüde şair de onda yansıyandır; şiir kendisinin yansıtanı olarak şairin yansıması olduğu kadar, şair de kendisinin yansıması olarak şiirin yansıtanıdır. Dize, şairin varoluşunun bir görünümüyken şair de bu kendi görünümü üzerinden kendi bilincine erişir, böylelikle şair, şiirsel bilinç olarak görünümü olduğu dizede kendinin kendi görünümü olur. Bir kez daha, adeta birinden diğerine geçiş mümkünmüş gibi bilginin iki kutba ayırdığı şiir ve şaire dair nesne-özne ikiliğini bir daha dönmemecesine terk ediyoruz.

Zira şiirsel bilinç, kendi varoluşuna ancak dize halindeki kendi görünümü üzerinden kavuşur ki kendine görünmeden kendinin varlık bilinci olamayacaktır; dizeyi yazmaya başladığı andan itibaren bilincinin görünen görünümü olarak yazan kendinin görünüm bilinci olmaktan kurtulamaz. Bu, şu demektir ki şiir, şairin görünümü olduğu sürece şairin nesnelleşmesi olarak ona bilinç içi bir uzaklıkta var olur. Böylelikle şairin bilincinin birlikçi yapısında kendi üzerine dönmek üzere biri olumsuzlanmaya ve diğeri olumlanmaya yönelik bir ikiye bölünme meydana gelir. Bölünmeyi ve kendine dönüşü sağlayan şiirselliktir; dizenin nesnelliğinde şiirsel bilinç olarak kendini kavrar kavramaz kendinin şairlik bilinci olur. Olumsuzlamanın nedeni de kendine görünür olmadır; çünkü görünmenin bilinci öyledir ki görünen karşısında başkası olmaktan kaçamaz.

Az önce şiire ilişkin bilgiyi reddederken koşul olarak başkasının varlığını öne sürmemiz bundandı. Bilgi teorisi, ikisi de ben olan bilen-bilinenin sentetik bütünlüğünü ortaya koyabilmek için üçüncü bir ben olan başkasının varlığını zorunlu kılar ki Kant’ın benin varlığını zaman ve mekânda belirleyen transandantal öznesidir bu. Rimbaud da, 'ben başkasıdır' derken kendi benini transandantal özneyle bir tutuyordu. Ama 'şair görünümü karşısında başkalaşır' derken kastettiğimiz, dizedeki kendi görünümü üzerine eğilmiş bir başka bilinç değildir. Kendi görünümü karşısında başkalaşıma uğrayan şairin kendisidir; olumsuzlanma yoluyla kendini etin kemikten ayrılması gibi şiir ve şair olarak ikiye bölen, dize olarak yansıyabilmek için kendini olumsuzlayarak nesnelleştiren ve nesnelleşmesi de bu olumsuzlanması olan şairlik-şiir bilincidir. Nesnellik ona dışarıdan gelmez, bu kendini dizede yansıyan olarak var edebilmek için olumsuzlamayla ayrıldığı kendinin bilinç içi görünümüdür.

Dolayısıyla, dize tamamlansa da şiirsellik tamamlanmaz. Şairin olumsuzlanması süregider, o şiirin her yerinde ve hiçbir yerindedir, kendini olacak olmak için kendini dizede yansıtırsa yansıtan şairliğinde, şairliğinde yansıtırsa da yansıtan dizede olumsuzlanmak zorunundadır.

İyi ama denecektir, şairin bir kapıyı, şafakta söken güneşi yazdığı da oluyor, bu durumda dizede yansıyan kendinden başkası olmuyor mu? Şöyle diyeceğiz: Şiirde var olan kapı değil şairin kapının bilincinde olma bilincidir. Şiirde yalnızca kapının olması, şairi de kapı bilinci olarak onun bileni konumuna indirgemek ve bilgiye dayalı nesne-özne ikiliğini şiire davet etmek olacaktı. Bu durumda da “kapı” yazar kalırdım. Şiir sözcüklerden oluşurdu ve yazdığım her sözcükte tek tek bir nesne bilinci olur ama kendimin bilinci olmazdım. Bana yazdıran kapının bilinci değildir, kapının bilincinde olma bilincidir, kapı bilincimde bilgi olarak bir şey olmadığı gibi dize üzerinde de sözcük değildir, aksi takdirde sözcükler de bilincimde birer şey olup çıkardı; bilincimden dışarıda uçuşan nesneliğe kavuştukları gibi daha sonradan algılanmış olmaları için boş bir bilinç olmam, dizenin birleştirici çizgisinde bütünleştirmem için de hiçbir biçimde şiirsel bilince sahip olamamam gerekirdi.

Şu ya da bu nesnenin bilinci olmam için kendi kendimin bilinci olmam gibi, şu ya da bu nesneyi yazarken de o nesneye yönelmiş kendimin bilinciyim, iliklerime kadar sorumlusu olduğum ve savaşlar ve yıkımlarla varlığımı tehdit eden bir dünyanın varlık bilinci olarak onun üzerine etkinlikte bulunan benim.

Dünyayla kurulan bu münasebet, varlıkla olan bu ilişki, aynı zamanda çağının da içselliğidir. Şiir yazıldığı dönemin varlık bilincini içerdiği sürece şair vardır. O benim varlığı ve kendimi yeniden aşma girişimimdir, şiirin bilinci bilincimin şiirselliğidir. Kendinden dışarı taşmaz bu bilinç, bir savaş da savaş bilinci olarak gelip yerleşmez şiire, değilse savaş bilinci olacak ama hem şiir hem de şiirsel bilincim oyun dışı kalacaktır, savaş bilinci olarak değil savaşın bilincinde olma bilincim olarak var olur, bir savaşın, anı ya da acının şiir olarak varoluşu bu şekilde gerçekleşir. Aynı şekilde, benim varlık bilinci olarak şairce bilincimi içermediği sürece yazdığım Cin Ali şiirlerinin de şiirle bir ilgisi yoktur.

Nitekim yazdığımın şiir olabilmesi için benim savaş bilinci olarak ondan söz etmem yetmez. Ben aynı zamanda savaş bilinci olarak kendiliğimin bilinciyim. Dünya karşısında varlığımı ele geçirmek üzere beni nesnenin olumsallığından ayıran bir olumsuzlanma söz konusu. Bilincim savaş bilinci olarak nesnelliğini olumlarken aynı zamanda kendini ele geçirmek üzere bu nesnellik bilinci olan kendi bilinci olarak nesnelliğini olumsuzlar. Böylelikle, olumsuzlananın olumlanması ve olumlananın olumsuzlanması olarak, ben, olumsuzlanan-olumlanan ve olumlanan-olumsuzlananın birbiri için var oluşu olan aynı bilinç olarak var olurum, olumlananın olumsuzlanan karşısındaki varlığı gibi olumsuzlama bilinci olarak kendi olumsallığım önünde de tümüyle başkası olurum ki bu da kendimle kendim arasında bilinç-içi bir uzaklıkta var olur, işte şiirimle şairliğimin göbek bağını oluşturan da bu uzaklıktır.

Şairin başkalığı ancak şu dize olarak bilinç-içi bir uzaklıkla ayrıldığı kendi görünümü karşısında mümkün olur. Toprağın suyu emmesi gibi şiirsellikle kendini içirdiği kendinin nesnelliği, olumsuzlamanın olumudur bu görünüm.

Dolayısıyla, şiir aşkın bir nesnenin, masanın varoluşunu kazanmaz şair karşısında, masanın nesnelliği karşısında masa olmayan olarak beni başkası kılan tanıma gerçekleşmez şiire bakarken, masayı masa olarak tanıyan şair kendi yapıtını tanıyamaz. Çünkü kendi bilincidir bu yapıt. Benim savaş üzerine şiir yazmam, şiirimin savaş karşısında benim savaş bilinci olarak kendi bilincim olmamla bu şekilde gerçekleşir. Şiir, şairin kendini olumsuzlamayla ayırdığı kendi nesnelliğidir.

Bu olumsuzlama bilincini daha iyi anlayabilmek için daha önce kullandığımız bir örnekten, yapraksız kuru bir ağacın varlık fonundan yararlanacağız. Esasen, yapraksız bir ağaç, varlığın üç boyutunda birden belirir. Yapraklarının henüz dökülmemiş olduğu bir geçmiş, şimdiki yapraksız durum ve kendi geçmişini daha olacak olduğu bir yeşermişlik. Her boyut, daha olacak olduğu kendiye doğru bir geçiş, kendine dönmek üzere kendinden bir varlık kopuşudur. Yapraksız bir ağaç bu özelliğiyle, şiirseldir. Bir diğer taraftan bu özellik, estetik imgenin de varoluşudur. İmge üç boyutludur. Bizi olmuş olana, olmakta olana ve olacak olmuş olana sürekli göndermenin varlık formunda birden belirir. Özgün Ergen’in Salgın’da pek güzel betimlediği gibi “kollarından bağlıdır terazinin özgürlüğü” Kendinin birliği içinde olumsuzlamayla kendinden ayrılmayı ve ayrılmanın da bu birlik için olduğunu gösteren mükemmel bir örnektir onun bu dizesi. Nitekim imgenin bu yapısında, bilincin olumsuzlanması ve olumsuzlanmanın birlikçi özelliği içerilmiştir. Bu, artık tek tek sözcüklerden oluşan; kol, terazi, özgürlük ve bağlılığın ardışık bilinci değil, bunların bilincinde olan şairin bilincinde olma bilinci olarak bütünsel birliğidir.

Eğer bu bütünsellik olmasaydı, şiirselliğin bilinç akışı devre dışı kalacak ve şiir, devinimden yoksun olarak hem sözcüklerden oluşacak hem de devinim aralarındaki bağlantılara indirgenecekti. Bu durumda da bize, bağlantıları sağlamak ve birinden diğerine geçişi olanaklı kılmak için, tıpkı zamanı var ederken kendisi zamansal olmayan olarak zamanın ötesinde oturan Tanrı gibi devinimsel olmayan bir bilinç, Kant’ın transandantal öznesi gerekecekti. Bu ise, şiiri idea’ya indirgemek olacaktır.

Fakat gerek Mungan’dan gerekse E. Ayhan’dan verdiğimiz örneklerle daha önce gösterdiğimiz gibi, kendisi devinimsel olmayan bu bilincin yine devinimsel olmayan öğeleri şiirsellikle birleştirmesi olanaksızdır. Bu devinimsizlik, çevresi çiçeklenip yeşerirken kendisi ebedi bir kımıltısızlıkla bekleyen mezar taşı gibi, dünyayı görüş alanına alıp kendisini devinimin dışında tutarak onu oturduğu yerden betimleyen bir şair bilincini bize gösterir, zira Ö. Asaf’tan Haşim’e, Cansever’den E. Ayhan’a, Mungan’dan Süreya’ya ve T. Uyar’dan Garip şairlerine varana dek, Nâzım, A. İlhan, İ. Berk ve A. Arif’i dışta tutmakla, şair olarak karşımıza çıkan hep bu şiirsel olmayan devinimsiz bilinçtir.

Eğer devinim tekrar birleşmek üzere kendinden ayrılan bir bilincin kendiliğindenliğiyse ve varlığını yeniden ele geçirmek üzere dünya karşısında olumsuzlamayla kendini ayıran bir bilincin varlık bilinci olarak akışın tarihsel bilinci olmak da şiirin saf olma özelliğiyse, tanrısal bir zamansal olmayışla devinimden kopuk olan bu şairlerin saf şiirle ve şiirsellikle bir ilgileri yoktur. Şiir bilincin devinimi devinimin bilincidir. Devinim de birlik bozucu bir nesne gibi dünya üzerindeki olumsallığını reddeden bir bilincin kendini olumsuzlamasıdır.

Dolayısıyla, şiirin gerçekliği, düğün sevincinin estirdiği keyfiyetin olumsallığı yerine, cenazenin görünür kıldığı bir olumsuzlanma bilincinin dolaysız akışı içinde açığa çıkar. Onun temeli olumsuzlanmadır. Az önce, şiir tamamlansa da şiirsellik tamamlanmaz, dedik. Şu nedenle ki yazdığı dize, olumsuzlamayla ayrıldığı kendi birliğini sağlamak için kendi kendisini olumsuzlayan şairin bilincidir. Dizeyi yazmış olsa da olumsuzlama sürmektedir, olumlanan ve olumsuzlananın birliği olarak dizedeki yansısından yansıtan kendine, kendi yansısından da yansıtan dizeye, varlığını bütünleştirmek üzere varlığından sürekli kopmadadır. Kendi kaçışını toparlamak ve bütünlüğünü görünür kılmak için ikinci bir girişime atılır, bu, ikinci dizeyi yazmak için gösterdiği çabadır; fakat kendini dışarıdalıkla kavrayamadığı gibi kendine karşı başkasılığı da kazanamaz, karşılıklı olarak çifte bir olumsuzlamayla olumsallığını kazanabildiği tek şey bilincinin işte bu açığa çıkan şiirselliğidir.

Nitekim bu şiirsellik olmasaydı, bilinç devre dışı kalacak ve o anın kendine özgü sınırları içinde, yanılgı gerçek olup şiir parçaları birleştirmenin olumsal bilincine hapsolacaktı. Ama oysa kâğıda eğilen, olmuş olduğu geçmişten olacak olduğu geleceğine dek uzanan bir bilinçtir, kendinin birliği içinde olumsuzlamayla kendinden ayrılan ve ayrılması da bu birlik için olan, yapraksız bir ağacın varlık fonunda sürekli kendinin ötesine geçen, ama en sonunda ötesine geçilmiş kendiliklerinin bütünlüğü olarak geçmişin donukluğunda nesnelleştirip kâğıdın ebedi yüzeyine kendini teslim eden kendinin şiirselliğidir. Bunu ise, sözcüğün anlık sınırları içine hapsetmek ve bir bilgi nesnesine sığdırmak, olanaksızdır.

(Bireylikler Dergisi 45.sayısında yayımlanmıştır.)

Arda Cevahir
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)