“Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür” sözü iyi girişimlerin beklenmedik kötü sonuçlar yaratabildiği deneyimleri imleyen bir söz. Kentin can damarı Amik Gölü, ovaya hem yaşam hem de ad vermiş. Amik Ovası binlerce yılda oluşan gölden ve Asi Nehri’nden beslenmiş, verimli ürünleriyle karşılık vermiş.

Yazar Ali Günay; ülkemizin bir ucundaki kentine yıllar içinde işlenen cinayeti anlatmak ister.

Medeniyetlerin beşiğidir Antakya.

Doğup, büyüdüğümüz kentleri yazarken coğrafi konumu, geçmişte kalan aile soyu ve tarihsel yanı irdelenir. Araştırmacı yazar Ali Günay doğasıyla iç içe yaşadığı Antakya’yı çocuk adımlarıyla gezerek, oynayarak, gölde yıkanarak anlatır.

Doğanın en yıkıcı etkisi yer sarsıntısıdır. Öylesine sarsar ki yıkar, yok eder, kıyar canlılara...

Deprem coğrafyasında yaşayıp da bilime sırt çeviren, olanı biteni ilahi adalete yükleyenler, kendilerini gücün yeline bırakanlardır. Bu yel, başa gelenin yazgı olduğu öğretisiyle yöre insanını biçimleyen, aldatan, rant uğruna insan yaşamını yok sayan güçlerin yelidir.

Yakın zamanda yaşanan bu sarsıntı, salt bir kenti değil, geniş bölgeye dağılan tarihi, kültürel yaşamı alt üst eden korkunç bir yıkımdır. En önemlisi de kendi yalnızlığına bırakılan kent Antakya ise...

MİLATTAN ÖNCE’DEN DEPREMDEN SONRAYA

“Orada bir kent var(dı) yakında…”

Tanrılar bile bilmez, bir kendi bilir

Bir de “Tarih Kuşu; her şeyi gören, bilen,

Doğuşunu, kaç milenyumdur yaşadığını,

Kaç kavime yataklık, kaç savaşa tanıklık,

Kaç uygarlığa beşiklik ettiğini;

Depremlerle savaşlarla yıkılıp kaç kez

Enkazından doğduğunu, ayağa kalktığını,

Kaç canlı olduğunu, ötesini ve dahasını…”

Bir kendi bilir tanrıların tasarlamadıklarını

Kurmayı onun bağrında cenneti ve cehennemi

Ve onu, “Kün” diyerek tanrıların değil,

Barışık doğa ve insanın el ele var ettiklerini;

Hava toprak su benden, akıl bilgi emek senden…

Değerli Yazar Ali Günay, “Herkesin cenneti çocukluğudur; birileri cehenneme çevirmemişse eğer. Epiktetos’un sözüyle 'İnsanın anayurdu çocukluğudur.' Çocukluk, anayurt, cennet ve mutluluk...” diye başlar yazısına.

Kentin Şahdamarı Asi Nehri’nden başlayarak, yıkımdan sonra kimliğini yitiren doğası, ruhu, lirik şiirselliği, estetik ve romantik havası yok edilen kentine ağıt yakar. Ne ki yıkımda çok yakınları, yeğenleri, akrabaları da yoktur artık. Kitabının başındaki sözleri tüm gidenleredir.

“6 Şubat 2023 depreminde yitirdiğim ablamın kızı, eşi Abdülhamit, çocukları Asya, Irmak ve Deniz İrem Nazik; abimin oğlu Ahmet Beşir ve eşi Aynur Altınöz Günay, akraba ve dostlarım ile toprak altına, toprak üstüne gömülen hemşerilerime ve tüm depremzedelere…”

Günay, çocukluğunun geçtiği Antakya’yı doğayla barışık yaşayan, her türlü yoksulluğa, yoksunluğa karşın masum çocuk gözüyle anlatır “Cennetin Antakya’sı” kitabını.

Oyunla geçer günleri. İp atlarlar, çevirdikleri topaç, kendi elleriyle yonttuklarıdır. İçi paçavra dışı meşinle kaplı toplarıyla oynarlar. Bunları alacak paraları yoktur. Ne ki zaten kentten uzak yaşamaktadırlar. Ağaçlardan, türlü bitkilerdendir yedikleri. Tadına vara vara yarı çıplak girdikleri göldür, suda çırpınmanın verdiği hoşluktur.

Hayvanlar da onların oyuncağıdır. Karnını doyurmak isterken kaynamış sütün içine düşen yavru kediye çok üzülürler. Yetişkinlerde gördükleri törene uygun gömer, ağıt yakarlar arkasından. Ancak onlara acı vermekten de geri durmazlar. O yörenin çocukları yaşamı, yaşadıkları topraktan öğrenir.

Köylerindeki insanlar, çocuk ve yetişkin hiç kilo almazlar. Çünkü, tüm gün devinim içindedirler. Yattıkları gibi uyur, kalkar kalkmaz da koştururlar. Yedikleri, bulabildiklerince bulgur ve hamur işidir. Sağaltımları için bitkileri de unutmamak gerek.

Canlıların üremesini de doğadaki börtü böcekten, en yakınlarındaki hayvanların kösnül devinimlerinden öğrenirler. Değil mi ki ergenlik yaşları tam da buna ilgi duyulan çağlardır.

Dönme dolaba benzettikleri su değirmeni, gözlemledikleri sabun ve zeytinyağı yapımıyla matematik, geometri ve kimyayı okuldan daha çok, yaparak, yaşayarak doğadan öğrenirler.

Ali Günay’ın depremzedelere adadığı ve gelirini onlara bırakacağı “Cennetten Kovulmadan Önceki Antakya” kitabının son sözündeki düşüncelerine katılmamak olası değil. Kendisini içtenlikle kutluyorum.

“Tüm yoksulluklara, yoksunluklara karşın çocukluğun kendisini neden cennet olarak görüp öyle tanımladığımı ve bunun ne denli doğru bir tanımlama olduğunu büyüdükten sonra, bu tür olumsuzluklar ortadan kalkıp yerini beterlerine bırakınca anladım: İnsanın yaşamını sürdürmesi için temel gereksinimi olan yiyecek, içecek gibi şeylerle barınacak yer, iyi ya da kötü, az ya da çok, öyle ya da böyle karşılanabilir. Ancak insanca ve anlamlı bir yaşam için bunlardan daha öncelikli ve olmazsa olmaz gereksinimi sevgi, saygı, özgürlük ve adalettir…”

Ali Günay - Cennetten Kovulmadan Önce 

 

Hatice Sönmez Kaya

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)