Sayıları severdim.

Sayılara güvenirdim.

Dolayısıyla sayılarla desteklenen tezlere, önermelere saygı duyardım.

Sayıların her durumda nesnel olamayacağını düşünürdüm…

Ancak bir süredir ne güveniyor ne de saygı duyuyorum. Sayıların da kirletildiğini düşünüyorum çünkü: Ormanlar yanıyor ya da yakılıyor, ağaçlar kesiliyor; şu ya da bu nedenle çıkan yahut çıkarılan çatışmalarda insanlar öldürülüyor, sokak hayvanlarına olmadık işkenceler yapılıyor yanı sıra taşkınlar, depremler, toprak kaymaları, çığlar vb doğa temelli yıkımlar yaşanıyor… Dikkat ediyor musunuz; bu olumsuzluklar ile olumsuzluklar öncesinde, sırasında ya da sonrasında yaşanan yitimler ve alınan önlemler hemen hemen yalnızca sayısal boyutlarıyla sergileniyor artık.

Öyle ki, sömürünün biçimleri ile yoğunluğundan kaynaklanan yoksunluklar yahut yoksulluklar bile yalnızca “adet”, “tane”, “oran” vb sayısal olarak dillendiriliyor.

“Son” olmasını dilediğimiz büyük depremin yol açtığı yıkımlar tüm boyutlarıyla ortadayken özellikle siyasal iktidarın, merkezi ve yerel sorumsuz “sorumluların” ardına sığındıklarına bakar mısınız; kaç araç gereç, çadır, kurtarıcı vb sağladıkları vb ilişkin sayılar sayılar sayılar…

Yaşlısıyla, çocuğuyla, hastasıyla, engellisiyle yüzbinlerce insanımız kar yağmur, soğuk altında açıkta ve aç, aç aç!

Böylesine büyük yıkımlar tüm acılığıyla sürerken yapılması gereken açıklamalar bu türden sayısal verilerle mi sınırlı olması gerekirdi? “Ne pahasına olursa büyümeci” kafalardan daha fazlasını beklemenin anlamlı olmadığının ayırdındayım kuşkusuz. Ancak, yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun duyarlılığı sayıların kimi durumlarda büyüklüğü, kimi durumlardaysa küçüklüğüne indirgenmiş, ki siyasal iktidar da aklınca bunu değerlendirmeye çabalıyor işte.

Peki ama yurttaşlarımızın çoğunluğu nasıl bu duruma getirildi; benim, sizin, “edebiyatçılarımızın” böylesi olumsuzlukların yaşanmasında hiç mi bir sorumluluğu yok?

Bence, deyim yerindeyse “bal gibi” var. Tamam, sayılar önemli; olguları anlayabilmek, açıklayabilmek, öngörebilmek için onlara gereksinmemiz var. Tamam da:

  • söz konusu olan hangi sayılar;
    • çok daha önemlisi, “o” sayıları kimler tarafından hangi amaçlarla nasıl üretiyor;
      • çok çok daha önemlisi “o” sayılar gerçeği ne denli yansıtıyor,
        • çok çok çok daha önemlisi “o” sayıları kimler hangi amaçlarla kullanıyor?

Örneğin günümüzde çok öne çıkan TÜİK’i (Türkiye İstatistik Kurumu) ele alalım: Biliyorsunuz  TÜİK sayımlama yapan -istatistikler üreten- bir kamu kurumudur. Önceki adı “Türkiye İstatistik Enstitüsü” olan TÜİK, onlarca yıldır başta ekonomi olmak üzere çeşitli yaşama alanlarına ilişkin politikaların üretilme süreçlerini besleyen son derece gerçekçi veriler üretmiştir. Ancak, 2000’li yıllarda o da çöktürülmüştür. 2005 yılında çıkarılan 5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanunu’nun amacı ise 1. Maddesinde şöyle açıklanmıştır:

“Bu kanunun amacı resmî istatistiklerin üretimine ve organizasyonuna ilişkin temel ilkeleri ve standartları belirlemek; ülkenin ihtiyaç duyduğu alanlarda veri ve bilgilerin derlenmesini, değerlendirilmesini, gerekli istatistiklerin üretilmesini, yayımlanmasını, dağıtımını ve Resmî İstatistik Programında istatistik sürecine dâhil kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamaktır.”

Yasanın 4. Maddesine göre de

“Resmî istatistiklerin kalitesinin geliştirilmesi için Program kapsamında üretilen istatistikler, güvenilirlik, tutarlılık, tarafsızlık, istatistikî gizlilik, güncellik ve şeffaflık ilkelerine göre hazırlanır ve uygulanır.

Resmî istatistiklerin gerçekleri yansıtmasının sağlanması, tüm kullanıcılara tarafsız ve eş zamanlı olarak sunulması, gizlilik ilkesine riayet edilmesi, kamuoyunun bilgi edinme hakkının gözetilmesi temel esaslardır.”

Ne güzel değil mi? Evet, gerçekten de çok güzel! Yasanın “Uygulama Makamları” başlığı altında yer verilen 6. Maddesine göre;

“Resmî istatistikler Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı ve Programda belirtilen kurum ve kuruluşlar tarafından üretilir, dağıtılır ve yayımlanır.”

Bu da güzel (!) Peki, gereği yapılıyor mu? Evet, yapılıyor! Şimdi ben size çok daha iyi bir güzelleme yapayım: TÜİK’in yapısı ve görevleri, 2021 yılında çıkarılan 4 sayılı “Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”nin 598-614. Maddelerinde yeniden düzenlenmiştir. Kararnamenin 599. Maddesine bakar mısınız:

“10/11/2005 tarihli ve 5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanununda belirtilen Programın uygulanmasında, Kurum çalışanları ile diğer uygulayıcı birimlere veri kaynakları, istatistikî yöntem ve süreçlerinin seçimi, dağıtımın içerik, şekil ve zamanı ve istatistikî gizliliğin uygulanması başta olmak üzere, hiçbir konuda talimat verilemez."

Verilemiyor mu sizce? İşte konunun, deyim yerindeyse “zurnanın zırt dediği” noktası bu düzenlemelerde ortaya çıkıyor: Bu düzenlemelerin gereği hemen hemen yalnızca siyasal istekleri doğrultusunda yerine getiriliyor artık.

Dikkat ediniz lütfen, alışılagelmiş söylemle “yerine getirilmiyor” demiyorum; “siyasal iktidarın istekleri doğrultusunda yerine getiriliyor” diyorum!

Peki neden böyle oluyor? Sözgelimi nedeni, TÜİK’in de “sahibinin sesi” işlevini gördüğünün iyiden iyiye su yüzüne çıkması olabilir mi acaba?

Şimdi siz kalkıp da bakanların, ilgili kamu kurum ve kuruluş yöneticilerinin kamuoyunun en duyarlı olduğu gelişmelere, özellikle de olumsuzluklara ilişkin özellikle sayısal açıklamalarının gerektiğince ciddiye alındığını söyleyebilir misiniz? Ben almıyorum örneğin, haksız mıyım?

Bu kısacık anımsatma bile kirlenenin sayılar olmadığını, özellikle de gerçekçilikten uzak sayıların öyle üretilmesini ya sayımlamaların öyle yapılmasını isteyenler, yanı sıra, öyle üretmeyi içlerine sindirenler olduğunu açıklık ortaya koymaya yetiyor sanırım.

GERÇEKÇİ SAYIMLAMALAR

Nasıl ilgilendirmesin? Ben “edebiyatçı” değilim; iyi bir okur olduğumu bile söylemem. Böyleyken ben bile “edebiyatın” -bence “yazın"ın-  duyarlılığın, dünya görüşünün yanı sıra doğru bilgilenmeyle beslenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Doğru bilgilenmenin en önemli araçlarından birisinin ise sayılar, bu bağlamda daha doğru bir söylemle de gerçekçi sayımlamalar olduğunu düşünüyorum çünkü.

Söylediğimde kızıyorlar: “Edebiyatçılarımız”, besin kaynaklarından birisi olan doğru sayıların üretimi, genel bir söylemle, sayımlama süreçleriyle hemen hemen hiç ilgilenmiyor.

Üstelik bu ilgisizlik yalnızca “edebiyatçılarla” sınırlı değil, sanatın öteki dallarında uğraş verenler arasında da oldukça yaygın.

“Edebiyatçıların” da sayı üretmelerinden ya da sayılama yapmalarından söz etmiyorum kuşkusu: “Edebiyatçılarımızın” da en kurgusal verimlerinde, örneğin şiirde bile önünde sonunda doğru bilgilere beslenmesi gereğinden söz ediyorum.

Onların da gezegenimizde, yurdumuzda olup bitenleri öğrenmek, anlamak; bunlardan hareketle de duyarlılıklarını varsıllaştırmak için gerçekçi sayısal verilere gereksinmesi var çünkü.

SAYISALA İNDİRGENMİŞ BİLGİLER

Tam olarak bunlar değil, dikkatinizi sayısal verilere, sayımlamalara indirgenmiş bilgilerin, sorgulamaların, değerlendirmelerin “edebiyatçıların” da duyarlılıklarını kilitleyebileceğine kitlediğine çekmek istiyorum. Hele bir de bu veriler, sayımlamalar gerçekçi değilse… Anımsıyorsunuzdur, Soma yıkımı, öldürümünde madenden sağ olarak çıkarılan bir işçi cankurtarana konurken ne söylemişti;

“- Çizmelerim çok kirli, çıkarayım; çarşafları kirletmesin!”.

Göçükte ölenin son derece yoksul görünümlü yaşlı annesi ne söylemişti:

“- Ama oğlum yüzme bilmez ki ...”

Kahramanmaraş'ta ise yıkıntıdan yeni çıkarılan üç dört yaşlarında bir kız çocuğunun kurtarıcısına tüm sevimliliğiyle söylediği de dikkatinizi çekmiştir sanırım:

“-Ama ben çok ağırım !”

Sayılara, sayımlamalara indirgenmiş dünya görüşleriyle bezeli kafalarla bu türden hüzün verici, bir o denli de düşündürücü insanca yaşantılar gerektiğince değerlendirilebilir mi, dillendirilip görselleştirilebilir mi sizce?

EDEBİYATÇILAR ve SAYILAR

Uzun sözün kısası “gerçek edebiyatçılar” da sayıları, sayılamaları gerektiğince önemsemeli; bilgisel birikimlerini doğru sayılar ve sayılamalarla beslemeli, duyumsamalarını varsıllaştırmalı bence. Böylece özellikle romanlarda öykülerde pek çok örneği bulunan akıl almaz yanlışlıklar, eksikler de en aza indirilebilir belki. Dahası, bu alandaki varsıllaşmalar yeni yeni duyarlılıkların geliştirilmesine de katkıda bulunabilir; bulunmalı da bence.

Yoksa, “edebiyatçıların” da sözgelimi,

“- Olanlar hep oldu, bunlar kader planının içeresinde olan şeyler!”

vb saçma sapan söylemler karşısında söyleyebileceği, daha da önemlisi, inandırıcı olabileceği bir sözü olamayacaktır.

gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)