Doğuşu demokratik olan Cumhuriyet / Sami Günal
Sami Günal Cumhuriyetimizin kuruluşuyla ilgili değerlendirmelerinin ikincisini yazdı.
Başlığımızın bir dili geçmiş hâli mi var ne... Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş süreci sonunda hayat bulan bir “kurtuluş” ve “kuruluş” hikâyesidir. İmparatorluğun çökertilmesiyle işgallerle karşı karşıya kalmış olan bir halkın yoksunluklar içerisinde emperyalizme karşı ulusal bağımsızlığını kazanma hikâyesidir bu Cumhuriyet. Diğer bir deyişle tümüyle yoksul ve yoksun bıraktırılmış bir halkın hikâyesidir bu Cumhuriyet. Padişahın tebaası olagelmiş bir halkın ulus olma yolunda Mustafa Kemal’in öncülüğünde sömürgeciliğe karşı mazlum milletlere kılavuz olacak bir manifesto niteliğinde yazılan kurtuluş destanıdır bu Cumhuriyet. Emperyalistlerin gözüyle bakıldığında değil kurtuluş, kafasını kaldırması dahi beklenemezdi bu halkın. Mecali kalmayan bir gövdeden böylesi bir güç gösterisi nasıl beklenebilirdi ki? 1911’de Trablusgarp’ta İtalyanlarla başlayıp Bağdat’ta İngilizlerle süren… Doğu Anadolu’da Kars’a geldiğinizde Ermenilerle… Erzurum’a indiğinizde Ruslarla… Güneye uzandığınızda Fransızlarla… Oradan da Ege’ye atladığınızda Yunanlarla... Yukarıya doğru Trakya’ya çıktığınızda Bulgarlarla… Yanisi şu ki içli dışlı düşmanlarla 11 yıl göğüs göğüse savaşa savaşa kurulmuştur bu Cumhuriyet. Bu süreç içerisinde Cumhuriyet’in kuruluşunu sağlayan Kurtuluş Savaşı’na takvimsel olarak ayrı bir sayfa açacak olursak, 1919-1922 yılları arasını kapsayan ve 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile biten “haklı savaş” notunu düşeceğiz. Bir not daha düşmeden olmaz. Kurtuluşa ve kuruluşa giden 11 yıllık bu süreçte Çanakkale’ye ayrı bir ehemmiyet vermeyi unutmuyoruz tabii ki. Kurtuluş, sağlanmıştır. Arkasından devam eden kuruluş süreci Cumhuriyet Devrimi ile sonuçlanmıştır. Ne yazık ki “kuruluş” yarım kalmıştır. Bu hususu açımlamak için “karşı devrim” ve “çok partili yaşam” serüveninin içine girmek gerekecek ki yazıyı taşırmış olacağız. Bu perde ayrı bir yazının konusudur, deyip şimdilik açmayalım. Cumhuriyet Devrimi, teokratik sisteme karşı olan reaksiyoner özü itibarıyla bir aydınlanma devrimidir. Kulluktan yurttaşlığa, yani özgür birey olma bilincine eriştiren bir dünya görüşüne dayalı yaşam biçimidir bu Cumhuriyet. Teokratik düzen içinde çıkagelen bir toplumu demokrasiye kavuşturacak bir uygarlık projesi devrimidir bu Cumhuriyet. Peki, uygar toplum projesi için bir başına cumhuriyet yeterli midir? En koyu rejimlerin adı da cumhuriyet olabiliyor. İran’da olduğu gibi. Demokrasi için cumhuriyet rejimi tek başına yeterli değildir. O nedenle bir cumhuriyetin içinden laiklik olmadan demokrasi olamaz. Bir cumhuriyetin “Demokratik Cumhuriyet” olabilmesi için olmazsa olmaz “gerek şart” laikliktir. Ondandır ki hassas bir coğrafyada Ortaçağ karanlığına itelenme tuzağına düşmemek için laiklik devrimini isteyerek ve planlayarak -eski deyimle taammüden- gerçekleştirmiştir bu Cumhuriyet. Hiç kuşkusuz ki Mustafa Kemal öncülüğündeki Cumhuriyet Devrimi, laikliği kapsamına almakla kaçınılmaz olarak demokrasiyi hedeflemiştir. Aynı zamanda iç içe girmiş birbirine bağlı bir dizgedir bu demokratik cumhuriyet. Dolayısıyla “hukukun üstünlüğü” ve “hukuk devleti” silsilesinden ari düşünülemez. Sevgi, emek ürünüyse Anadolu Devrimi hakiki bir sevgiyi hak etmiştir. Ne de olsa emek düşmanı emperyalistlere karşı toplamda on bir yıllık göğüs göğüse yapılan bir vatan savunmasının (emek) ürünüdür. Bu emekle yurttaşını kulluktan aydınlığa çıkartan bir çırağıydı o Cumhuriyet. Girişten bu yana “bu... bu...” Cumhuriyet derken hayrola n’oldu ki sanki bir geride kalana atıf yapar gibi birdenbire “o” dedim değil mi? Bunu anlamak için sadece özlem içerisinde olduğumuzu vurgulamakla yetineceğim. Sami Günal
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR