Anılarda küçük İskender! Bugün doğum günü / Özkan Ali Bozdemir
Bugün genç yaşta kaybettiğimiz şair dostumuz küçük İskender'in doğum günü. Onun doğum günü nedeniyle Özkan Ali Bozdemir günlüğünden bir parçayı gerçek edebiyat okurları için gönderdi.
Günlerden 1 Temmuz 2018 Dün sabah iki kere aradım İskender’i, cevap yok. Açmadığı, dönmediği nadirdir. Bir-iki ortak arkadaşa sordurdum, kimse bilmiyor. Hastalığının ilerlediğine emin olunca başka tanıdıklara ulaştım, sonunda beklediğim haberi Tiriç verdi: “İskender hastanede, kanser tüm vücuda yayıldı. Yirmi gündür yatalak. Doktoru bir ilâ on sekiz ay ömür öngörmüş.” Karşılıklı sustuk. Tiriç toparlanıp devam etti: “Bir yıl yaşama ihtimali yüzde on iki diyorlar. Hastalığın dördüncü evresinde, ikinci ayından sonra kurtulanı pek duyulmamış.” Önceki buluşmamızı hatırladım birden, hatıra şimşek gibi çaktı zihnimde. 19 Aralık 2017. İzmir’e, Buca Belediyesi’nin etkinliğine gelmişti İskender. Parasızdık, yalan yok. Etkinlik öncesinde Als+ancak’ın altından girip üstünden çıktık - ucuz bira satılan salaş bir birahaneydi aradığımız. Yorulup bir köşebaşında nefeslendiğimizde temiz yüzlü bir delikanlı yaklaştı yanımıza. “Beyler, bedava bira içmek ister misiniz? Bir anketimiz var…” Ahşap konaktan bozma, karanlık, pis bir yerdi girdiğimiz. Paravanlarla ayrılan bankolarda anketörler, küçük bardaklardaki biraları tattırıyordu müşterilerine. Farklı bankolarda, birbirimizin görüş açısında yerimizi aldık ve başladık içmeye. Hiçbirinin adını tahmin edemiyorduk tabii, her dikişte acemi bir şaşkınlık. Gerçekten mi, nasıl malt bu… Epey kaldık ve içtik ama bir tuhaflık vardı ortada. Tuvalete kalktığım sırada mutfaktaki konuşmayı işittim. İskender’i tanıyan biri çıkmıştı sonunda ve artık iş ikrama dönmüştü. Sonra o dostlar da geldi yanımıza, kadehler büyüdü, sohbet, dostluk büyüdü. Kalkarken etkinliğe davet etti herkesi İskender – muzipçe sormayı da ihmal etmedi: “Doğru söyleyin, aynı birayı içirdiniz değil mi herkese?” Etkinlikten iki gün sonra dönecekti Bodrum’a, dönmeden önce bende kalmıştı. Hava soğuk, ev soğuk, elektrikli soba güçsüz. Mızmızlanarak uyudu, sabah fişek gibi uyandı. Ayakkabılarını bağlarken dermanı yoktu, görüyordum. “Bir sonraki gelişimde elimde baston olacak,” dedi evden çıkarken. Bodrum’a vardığında mide bulantısı, zehirlenme şikayetiyle hastaneye gitmiş. Bulantının sebebi elbette zehirlenme değil, kalp krizi. Atak ona bulantı gibi gelmiş. Bu yanlış ziyaretten sonra anlaşıldı her şey, vücudunda gitgide büyüyen sinsi, lezzetsiz bir tümör. Alican’a ulaştım hemen, beni işten aldı, beşte çıktık yola. İzmir-Bodrum arası üç buçuk-dört saati buluyor. Akşam trafiğine yakalanmazsak en iyi ihtimalle üç saate Bodrum’dayız. Bornova’dan Torbalı’ya sonra da Aydın otobanına çıktık yarım saatte. Kavurucu bir temmuz sıcağı, asfalttan buhar halinde alevler yükseliyor. Neyse ki yol temiz, trafik bunaltıcı değil. Yol üstünden biralarımızı aldık, güzel şarkılarla başladık yola. Sohbet keyifli ilerlese de sözü ikide bir İskender’e getiriyorduk mecburen. İskender İstanbul defterini kapatıp Bodrum’a yerleşeli daha bir yıl olmuştu. Evinin, huzurun, hep o istediği dingin hayatın tadını demek bu kadar çıkarabilecekmiş. Netice aslında çok öncesinden belliydi: İskender yemek yemeden, su içmeden ve günde üç paket sigara, litrelerce içki içerken sona yaklaşıyordu zaten. Bir keresinde “Vücudumu dinledim ve tanıyorum. En fazla beş yıl yaşarım,” demişti bana. Bu sözün üzerinden dört yıl geçmesi tesadüf mü sayılmalı, bilemiyorum. Sekizde girdik Bodrum’a. Acıbadem Hastanesi’ni bulmamız da yirmi dakikamızı aldı. Tiriç’ten oda numarasını öğrenmiştim, 4014’e doğru içimizde büyük bir vurgunla yürüdük sessiz koridordan. Ziyaretçi girmesi kesinlikle yasaktır, yazsa da kapıyı yavaşça tıklattık, girdik içeri. Geniş, ferah, havadar bir oda. Duvardaki televizyonda maç açık, Dünya kupası. Hasta yatağının ucu göründü ilkin, başında Sinan bekliyor. Kapıyı arkamızdan kapattık, yatağa kadar yürüdük. İskender uyanık, sıcak karşıladı bizi. İyice zayıflamış, saçlar tabii tıraşlı, yüzünde birkaç günlük beyaz sakalı. Annesi Nilsu Hanım eve geçmiş, refakatçi olarak Sinan var yalnızca. Tekli koltuklara geçip oturduk, sonrası malum konuşmalar. Hastalığını özet geçti İskender; fazla bunaltmak istemedi sanırım bizi. Bir ara Sinan, sehpada duran sigara paketine uzandı ve içinden birini çıkarıp yaktı odada. Alican’la göz göze geldik. Tam bir şey söyleyecektim ki sebep anlaşıldı: O sigara İskender için yakılmıştı. “Doktorlar sigarama karışmıyor,” dedi İskender. “Demek durumum belli…” Tedaviden söz ederken bir ara sustu, gözlerini kocaman açtı ve bağırdı: “Goooooll!” O anda hatırladım bakışlarının televizyonda, aklının bir tarafının maçta olduğunu. Kendimi hazırladım, diyor. Siz de hazırlanın. Acı çekmeden gitmek tek isteği. Yapacak son bir işi kaldığını söyledi o sırada: Evinde tamamlanmayı bekleyen yaklaşık dört kadar kitabı sonlandırıp yayınevine teslim etmek. Bir de seçki hazırladığından söz etti – tema sürpriz. İçinde kimler yok ki. Selim İleri, Nazlı Eray, Pınar Kür, Hakan Günday, Enis Batur… Bir de güzel haber verdi. Ataol Behramoğlu aramış geçen, Yunus Nadi’yi sana verdik demiş. Şakayla karışık anlattı: “Gitmeden bütün ödülleri topladı, ne aç gözlü adammış diyecekler arkamdan…” Ben cesaret edip soramadım, Alican benden hızlı çıktı: Peki ev ne olacak? Vakıf fikri vardı kafasında. Ölümünden sonra öğrenciler buraya gelip şiir çalışacak, şairin kaynaklarından faydalanıp şiir üzerine düşünecek, bir kültür yuvası olacaktı ev. Artık zor, dedi. Başaramadık, yani zaman yetmedi. Ev de anneye kalacak… Kapı açıldı, hemşire ara öğünü getirdi. Bir tabak karpuz. İştahla yedi İskender. Maça bakmaya, arada bizle sohbet etmeye devam etti. Gelen ziyaretçiler çok mutlu etmiş onu, genç şairlerin, eşin dostun dışında gelen ‘ünlüler’. Nejat İşler, Ali Poyrazoğlu, Yekta Kopan, Müjde Ar… Büyük destek, moral olmuş. Akşam ilaçları alındı, sonra bir sigara daha. Sehpada duran kitaplara gözüm ilişti. Birkaçını arkadaşları getirmiş, evinden getirdiği tek bir kitabı var, onu okuduğunu söyledi. Oktay Rifat, Tüm Şiirler... Evden gelen bir başka nesne daha vardı. Evdeyken de yanından ayırmadığı, şimdi burada, yatağında, hareketsiz kolunun dibindeki Fenerbahçe yastığı. Özan Ali Bozdemir Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR