Adam / Yusuf Ziya Karakelle
Adam parka girdi bir banka oturdu, arkasına yaslandı öylece durdu, çevrede gözlerini bir süre gezdirdi, çok yavaş hareket ediyordu. Onu parkta ne zaman görsem suskundu, kendi halindeydi. Adam yanında getirdiği poşete biraz baktı, sonra yavaşça açtı, elleri titrer gibiydi, içinde simit vardı, hafif bir sabah rüzgârı esiyordu. Ara sıra seyrettiğim bu adamı, uzun süredir göremiyorum, parkta başka banklara baktım, yok. Parkın ortasındaki havuz da bulanık az bir su vardı, kenarlarında birkaç güvercin kanatlarını temizliyordu. Park binaların arasına uzunca küçük bir yerdi, ağaçlıydı. Bir gün adamı bir ağaca tutunmaya çalışırken gördüm. Sendeliyordu. Yanına yaklaştım: “İyi misiniz, size yardım edebilirim…” Biraz durdu, gözleri yerde, zayıf, titrek bir sesle: “İyiyim” dedi. Evine kadar koluna girdim, hafifçe ayağını yere sürtüyordu, konuşmadı. Evi bir apartmanın üçüncü katındaydı. Anahtarıyla alt üst kilitleri açtı, iki eliyle anahtarları tutuyordu, yüzüme baktı, gözleri derindeydi, sevecendi, eve davet edememe vardı, bir kaç defa teşekkür etti. Evde yemek kokusu yoktu. Giderken dönüp, dönüp penceresine baktım, başka dairelerin camlarından bakan küçük çocuklar görünüyordu, el sallıyordular. Binaya girip çıkan insanlar vardı, sohbetsiz. Sonra bir zaman gözlerim yerde öylece gezindim. Adam günlerce aklımda kaldı, üzerinden aylar geçtiği halde ara ara düşlerime girer, çıkardı. Altı ay sonra cami hoparlöründen bir ölüm ilanı duydum. Evet, o adamdı, kapısında ismini okuduğum bankta oturup simit yiyen adam. Uzunca bir süre öyle hareketsiz kaldım, sonra pencerenin kenarında oturup çevreye daldım seyreder gibi. Sonra yalnız uyudum. * Sabah kalktığımda gün ışımak üzereydi. Penceremi açtım, yan binanın çatısı, pencereme bitişikti. Güvercinler alkışlarıyla indiler çatıya, ardından serçeler pırpır. Ekmeği bölüştük. Çıkarken evin mutfak ocağını, odalarda lambaların yanıp, yanmadığını bakıp dış kapı kilitlerini üç defa çevirdim, geri dönüp kapı kilitlerini bir kaç defa daha kontrol ettim, her zaman yaptığım gibi. Evin önünde oynayan yavru kediler korkarak annelerine sığındılar, hepsinin gözleri benim üstümdeydi. Ne düşünürler kediler akşama kadar yemekten başka… İlerde bir kanepenin altında yaşlı bir kedi öylesine bakıyordu. Bir süre yürüdüm, gezindim, gün ısındı, kent uyandı, bir anda caddeler, sokaklar kalabalıklaştı. Arabalar, otobüsler, insanlar bir birlerine karıştı, her şey hızlı. Dolaşan simitçiler, dükkânlar, büfeler açıldı, sessizlik yerini gürültüye bıraktı. Kuşlar ağaçların üst dallarına, çatılara yükseldiler. Parktaki banka oturdum, kuşlar daldan dala, bazen yere inip süratle kalkıyor, herhalde kendi kafalarına göre oyun oynuyorlardı. Parkta, banklara yeni gelen, gezintiye çıkan insanlar görünüyordu, kimisi yalnız, başları önde. Çevreyi seyre dalmıştım ki, aniden bir kedi yavrusu tatlı, tatlı miyavlayıp ayaklarıma sürtündü, elimi uzattığımda kaçmadı sarıldı, gözleri, gözlerimdeydi. Nasıl da zayıftı, tel tel olmuş tüylerinin arasından pembe derisi görünüyordu; korumasızdı. Yalnız başına kalan bu annesiz yavruyu çevrede başıboş dolaşan köpekler yaşatmazlardı. Bir zaman öylece durduk bir birimizi seyrederek. Ara sıra kendi etrafında dönüp oynar gibi yapıp kendi duyacağı kadar ince, ince sevimli sesler çıkarıyordu, gözlerindeki ıslak ışıltısıyla. Mevsim sonbahardı. Rüzgâr ağaçlardaki kuruyan yaprakları oradan oraya durmadan savuruyordu, ardından üst üste yığıyordu, sessizce. Sonra poşeti açtım. İlerdeki bankta oturan bir adam, dikkatlice bana bakıyordu. Yusuf Ziya Karakelle
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR