Aydınlanmaya duyulan kin ve intikam dönemini yaşıyoruz / Adnan Binyazar
Fransa da bu ahlaksız dönemi yaşamış ve bunu Balzac yazmıştı.
Adnan Binyazar 16 Ağustos 2012 tarihli Cumhuriyet'deki köşesinde günümüz gazetecilerini eleştirdi. İşte Adnan Binyazar'ın o yazısı: Honoré de Balzac’ın, yaşadığı yıllarda Fransa’nın nasıl ahlaksal bir çöküntü içinde olduğunu anlatan Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti adlı romanında (Çev.: Aysel Bora, Can Yayınları) yer alan şu satırları okuyup, bu gün içinde bocaladığımız vicdan kirlenmesini düşününce midem bulandı: “Gazeteciliğe vaktiyle bulaşmış ya da hâlâ bu işin içinde olan herkes küçümsediği adamlara selam vermek, baş düşmanına gülümsemek, en pespaye durumlarla uzlaşmak, kendisine saldıranlardan aşağı kalmamak için onların yaptığını yapıp ellerini kirletmek gibi acımasız bir zorunluluk içindedir.” Balzac, iktidardan iktidara post değiştiren, o gün ak dediğine bugün rahatlıkla kara derken utanmayan, uzlaşmacı, vicdan çöküntüsüyle kalemlerini kirleten kişiliksiz gazetecileri ne güzel betimliyor!.. Oysa bu tür adamlar, yalnızca vicdan ve kalemlerini kirletmekle kalmaz, erdem sahiplerine onur kazandıran ak sayfaları karartarak, toplumsal ahlakın bozulmasına da ortam hazırlar. Uçakta birkaç saatliğine koltuk kapma uğruna, gerçek düşüncesinden sapıp ona buna yaranma duygusuyla onurunu ayaklar altında çiğneten kişinin ahlakı da yoktur vicdanı da. Balzac, aynı sayfada, düşünce sapkınlığının insanı ne hallere soktuğuna da değiniyor: “İnsan, göre göre kötülüklere alışır, yapılanları boş verir; önce yapılan kötülükleri onaylamaya başlar, sonunda kendisi de (aynını) yapar. Hiç durmadan utanç verici ve sonu gelmeyen uzlaşmalarla lekelenen ruh zamanla pörsür, asil düşüncelerin zembereği paslanır, bayağılığın zıvanaları yıpranır ve kendi kendine dönüp durur. Karakterler gevşer, yetenekler yozlaşır, güzel bir eser yaratma inancı uçar gider. Yazdığı sayfalarla gurur duymak isteyen kişi, vicdanın er geç kötü işler olarak işaret edeceği berbat makalelerle kendini harcar.” Karakteri gevşeyen, yetenekleri yozlaşan, ruhu pörsüyen bir adamın vicdanı da çürüğe çıkar. Bozkır Aydınlığında Aşk adlı kitabımda da değindiğim gibi “Vicdanın dikeni zehirlidir. Yüreğine vicdan dikeni batanın huzuru, anında sonu gelmez cefalara dönüşür. Huzura erdiğini sandığı an, dikenin zehri bütün bedenine yayılır.” Stefan Zweig da Sabırsız Yürek adlı romanında “Vicdan anımsadıkça, hiçbir suç unutulmaz,” diyor. Vicdansızlığın nerelere vardığı; bir gazetecinin, Malatya’nın Doğanşehir ilçesi Sürgü beldesinde gece davul çalma tacizinden çıkan Sünni-Alevi çatışmasına, “Aleviler Müslüman mahallesinde salyangoz satarlarsa tıpkı Sivas’ımızda olduğu gibi sizi yakarlar,” diye çıkışı anlatmaya yetiyor. Vicdanın insanın kişilik donanımında ne denli önemli olduğu şundan da bellidir ki -son yıllarda yaşadığımız olaylar onu gösteriyor- Balzac, vicdanı, hiç yanılmayan yargıçla bir tutarak içimizde onun öldürülmemesi gerektiğini öngörür. “Vicdan” kavramının toplumun hemen her kesiminde yozlaşması, yargının tartışılır hale getirildiği bir ahlak çöküntüsünün sonucu değil de nedir? Günümüzde, Aydınlanmacı bir döneme duyulan kin ve intikam duygusu ancak erdemli kişilere özgü vicdan gibi yüce bir değeri nasıl ayağa düşürdü de iyinin yerini kötüler aldı! Bir toplumda kin odaklarının, değersizliği insanlık değeri gibi yutturacaklarına inananların olması ne acıdır! Ekranlara dadanan kimi adamlar, -‘gazeteci’ demeye dilim varmıyor-, ihanetlerini örterken ilkelliklerini sergiliyor. Nasıl da duyarsızlar; erdemli insanların onları görmemek için ekran kararttıklarını anlamazlıktan geliyorlar. İsteseler de anlayamazlar! Anlasalardı, kötülüklerinin toplumu nerelere sürüklediğinin ayrımında olurlardı…
Adnan Binyazar Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR
Mehmet Tanju Akad
10.01.2024 09:50
Aydınlanma ile ilgili bir yazıda bunun tahlili beklenir. Aydınlanmanın getirdikleri ve götürdükleri, iyi ve kötü yanları nelerdir. Bunlar ele alınmadan yazı havada kalmaya mahkumdur. Sadece bir önkabul üzerine, karşıt argümanlar olmadan anlamsızdır.