Yargıç ve yargıçlık anlayışları üzerine / Prof. Dr. İsmail H. Demirdöven
Yargıcın yaptığına ya da eylemine felsefî-bilgisel olarak üç aşamada bakılabilir: Bunlar yargıç kişinin bilgilenme, yargılama ve karar verme aşamalarıdır.
Uzun zamandır ülkemizde pozitif hukuk çerçevesinde yapılan
yargılamalar, bir yandan yargıçlık mesleğininin diğer yandan ve
aynı zamanda Hukuk eğitiminin tartışılmaya açılmasını ve
üzerinde düşünülmesini gerekli kılmaktadır. Hangi meslek söz konusu olursa olsun, her mesleğin kendine özgü
amacının, bilgi gövdesinin ve uygulamasının
olduğundan söz edilebilir. Örneğin hekimlik ve öğretmenlikte
olduğu kadar hukukçulukta da (özel olarak yargıçlıkta da)
birbirleriyle ilişkilerinde bir bütün olan bu üçlünün iş
başında olduğunu görmek zor değildir. Meslekler, sürekli olarak ve her defasında hep gerçekleştirilmek
istenen bir amaca yönelmişlerdir. Örneğin Hekimlik mesleği söz
konusu olduğunda amacın Sağlık, öğretmenlik mesleği söz
konusu olduğunda Eğitim olduğu söylenebilir. Bunun gibi
genelde hukukçuluk, özelde de yargıçlık mesleğinde ise bu amaç
Adâlettir. Ancak sağlığın, eğitimin ve ad?letin ne
oldukları en başta genelgeçer ve kesin bir bilgi olarak ortaya
konamadığından, mesleklerin amaçları her defasında somut
olarak belirlenmeye ve yeniden tanımlanmaya muhtaçtırlar.
Amaçların önemi, o meslek adamlarıyla1
birlikte o mesleklerin taşıyıcıları olmalarından ileri gelir.
Hekimliği sağlık, öğretmenliği eğitim kavramından ayrı
düşünemeyeceğimiz gibi, yargıçlığı da adâlet kavramından
ayrı düşünemeyiz. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, kendilerine özgü bir bilgiler
bütünü üzerine kurulmuş olması gereken uygulamaları yapanlar,
adına ister hekim, ister öğretmen, istersek yargıç diyelim hep
kanlı canlı yaşayan kişilerdir. Şöyle denebilir : Nasıl
bir hekim, nasıl bir öğretmen, nasıl bir yargıç
olunduğu/olunacağı, nasıl bir kişi olunduğuna bağlıdır.
Aristoteles’in dediği gibi “… yapma gücüne
sahip olduğumuz şeyleri, ancak onları yapma gücüne sahip
olduğumuz tarzda yapabiliriz”.
O halde meslek adamlarının kişiler olduğunu unutmadan, o meslek
adamının kişi olarak o mesleği icra etme
anlayışından söz edilebilir.
Yargıcın yaptığına ya da eylemine felsefî-bilgisel olarak üç
aşamada bakılabilir: Bunlar yargıç kişinin bilgilenme,
yargılama ve karar verme aşamalarıdır.2 Bilgilenme, “suç” işlemiş kişinin eylemi hakkında
bilgilenmedir. “Suç” ise biçimsel olarak bakıldığında,
belirli bir ilişkide yapılmaması gerekeni yapmış olma ya
da yapılması gerekeni yapmamış olmadır. Ancak buradaki
önemli soru, yapılması ya da yapılmaması gerekenin neden ve
neye göre yapılması ya da yapılmaması gereken olduğudur.
Bu konuda ölçüt, genel olarak pozitif hukuk ya da örneğin ahlâk
gibi çeşitli normatif sistemler olabiliyor. Bütün bunlar da
yeterli olmadığı zaman belirleme yargıcın görevi oluyor. Bu
bakımdan olan bitenle ilgili bilgi sahibi olmak oldukça önem
kazanmaktadır. Yargıcın bilgilenmesinin, kendisine sunulan olay ya da durumla
ilgili verilerin doğruluğunun soruşturulması, aynı zamanda da o
durumun ya da olayın içinde yer alan kişilerin eylemlerinin
nedenlerini öğrenme biçiminde yürüdüğü söylenebilir. Şunu
vurgulamak gerekir ki, yargıcın, kişinin söz konusu eylemini
anlaması, anlayamaması, ya da yanlış anlaması, onun eylem ve
yaşantı olanaklarının, yani görüp geçirdiklerinin ve
tecrübelerinin bilgisine de büyük ölçüde bağlıdır. Yargılama, yargıcın karşısında “sanık” olarak bulunan
kişinin, nedenlerini bildiği eylemi ile “yapılması/yapılmaması
gereken” arasında ilgi kurması ile başlar. Yargıç bu
ilgiyi kurarken hareket noktasını “sanık” kişi ile ilgili
elde ettiği bilgilerin yanında kişi olarak kendinden gelen
nedenler belirler. Bunlar yargıcın yargıçlık anlayışını,
yani yargılamayı kimin ya da neyin adına yaptığını ve
değerlendirmesinin ne tür bir değerlendirme olduğunu gösterir.
Böylece yargıç kişinin, yargılayacağı kişinin eylemine karşı,
bir yargılama ölçütü de oluşturacak olan tutumu
oluşur.
Yargıçlık anlayışlarını somut biçimde gördüğümüz yer,
yargıçların yargılama eylemleridir. Bu bakımdan felsefî
-bilgisel olarak, yaşanan yargılama eylemlerine bakarak üç
yargıçlık anlayışından söz edilebilir.
Bazı yargıçlar, mensubu oldukları (yada kendilerini mensubu
olarak Hissettikleri) “grup” adına yargılarlar. Adına
yargıladıkları şeyler, o grubun istemleri, o grubun koyduğu
normlar, yasalar, ilkeler ve kurallardır. Çünkü kişi (yargıç),
aldığı hukuk eğitimindeki bilgiler ne kadar nesnel ve “tarafsız”
olmayı gerektirecek nitelikte olursa olsun, kendisini o gruba karşı
“sorumlu” hissedecektir. Şayet yaşarken kendisine dönük bir
değerlendirme yapabilirse onun, hayatı boyunca bir ikilem içinde
ve zihnen huzursuz olarak yaşayacağı söylenebilir. Böyle bir sorumluluk anlayışının arkasında o yargıç (kişi)
tarafından düşünülmüş olsun veya olmasın çeşitli
biçimlerde, küçüklü büyüklü beklentiler bulunabilir.
Burada korunmaya çalışılanın ve o grubun normları, kural ve
ilkeleri bağlamında somutlaşanın, belirli bir birliktelik ve buna
bağlı toplumsal ilişkiler anlayışı olduğu görülebilir.
Böylece “suç” kavramı da tanımlanmış olmaktadır. Yani
“suç”, grubun normlarına, ilke ve kurallarına uyulmadığında
ya da en azından saygılı olunmadığında oluşmaktadır. Bu tür bir yargılama anlayışında yargıç kişinin baktığı
şey, kişinin eylemi ve bu eylemi yaparken içinde bulunduğu durum
değil, kişinin davranışıdır. Yoğun bir arka planı bulunan
eylem, tek bir yapma olan davranışa indirgenmiş, yani yargılama
davranış üzerinden yapılmıştır.3 İkinci tür yargıçlık anlayışı, eylemin belirli bir ögesine
indirgenmesi bakımından birincisine benzer. Burada yargıç insan
olma adına, insanın değerinden kaynaklanan istemler, değer
korumaya yönelik genel ilkeler adına kişi eylemlerini
yargılar. Örneğin çeşitli Hümanizm anlayışları söz
konusu genel ilkeleri insanın değeri adına farklı
biçimlerde taşırlar. Yargıç kişi de kendisini bir “hümanist”
olarak insana karşı sorumlu duyabilir. Bu tür bir
yargılama, üzerinde fazla düşünülmediği için genel olarak son
derece olumlu karşılanır ve çoğu kez “örnek” gösterilir.
Çünkü yargıç kişinin “vicdânının sesini dinlediği”,
böylelikle de “tarafsız” davrandığı düşünülür. Bu
yargıçlık anlayışının ve burada “suç”u belirleyen temel
ilkenin, yapılmaması gereken şeyin insanın değerini korumaya
yönelik genel ilkelere uymamak olduğu söylenebilir. Bu tür bir yargılama anlayışında genel ilkeler olarak insana
verilen değer (değer bilgisi) rol oynamaktadır. Ancak değer
bilgisi yeterince açık değilse, yani yargılanan kişilerin bütün
eylemlerinde mutlak olarak böyle bir ilkeden hareket ediliyorsa ve
yargılanan her bir kişinin her bir eyleminin diğerinden farklı
olduğunun bilinci yoksa, değer bilgisi yargılanmanın sadece sözde
kalmış bir ögesi durumuna düşer ve bu durumda yargıcın,
baktığı eylemi ezbere değerlendirdiği, eyleme değer biçtiği,
ya da o eylemi yargılamak için gerekli olan ama yeterli olmayan bir
ögesine indirgediği söylenebilir. Çünkü adâletsizlikler
karşısında kişilerin haklarını vermek, adâleti sağlamak,
ancak ve ancak adaletsizlik durumlarının ve bu durumlar içindeki
kişilerin yeterince tanınmış ve biliniyor olmasını şart koşar. Üçüncü tür yargıçlık anlayışına gelince,
burada yargıç kendisini insanın değerini bilerek yargıladığı
kişiye/kişilere karşı sorumlu görür. Bu,
içinde kişilerin ve bu kişilerin oluşturduğu o tek eylem
durumunu doğru anlamayı istemeye atılmış bir adımdır. Bu
yargıçlık anlayışı, yargılanan eylemin yapıldığı durumda,
o koşullarda başka ne gibi eylem olanakları
olduğunun/olabileceğinin bilinmesini gerektirir. Öyle ki yargıç,
yargıladığı kişinin neden başka türlü eylemediğini,
yapılabilir olanı neden yapmadığını anlayabilsin. Burada “suç”u
belirleyen, yapılabilir olan ama yapılmayan/yapılamayandır.
Yapılabilir olan, o ilişkide yüklenilmiş sorumluluğun o
koşullarda gerektirdiklerinin yerine getirilmesine yol açacak
nitelikte ise, demek ki yapılan eylem o koşullarda yapılmaması
gereken bir eylem olacaktır. Kısaca özetlenirse, üzerinde durulan birinci tür yargıçlık
anlayışında “suç”, “yapılmaması gereken” doğrudan
doğruya eylemin bir davranış kavramı altına sokulması (örneğin
“yaralama” gibi…) ve genelleştirilmesiyle oluşur. İkinci tür
yargıçlık anlayışında ise “suç”, “yapılmaması gereken”
açısından, her durumda insanın değerini koruduğu söylenemeyecek
genel ilkelerin ölçüt alınmasıyla oluşmaktadır denebilir. Yargıçlık anlayışlarının burada ele alınan üçüncü
türünde ise, “suç”un oluşumunda, doğrudan doğruya yargılama
konusu olan eyleme yönelme söz konusu olmaktadır.
“Yapılmaması gereken” için, eylemin o belirli ilişkide
ve o belirli koşullar bütününde yapılabilir olanın
yapılıp yapılmadığı bir ölçüt olarak alınmaktadır. Sadece
o ilişkide, o durumda o eylemin yapılıp
yapılmaması ve diğer yapma seçenekleri göz önünde
bulundurulmaktadır. Bilindiği gibi, yargıcın karar verme adımı, o durumu
eylemiyle oluşturmuş kişinin “suçlu” olup olmadığının
belirlenmesi adımıdır. Bu belirleme, ilk iki yargıçlık
anlayışında bir akıl yürütmeye dayanmaktadır : Öyle
ki, eylemi belirli koşullarda yapan gerçek kişi ve onun
gerçek eylemi değildir söz konusu olan. Burada söz konusu
olan, yüzü olmayan bir kişi (kavramı) ve onun yapmış
olabileceğinin düşünüldüğü, kavramsal olarak içi boş olan
davranışıdır. Örneğin “dayak atmak” gibi… Dikkat
edilmelidir ki burada yargılanan, dayak atan kişi ve attığı
gerçek dayak değil, genelde dayak atan kişi ve dayaktır.
Yargıcın karşısında yüzü olmayan boş bir özne vardır. Üçüncü tür yargıçlık anlayışında ise yargıcın, o eylemi
yapan kişiden gelen çeşitli gerçek belirleyicilerin ışığında
bir muhasebe yapması, yani o belirleyicilerin yeniden
gözden geçirilmesi söz konusu olmaktadır.
Yargıçların ve yargılama işinin “tarafsız” olması
istenir ve beklenir. Aslında bu istemde ya da beklentide ne
istenmekte ve ne beklenmektedir?
Bu istem, bir yargıcın tutumunun belirleyicileriyle ilgilidir. Bir
yargıcın tutumunun, yargıladığı olay veya durumda yer alan
“taraf”lardan birisiyle olan özel ilgisi ya da
ilişkisinin kararında etkili olmaması, bir başka deyişle
o durumda yargıcın değer atfetmeye dayalı bir yargı vermemesi
istemidir. Bu “özel ilgi” ve “özel ilişki” yaşarken
çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilmektedir : Örneğin yargıçla
“hemşehrilik” ilişkisi veya yargılanan kişinin yargıcın
fakülteden sevdiği veya sevmediği “hocası” olması durumu vb… Böyle bakıldığında “tarafsızlık”, yargıcın eyleminin
oluşmasında bulunmaması gereken bir belirleyiciye dayandığı
için, tarafsızlık istemi, yargılamanın pozitif koşullarına
ilişkin bir şey söylememektedir. Yargılamanın pozitif denen
koşulları, yargılamada değerlendirme ölçütü olarak karşımıza
çıkar. Bunlar genellikle “tarafsız”olma konusundaki istemin
“nesnel ölçütlere ya da normlara göre yapılması” istenir. Ne var ki, nesnel ölçütler ve geçerli normlara göre yapılan
yargılama, doğru yargıçlık yapmanın, yani belirli bir etik
ilişkide bir eylemin yapılmaması gereken bir eylem, yapanın da
suçlu olup olmadığına karar verebilmenin pozitif koşullarından
biri değildir. Çünkü belirli bir ilişkide yapılanın,
yapılmaması gereken olup olmadığını geçerli normlara göre
belirleyen bir yargıç, o eyleme yalnızca son oluşturucusu olan
davranışa bakarak ve ona doğru ya da yanlış bir ad takarak, o
normlar açısından değer biçmiş olacaktır. Genel bir
norm ölçüt olarak kullanıldığında ise, yargılama ezbere bir
yargılama olur. Dolayısıyla “nesnel normlar”a göre yargılama
genellikle sanıldığı gibi, doğru yargılamayı en azından tek
başına sağlayamaz.4 İnsanlar yaşarken karşılarında mesleklerin taşıyıcıları
olarak kişileri bulurlar. Kişiler o meslek için aldıkları
eğitimle ve kişi olarak sahip oldukları özelliklerle o mesleği
canlı kılarlar ve o mesleğin öyle bir meslek olmasını
sağlarlar. Bu durum yargıçlık mesleği için de doğrudur.
Buradan hareketle, yazının başında da söylendiği gibi, nasıl
bir yargıç olunduğu, nasıl bir kişi olunduğuna bağlıdır.
Bugün sayıları daha çok bir toplumsal ihtiyaçtan
kaynaklanmadan artmış olan Hukuk Fakültelerinde verilen hukuk
eğitiminin ve özel olarak da yargıçlık eğitiminin, titizlikle
ve bilgisel temelli müfredatlar üzerinde veriliyor olduğunu kabul
etsek bile, buna eklemlenmesi gereken bir eğitimin, kişi eğitiminin
yani etik eğitimin eksikliğinin varlığını görmek ve bunun
üzerinde düşünmek gerekmektedir. 1 “Adam” sözcüğü cinsiyet içermeyen nötr bir sözcüktür.
Ama günümüzde feminizmin etkisiyle sözcüğe cinsiyet yüklenmiş,
bir ayırımcılığa kapı aralayabileceği düşünülmeden,
örneğin “bilim adamı” yerine “bilim insanı” ya da “bilim
kadını” sözcükleri kullanılır olmuştur. 2 Bu yazı İoanna Kuçuradi’nin Etik kitabı temel alınarak
yazılmıştır. Ayrıca genel olarak Etik ve bu bağlamda yargıç
konusunda bkz. İoanna Kuçuradi, Etik. 3 Eylem ve davranış ayırımı için bkz. Kuçuradi,
Etik. 4 Kuçuradi, Etik, s.149. Prof. Dr. İsmail H. Demirdöven
YARGIÇ NE YAPIYOR?
YARGIÇLIK MESLEĞİ
YARGICIN TARAFSIZLIĞI NEDİR
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR