SÖZ BAŞI  

Türk dilinin dokuz bin yıllık macerası. Hiç şüphesiz bu ifade yadırganabilir, Hatta insanlar bu başlığa dudak bükebilirler,  

Öyleyse niçin bu başlığı koydum? Bunu açıklamalıyım.  

Türk dili çalışmalarında gelenek Köktürk anıtlarından daha eskiye gitmemektir. Sadece Altayistler, Altay dilleri arasındaki etkileşimleri inceleyerek daha eskilere doğru yol almaya çalışmışlardır. Bir de yeniden kurma (rekonsrüksiyon) ile uğraşan bilim adamları, Türk dilindeki daha eski biçimlere ulaşmak için uğraşmışlardır. En fazla Asya Hunlarına kadar geri giderek yabancı kaynaklara girmiş Türkçe kelimeler üzerinde çalışmalar da olmuştur. İşte hepsi bu kadar. |  

Altay dilleri arasındaki karşılaştırmalar yadırganmıyor. İyi ama 1960'lardan bu yana bir de büyük aile teorileri ortaya çıktı. Nostratik ve Avrasyatik teorileri. Bu teorilerde Hint-Avrupa, Hami-Sami, Ural, Altay, Dravid gibi aileler arasında akrabalık olduğu ve bunların büyük aileler (macrofamily) oluşturduğu ileri sürülüyor. Büyük dil aileleri üzerinde çok ciddi üniversiteler ve yayınevleri tarafından önemli yayınlar yapılıyor. Avrasyatik teorisinin kurucusu, Afrika ve Amerika yerli dilleri üzerinde yaptığı sınıflandırmalarla, evrensel dil bilimi üzerindeki çalışmalarıyla dünyanın sayılı bilim adamları arasına giren Joseph Greenberg'dir. Nostratik teorisinin kurucuları İlliç-Svitıç ve Aharon Dolgopolsky de dünyanın sayılı bilim adamları arasındadır. Dolgopolsky”nin dil bilimi paleontolojisi ile ilgili kitabı, Cambridge'de McDonald Arkeoloji Araştırmaları Enstitüsü tarafından basılıyor ve bu esere İngiltere'nin tanınmış arkeologlarından Colin Renfrew tarafından giriş yazılıyor. Greenberg'in takipçisi olan Merritt Ruhlen, dünyanın en tanınmış araştırma enstitülerinden biri olan Santa Fe Enstitüsünde insan dillerinin evrimi programı üzerinde çalışıyor ve dünya dilleri, dillerin sınıflandırılmasıyla ilgili kitapları en prestijli yayınevleri tarafından basılıyor,  

Gerek Nostratik ve gerek Avrasyatik teorilerinde Altay dilleri ve tabii olarak Türkçe de yer alıyor. Birçok dil ailesini içine alan bu büyük ailelerin ana (proto) biçimleri 10.000 yıldan çok daha önce mevcuttu. Colin Renfrew'ya göre Ana Nostratik'i oluşturan dil aileleri günümüzden 9.000 yıl önce ayrılmaya başlamışlardı.  

ABD'deki yeni Nostratikçilerden Allan R. Bomhard ile John C. Kerns'in 1994'te yayımlanan The Nostratiç Macrofamily - A Study in Distant Linguistic  Relationship eserinde 601; Joseph Greenberg'in 2002'de yayımlanan The Eurasiatic Language Family, Vol. 2, Lexicon eserinde 437 ortak kelime yer almaktadır. Ben bunları tarayarak Ana Nostratik ve Ana Avrasyatik köklerle eşleştirilen Türkçe kelimeleri tespit ettim. Tam 111 Türkçe kelime, iki büyük dil ailesindeki ana köklerin bazen her ikisiyle bazen birisiyle eşleştirilmişti. Bunlara 37 Türkçe kelime de ben ekledim. Böylece 148 Türkçe kelime, Ana Nostratik veya Ana Avrasyatik olarak tasarlanan köklerle eşleşmiş oluyordu. Bunların bir bölümü yansıma olduğu için, bir bölümü de sonraki alışverişler dolayısıyla ortak olabilirdi. Ancak önemli bir bölümü, özellikle Moris Swadesh'in tespit ettiği temel kelimeler, Türkçenin de içinde bulunduğu ortak döneme ait olmalıdır, diye düşündüm. İşte 9.000 yıllık maceranın öncesinde bu ortaklıklar bulunuyordu. 

9.000 yıllık macera ise Türk - Sümer ilişkileriyle başlıyordu. Sümerce öteden beri hem yabancı, hem yerli araştırıcıların dikkatini çekmiştir. Fritz Hommel'in 200 Sümerce — Türkçe kelimeyi karşılaştırdığı çalışmanın, el yazısıyla çoğaltılmış bir nüshası Türk Dil Kurumu kütüphanesinde duruyordu. 1935-1940 yıllarında İsmail Hami Danişmend de hacimli bir çalışma yapmış fakat eserini her nedense bastıramamıştı. Eserin daktilo edilmiş bir nüshası Türk Dil Kurumu kütüphanesindeydi. Danişmend, eserini yazdığı tarihe kadarki Sümer araştırmalarını geniş şekilde anlatıyor ve 158 Sümerce — Türkçe kelimeyi de karşılaştırıyordu. Nihayet 1990'da Osman Nedim Tuna'nın küçük fakat önemli kitabı yayımlandı. Tuna Türkçe ile Sümercede ortak olan 165 kelime bulmuştu. Kelimelerin bir bölümü doğrudan, bir bölümü ses denklikleri yoluyla örtüşüyordu. Ancak Tuna'nın taradığı üç kaynak çok eskiydi. Sonuncusu 1959 yılında basılmıştı.  

Yakın zamanda konu üzerinde bir de doktora tezi yapılmıştı. Süleyman Eratalay'ın Sümerce ve Türkçe — Bir Altay Dili Tartışması adıyla 2020'de yayımladığı eserde 204 kelimelik bir ortaklıklar listesi vardı. Sümercenin gramer özelliklerine de temas eden Eratalay karşılaştırmalarında son sözlüklerden biri olan The Pennsylvania Sumerian Dictionary (ePSD)'yi de kullanmıştı.  

Bütün bunları tespit ettikten sonra ben de yeni bir liste yapmaya karar verdim. Eratalay'ın taradığı The Pennsylvania Sumerian Dictionary (ePSD)'yi ben de taradım. Son zamanlarda yayımlanmış bir önemli sözlük daha vardı. Nafiz Aydın'ın 2013'te Türk Dil Kurumunca basılmış Büyük Sümerce Sözlük'ü. Onu da taradım ve “benim listem” adı altında kendi listemi oluşturdum. Ben de 125 ortak kelime bulmuştum. Listemde benden önceki eşleştirmeleri de gösterdim.  

İster 165, ister 204, ister benim tespit ettiğim gibi 125 kelime olsun bir ilişki olduğu muhakkaktı. Ses ve anlamca 10 kelimenin ortak olması dahi bir ilişkinin bulunduğunu gösterir. İlişki ya köken birliğinden ya alışverişten kaynaklanır. Sümercenin Türkçeden çok farklı gramer özellikleri, köken birliği ihtimalini dışarıda bırakıyordu. O hâlde alışveriş olmalıydı. Bunun için de Sümerlerle Türkler komşu olmalıydılar.  

Türk — Sümer komşuluğu bizi, Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ın yakınlarında bulunan Ceytun kültürüne götürdü. Bu kültür, MÖ 7200'lerde başlıyordu. Yani günümüzden 9000 yıl önce. Ceytun kültürü MÖ 4500'de bitiyor ve aynı bölgede Anav kültürü başlıyordu. Bir süre sonra, MÖ dört binlerin sonlarında da Sümerler Mezopotamya'ya göç edeceklerdi. İşte Kopet Dağları civarında komşuluk ettiğimiz 3-4000 yıl içinde Sümerlerle kelime alışverişinde bulunmuştuk. Almıştık veya vermiştik. Büyük bir ihtimalle vermiştik.  

Günümüzden 9000 yıl önceki İlk Türkler Ceytun bölgesinde yerleşiktiler; bir kiler ve bir ocağı bulunan tek odalı evlerde yaşıyorlardı; Türk dilinin macerası da oradan başlıyordu. Macera kuzeye ve doğuya doğru devam etmişti. Bunlar girişte ve ilgili bölümlerde anlatılmıştır. 4000 yıl kadar önce Yenisey bölgesine, Altay — Sayan Dağları civarına geldiğimiz zaman yeni ilişkiler devreye girer. Moğollarla, Tunguzlarla, belki Korelilerle. Moğolların atalarının kullandığı dil başlangıçta bir Altay dili değildi bence. Türkçeyle etkileşime girdi ve Moğolca adı verilen karma (kreol) dil ortaya çıktı. Bu karma dilin üst yapısı Türkçeyle akrabadır.  

 Önce kuzeye, sonra doğuya göç eden İlk Türkler, yerleşik medeniyetten bozkır medeniyetine de geçmişlerdi. Avrasya bozkırlarında Hint-Avrupa ve Ural kavimlerinin atalarıyla ilişki kurdukları da muhakkaktır. Günümüzden 4000 yıl önce geldikleri Altay — Sayan bölgesinde artık bozkırlıydılar. At biniyorlar, koyun sürüleri besliyorlar, keçe çadırlarda yaşıyorlardı.  

Bozkırlı Türkler artık Saka (İskit) idiler; Hyung-nu / Hun idiler; Ogur, Bulgar, Sabir idiler; Eftalit (Ak Hun) idiler; Avar idiler; Tabgaç (Toba), Jou-jan idiler.  

MÖ 8-3. yüzyıllar arasında Avrasya bozkırlarında yaşayan İskitlerden, Türkçeyle açıklanabilen bir veya iki kelime Grek kaynaklarına girmişti. Çok sonraki Hotan Sakalarına ait İrani metinler dolayısıyla bozkır Sakalarının da İrani olduğu ileri sürülüyordu. 1970 yılında Kazakistan'da bulunan Altın Elbiseli Adam yazıtı bence durumu değiştirmişti. MÖ 5-4, yüzyıla ait olan bu 26 harflik küçük metin Türkçeyle açıklanabiliyordu ve küçük de olsa bozkır Sakalarından kalma bir metindi.  

Milattan önceki yüzyıllarda Asya Hunlarına ait, milattan sonraki yüzyıllarda Avrupa Hunlarına, Ogur, Bulgar, Sabir ve Avar boylarına, Ak Hunlara, Tobalara, Jou-jan'lara ve hatta Köktürklerin birinci dönemine ait pek çok kelime Çin, Bizans, İran, Hint ve Arap kaynaklarında duruyordu. Bunlar üzerinde bazı çalışmalar vardı. Ancak hepsini toplu olarak ele alan bir çalışma yoktu. Hele Köktürklerin ilk dönemiyle ilgili hemen hemen hiç çalışma bulunmuyordu. Ben mevcut çalışmaları inceleyerek ve daha birçok farklı kaynağa başvurarak Köktürklerin ikinci dönemine yani bengü taşlara kadarki bütün kelime kadrosunu tespit etmeye çalıştım. Çoğunlukla boy ve kişi adlarından, ünvanlardan ve meslek adlarından oluşan 159 kelime tespit ettim. Dağılımı şöyle: Asya Hun 24, Tabgaç (Toba) 17, Avrupa Hun 21, Ogur, Bulgar, Sabir, Avar 19, Ak Hun 11, Jou-jan 15, birinci dönem Köktürk 52.  

Niyetim, bengü taşlara kadar olan dönemin tam bir sözlüğünü çıkarmaktı. Ulaşılabilen bütün kaynaklardan Türkçeyle açıklayabildiğim bütün kelimeleri topladım. Her birinin Türkçeyle nasıl açıklanabileceğini yerlerinde gösterdim. Tamamını ayrıca alfabetik bir dizin olarak çalışmanın sonuna koydum. Dizinde toplam olarak 505 madde başı vardır. Kelimelerin bir bölümü türev veya birleşikti, onların parçaları da dizinde gösterildi.  

Sözlüklerde çekimli biçimlerin yer alması doğru değildir. Ancak bu dizin meçhul dönemleri aydınlatmaya çalışan bir dizindi. Dolayısıyla az sayıdaki birkaç çekimli biçimin de önemi vardı; onlar da dizinde yer aldı. İlmi çalışmaların evet, uyulması gereken yaygın yöntemleri vardır fakat yöntemleri malzemenin de belirlediğini unutmamak gerekir. 

Acaba dizindeki kelimelerden hareketle bengü taşlar öncesi Türk dilinin ses bilgisi ve grameriyle ilgili bazı sonuçlara ulaşabilir miydim? Ana Nostratük ve Ana Avrasyatik köklerle ve Sümerceyle eşleşen kelimelerde, Asya Hunlarına ait kelimelerde farklı ses yapıları görünüyordu. Dolayısıyla ses bilgisiyle ilgili ipuçları vardı. Teşhis ve tespit edilen söz varlıklarının bir bölümü türev, daha az bir kısmı birleşik olduğu için gramerle ilgili bazı bilgilere de ulaşabiliyordum. Üstelik üç küçük metinde çekim ekleri ve cümleler de vardı.  

Bunun üzerine çalışmanın sonuç bölümünde ses bilgisini ve grameri inceledim. İlk Türkçeden Köktürk dönemine dek uzanan ses değişmelerini göstermeye çalıştım. Ana Nostratik ve Ana Avrasyatik dönemlerinden Köktürklerin ikinci dönemine kadar bir araya getirdiğim malzeme içinde 44 yapım eki, 7 çekim eki, 38 kelime grubu, 5 cümle bulunuyordu. Bunları tek tek gösterdim. Böylece kelime kadrosuyla, ekleri, türevleri ve birleşikleriyle 9.000 yıllık macera ortaya konmuş oldu.  

Dil ailelerinin ana (proto) dönemleri, Sümer, Dravid gibi çok eski dönemler üzerinde çalışılırken verilerde hem ses hem anlam eşleşmesi olmasına dikkat edilir, edilmelidir. Çünkü kelime, sadece sesiyle değil, ses ve anlamıyla ancak kelime olabilir. Dolayısıyla, bugün yaşayan milliyetlerle bağlantıları tespit edilmemiş eski dönemlerin anlamı bilinmeyen özel adlarıyla bugünkü diller arasında ilişki kurmak doğru olmaz. Ancak milliyetleri hakkında tam olmasa da bilimsel bir kamuoyu meydana gelmiş daha yakın dönemlerdeki siyasi teşekküllere ait kişi, boy ve yer adlarının kökenleri üzerinde çalışılabilir. Nitekim çalışılmaktadır da. Asya ve Avrupa Hunlarına ve onlardan sonraki siyasi oluşumlara ait söz varlıkları hakkında önemli bilim adamları incelemeler yapmışlardır. O dönemlerin boy ve kişi adlarını ve hatta özel isim olmayan bazı kelimeleri ben de inceledim ve bazı sonuçlara ulaştım. Boy ve kişi adları konusunda, ilgi kurulan dildeki adlar önemlidir. Bir kişi adının Türkçe olduğunu ileri sürüyorsak o adın veya benzerlerinin Türk dilinin bilinen dönemlerinde de kullanılmış olması önemli delildir. Asya Hunlarıyla Köktürkler arasındaki dönemlerde tespit ettiğim kişi adlarını dama Faruk Sümer'in Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları eserinde aradım ve çoğunu orada buldum. Wilkens'in Eski Uygurcayla ilgili sözlüğü de bu bakımdan çok yararlı oldu. Çünkü o da sözlüğüne kişi adlarını madde başı olarak almıştı.  

9000 yıllık bir maceraya atılmanın engebeli yolları olduğunu, tehlikeleri bulunduğunu elbette biliyordum. Ancak tehlikeler göze alınmadan ilerleme ve gelişme olmaz. İleri sürdüğüm görüşler arasında kim bilir ne yanlışlıklar ne fanteziler vardır. Fakat şunu da biliyorum ki bilim, yanlışlamalar olmadan ilerleyemez. Âdeta meçhuller üzerinden bazı sonuçlara ulaşmaya çalıştım. Yanlışlar düzeltile düzeltile daha doğruları ortaya konula konula yol almaya devam edeceğiz. Çeşitli bilimler yoluyla evrenin, dünyanın ve insanlığın kökleri araştırılıyorsa bugün, elbette dilin de tek tek dillerin de köklerine ulaşılmaya çalışılacaktır. Bu kitapta sadece yanlışlıklar ve fanteziler yoktur. Çözüme kavuşturulmamış, açıklanamamış sorunlar da vardır. Mesela Sümerce — Türkçe apin “saban” / saban, kab “sap, ka 7 sap gibi eşleştirmeler açıklanamamıştır.  

55 yıldır Türk diliyle uğraşan, makaleler ve kitaplar yazan, 45 yıldır düşündüklerini “Meseleler Defteri” adını verdiği bir deftere not eden bir dilci olarak bu kitaba gelene kadarki zihin maceram da kayıtlarda bulunmaktadır. Bu eseri hazırlarken de içinden bir kitap ve bir teori makalesi çıktı. Türk Dilinde Çekirdek Ekler kitabı ve Basamak Teorisi. Aslında üçünü birlikte değerlendirmek gerekir. Makaleyi de zaten bu eserin sonuna ek olarak koydum.  

Böyle bir çalışmayı uzun yıllardan beri düşünüyordum. “Meseleler Defteri”ne de birçok not almıştım. Ötüken Neşriyat'ın üç güzel ciltlik Kökler kitabı için Sergen Çirkin benden yazı isteyince uzunca bir makaleyle konuyu incelemeye çalıştım. Çirkin'in yazı isteği uzun yıllardan beri üzerinde düşündüğüm bu kitabı tetikledi. Ancak Türkçe —Sümerce ortaklıklar için o yazıda Osman Nedim Tuna'nın eserini kullanmıştım. Oysa Sümerce için biri İngilizce biri Türkçe iki büyük yeni sözlük vardı ve karşılaştırmalar bunlara dayanmalıydı. Ayrıca Sümercenin grameriyle ilgili yeni çalışmalara da bakmak gerekiyordu. Bunları yaparak kendi listemi oluşturdum ve bu çalışmada kullandım.  

Kendimi, Aşkabat'ın 30 kilometre kuzeybatısındaki Ceytun bölgesi köylerinin birinde 9000 yıl önce yaşamış gibi hissediyorum. Önce bal, sonra balık dediğimiz köylerde binlerce yıl yaşamıştım. Fakat daha sonra... Kuzeyde iklim yumuşamıştı, güzel otlaklar vardı. Kerpiç evimin yanında bulunan ahırdaki sığırlarla uğraşmak yerine şu engin yeşilliklerde, açık havada koyun sürülerini otlatmak, ciğerlerime temiz havayı çekmek bana daha cazip gelmişti. 

At binivor, üzengilere basarak uzaklıklara doğru atımı sürebiliyordum. Keçe çadırlar ne kadar da uygundu. İstediğim zaman çadırımı söküyor, kilometrelerce uzakta yeniden kurabiliyordum. Sanki gök çadır, güneş mızraktı. Fakat bozkırda yalnız değildim ki. Benim gibi konuşmayan başka başka topluluklar da vardı. Güneşin doğduğu yeri bulabilir miydim acaba? Dildaşlarımla konuştum ve aumı, koyunlarımı sürdüm, sürdüm. Altay Dağlarının karlı eteklerinden Sayan Dağlarına doğru yol aldım. Artık birleşmek, güç göstermek zamanıydı. Niceleriyle dövüştüm. Bazen yendim, bazen yenildim. Bazen geldiğim topraklara doğru tekrar at sürdüm.  

Güneye, gündüz ortasına doğru da at sürdüğüm çok oldu. Şu küçük gözlü, küçük ağızlı insancıklar ne ara buralara gelmişlerdi? Yerleşmişler, bazen topraktan, bazen ağaçtan evler yapmışlardı. Koca koca şehirler kurmuşlar, yüksek duvarlar örmüşlerdi. Atımla üzerlerine yürüdüğüm çok oldu. Sevgili keçelerim burada da işime yarıyordu. Onları atımın ayaklarına bağlıyor, donmuş ırmakların üzerinden kaydırıyordum. Gündüz ortası, gece ortası, gün doğusu, gün batısı... Dört yön artık benimdi. Gün batısında ne kadar uzaklara gitmişim. Bosfor denilen şehirlerinden elçiler gelmişti keçe çadırlarıma. Onları epeyi uğraşrdım galiba. Ben de mektuplar yazıp Bosfor'a gönderdim. Küçük gözlülere tutsak olduğum yıllar acıydı, acılıydı. Gecelerden bir gece 40 atlı yoldaşımla saraylarını bastım, kanımı Vey ırmağının sularına akıttım. Ben kanımı akıtm ama bu öyküyü dinleyen torunlarım bir gün o yüksek duvarların üzerinden aştı. Yedi iken yetmiş, yetmiş iken yedi yüz oldu. Yine güneye, gun doğusuna, kuzeye, gün batısına akınlar yaptım. Fakat artık adım Bilge olmuştu. Artık oturup yazmalıydım. Düşündüm ve düşündüklerimi bengü taş üzerine yazdırdım. Artık durmuş oturmuştum. Kendi tarihimi kendim yazıyordum. Kendim yazdığım için bundan sonrasını çok daha iyi biliyordum.  

O taşlara, bengü taşlara gelinceye kadar neler konuşmuştum, hangi kelimeleri kullanmıştım, hangi isimleri takınmıştım? İşte bunları aradım ve bulabildiklerimi elinizdeki bengü bitig'e yazdım. Siz de okursanız belki o binlerce yıllık macerayı sizler de hissedersiniz.  

Ahmet B. Ercilasun  
(Köklere Doğru - Türk Dilinin Dokuz Bin Yıllık Macerası, Ötüken Neşriyat,2024 İstanbul kitabına ‘Söz Başı’)

Türklük bilimini bir bütün olarak gören araştırmacıların başında gelen Ahmet Bican Ercilasun, bir süredir Türk dilinin en eski devirleri hakkında da bazı makaleler yazmış, hatta bu konuda bir model geliştirmişti.  

Köklere Doğru, bu çalışmaların bir sonucu olup konu bir Türkolog tarafından ilk kez bu genişlikte ele alınmıştır. Ercilasun, Nostratik-Avrasyatik teoriler çerçevesinde Türkçenin “Ana Dünya Dili” içerisindeki yerini tespit ederken, bir yandan da Sümer, Dravid, Hin-Avrupa-Ural dilleriyle ilişkilerine dair önemli saptama ve değerlendirmelerde bulunmaktadır. 

Ayrıca II. Köktürk Kağanlığı zamanında dikilen Orhun Abidelerinden önceki devirden kalma çok sınırlı Türkçe malzemeyi, İskitlerden itibaren titizlikle değerlendirmekte ve bu sahada uzun süre aşılamayacak bir kodeks sunmaktadır. 

Bu hâliyle eser, Türkolojinin temel çalışmalarından biri hâlinde yıllar boyunca araştırmacı ve aydınların başucu kitabı olacaktır.

Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)