Güneyden kuzeye uzanan, paralel iki vadinin yamaçlarından yükselen yüksek bir sırtta, kadim surların ardındaki bir evde dünyaya gelmişti. Her iki vadi, mandalina, ayva, hurma ve çatlamış ballı meyvelerini yapraklarının arasında gizleyen patlıcan incirleriyle bezeli, doğal bir peyzajı kucaklıyordu. Mevsimlere göre her defasında başka başka masallar fısıldayan vadilerin akarsuları, bu masalların şarkısını söyler, berrak sularında dans eden balıklar ise eşsiz manzarayla uyum içinde dolaşırdı. Sonbaharın son günlerinde, uzun sırıkların ucundaki kapatma ağlarıyla geceyi bekleyen amatör avcılar, sıcak diyarlara göçen yorgun bıldırcın sürülerini vadilerin yamaçlarında gözlerdi. Yıllara meydan okuyan, kentin güvenliğini sağlayan heybetli surlar ise bu masalsı tablonun en görkemli yapılar olarak göğe uzanırdı. 

Küçük Despina için yaşadığı evin süslü salonları, dantel örtülü ceviz masaları, oyma çerçeveli konsol aynaları, balkonları, beyaz mermer zeminleri, altın pırıltılarıyla yıldızlı gökyüzünü hatırlatan tavanları ve çevresi oyun alanından öte bir şey değildi. Mermer çeşmelerden akan tatlı sular vadiyi aşan kemerlerin taşıdığı sularla beslenirken, çiy tanelerindeki türlü renkler, sabahın ilk saatlerinde ışıklarını vadiye seren güneşin armağanıydı. Taze kesilmiş çayırların ve çam ağaçlarının kokularını bu cennet mekâna taşımak ise güneyden esen ılık rüzgârların göreviydi.  

Zaman, küçük Despina’yı gün gün büyütürken güzelliği dilden dile dolaşıyor, beline kadar uzanan kızıl saçları, gök mavisi gözleri ve yanaklarını süsleyen pembe çilleri ile çevresindeki insanların ilgi odağı oluyordu. Çocuk Despina çiçeklerini topladığı, rüzgârlarında uçurduğu uçurtmaları ile evlerini sarıp sarmalayan o iki cennet vadiyi hiç unutmadı. Despina’nın güzelliği Avrupaya kadar dilden dile ulaşmış ona Trabzon Prensesi ünvanı verilmişti. Saraya konuk gelen Venedikli bir gezgin, tuttuğu güncede ‘’ondan daha güzel kadın olamaz’’ diye yazmıştı. Despina rönesans ressamlarının tablolarında yer bulmuş yüzyıllar sonra bile ‘’Trabzon Prensesi’’ olarak operetlere konu olmuştu.

 

Pisanello’nun (1395-1455) ünlü eseri Aziz Yorgi ve Trabzon Prensesi Despina Hatun 

Evinden çıkarak diğer çocuklarla vadilere inip ip atlamak, saklambaç ve kör ebe oynamak ancak görevlilerin gözetimi ve korumasıyla olabiliyordu. Kral kızı olmanın zorluklarının yanı sıra kişisel gelişim, eğitim ve rahat bir yaşam için de çeşitli olanaklara sahipti. Babasının yakın dostu Amiroutzes felsefe teoloji, matematik ve astronomi konularında bilgisine başvurulan bir kişilik olarak evlerinden eksik olmazdı. O yıllarda İtalyada bilim, sanat alanlarında yaşanan baş döndüren değişimleri ve aydınlanmayı yakından takip etmek için İtalya’ya ve Konstantinapol’a seyahat eden bu değerli insan Despinanın da ilk öğretmeni olmuştu. Bilge Amiroutzes’in verdiği dersler, ona yalnızca bilgi değil, hayata karşı direnci de öğretti. 

Nedimelerden Maya çocukluk arkadaşıydı. Despina’nın prenses, Mayanın nedime olması gerçeği unutulmadan akran olmaları birlikte büyümeleri iki insanı yakınlaştırmıştı. İnançlarına bağlı olarak büyütülen bu çocuklar paskalya, noel gibi kutsal günlerde kiliseye de birlikte giderlerdi. Noel’i kutlamak için gittikleri St.Eugenios kilisesinde tören bittikten sonra avluda bekleşirken yanlarına gülümseyerek yaklaşan delikanlı Despina’nın dikkatini çekmişti. Daha önce de gördüğü ama hiç konuşmadığı bu genç kilise korosunda görevli Vasillios’tu Mayanın da kardeşiydi. Delikanlı eğilerek Despina’yı selamladıktan sonra kardeşiyle konuşmak için izin istediğinde Despina gözlerini Vasillios’tan ayıramıyordu. Gür siyah saçlarıyla esmer güzeli öz güveni yüksek bu delikanlı konuşurken yüzünde beliren gülümsemeyi, dudaklarının arasında parlayan kusursuz beyaz dişleri tamamlıyordu. Konuşmalar ülke sorunları ve teoloji üzerinde yoğunlaşmıştı ki Vasillios’un kendinden emin hali ve yüce gönüllü bir insan olduğu her halinden belli oluyordu. O da Despina’nın öğretmeni Amiretzous’un verdiği derslere katılıyor ve Stoacı dünya görüşünün etkisiyle erdemli bir yaşam sürdürmek için varlık ve insan ilişkileri üzerine eğitim alıyordu.  

Vasillios’un konuşmalarında Amirietzous’un ve stoacı felsefenin etkileri açıkça görülebiliyordu. O ana kadar eğitim gerektiren bu tür ağır konuların yaşlı ve deneyimli insanlar tarafından yorumlanacağını düşünen Despina, genç Vasilliosun anlatımlarından son derece etkilenmişti. Vasillios ise güzelliği dilden dile dolaşan prensesi yakından görmesiyle söylentilerin gerçek olduğunu hatta az bile söylendiğini düşünmeye başlamıştı. Kardeşini ve prensesi yakından tanıyan Maya iki genç insanın birbirlerinden etkilendiğini açıkça görüyor ve susuyordu. Ona göre bir papaz adayıyla bir prensesin ilişkisinin devamı neredeyse imkânsızdı. 

Sohbet giderek koyulaşıyordu ki Kraliyet Muhafızı göz teması kurmadan eve dönmek için arabanın hazır olduğunu haber verdiğinde sohbet sonlanmış Maya ile Despina arabadaki yerlerini almışlardı. 

Devletin içine düştüğü karmaşık ve içinden çıkılmaz sorunlarda uğursuzlukların da payı olduğuna inanan kral, Epifani Günü’nde sarayın baştan aşağı kutsanması için papazlardan yardım istedi. Gündüzlerin kısaldığı, solgun güneşin gökyüzünde zorlukla varlık gösterdiği ocak ayının soğuk bir gününde, saraya gelen din adamları arasında Vasillios da bulunuyordu. Bu, Despina ile Vasillios’un yeniden karşılaşacakları anlamına geliyordu. Papazlar, beraberlerinde getirdikleri ayazma suyuna Latince dualar okuyarak evin dört bir yanına serptiler; ellerindeki pirinç buhurdanlıklarla sarayın her köşesini kutsayıp vaftiz ettiklerinde ayin sona ermişti. Ardından hep birlikte yenen akşam yemeğinden sonra, hava kararmış, kral ile papazlar teolojik bir sohbetin derinliklerine dalmışlardı. İsa’nın çarmıhta ölümü, çektiği acılar, göğe yükselişi, Pilatus’un acımasızlığı, Yahuda’nın ihaneti ve intiharı gibi bir türlü üzerinde uzlaşılamayan konular etrafında düşünceler sohbetin başlıca konularıydı. 

Bu arada, Maya, Vasillios ve Despina dolunayın aydınlattığı vadide yürüyüşe çıkmıştılar. Kısa bir süre sonra Maya gerçekten üşümüş müydü bilinmez izin isteyip ayrıldığında Despina ve Vasillios baş başa kalmışlardı. Despina, etkisinde kaldığı bu genç adamı daha iyi tanımak için sürekli sorular soruyor Vasillios’ta bıkmadan tane tane anlaşılır bir üslüpla cevaplıyordu. Despina aniden durup Vasillios’un gözlerine bakarak ‘’aşk için neler düşünüyorsun gerçekte aşk var mı?’’ diye sorduğunda Vasillios Stoacı felsefenin etkisinde kalarak ‘’Aşk dışarıda değil içimizdedir. Aşkı dışarıda aramak büyük sorunlara yol açabilir. Aşk yalnızca duyguların değil aynı zamanda aklın rehberliğinde yaşanmalıdır. Gerçek bağ kişinin fiziksel değil, ruhsal özelliklerine odaklanmaktan geçer’’ diye cevapladığında Despinanın da duygularını yansıtmış oluyordu. Gecenin ilerleyen bir zamanında Vasillios ve papazlar saraydan ayrıldıktan sonra Despina, ay ışığının perdelerden süzülerek aydınlattığı odasına çekilmişti. Bir türlü uykuya geçemiyor ay ışığının parlattığı vadiye bakarken gözlerinin önünden silemediği Vasillios’u düşünüyor, aşk hakkında söyledikleri kulaklarında yankılanıyordu. 

Düzenli kaldırımları, köşe başlarında şarıl şarıl akan çeşmeleri ve tertemiz caddeleriyle evlerin önünden geçen yol, doğrudan kentin canlı limanına ulaşıyordu. Liman her daim hareketliydi; farklı diller konuşan, çeşitli kültürlerden gelen insanların buluşma noktasıydı burası. Gürültücü gemicilerin, yükleme ve boşaltma sırasında bağırarak söyledikleri 'vira vira, mayna' nidaları eksik olmazdı. Tebriz, Şam, Bağdat ve hatta daha uzak diyarlardan gelen deve kervanlarının taşıdığı baharatlar, halılar, ipek kumaşlar, kürkler ve diğer değerli mallar burada demirlemiş yelkenlilere yüklenir, doğudan esen poyrazın yardımıyla uzak ülkelere gönderilirdi. Ancak denizin köpürmeye başladığı, kara bulutların toplandığı noktadan aniden esen karayel, deneyimli denizcilerin bile korkulu rüyasıydı. Bu sert batı rüzgârına yakalanmak, çoğu zaman felaketle sonuçlanır; bu yüzden gemiciler ya limandan çıkmaz ya da şansları yaver giderse en yakın doğal limana sığınırdı. Bölgenin verimli topraklarında yetişen üzümlerden yapılan zamura şarabı, fındık ve keten dokumalar da bu yelkenlilerin yükleri arasında yer alırdı. Kentin farklı kültürlerle yoğrulmasında büyük payı olan bu hareketli ticaret, aynı zamanda alınan vergiler sayesinde zenginliğin temel kaynağıydı. 

Ticaret yollarının kavşak noktası bu liman kentinin zenginliğine ortak veya sahip olmak isteyen komşu ülkelerle süregelen huzursuzluklar, çalkantılar savaşlara neden olabiliyordu. Son günlerde kentte çıkan büyük yangının neden olduğu yıkım, ülkenin batısında yükselen modern orduya sahip Konstantinopol’u ele geçirmiş yeni dünya devi, Ceneviz ve Venedikli tüccarların vergileri azaltmak yeni koloniler kurmak için bitip dinmez ayrıcalıklı istekleri, güneyde giderek artan Türkmenlerin baskısı, karşısında güvenliği sağlamak ve varlığını sürdürmek isteyen kral bu ve benzer sorunlara çareler arıyordu. Kentin yöneticileri varlıklarını sürdürebilmek zenginliği ve gücü ellerinde tutmaya devam etmek için barışçı yöntemleri her zaman kullanmışlardı. Güçlü düşmana vergi ödeyerek siyasi anlaşmalar yapmak ya da komşu Türkmen Beyleriyle yapılan evlilikler bu barışçı yöntemlerdendi. 

Böylesine sorunlarla dolu bir dönemde babasının tek kızı yirmi yaşına ulaşan güzeller güzeli Despina’nın kaderi belli olmuştu. Baba ülkesinin geleceği için komşu ülkenin otuzbeş yaşındaki sultanı Uzun Hasan’la Despina’nın evliliğini uygun gördüğünden Despinanın Diyarbakır’a gelin gitmesine karar verilmişti. Bu evliliğin gerçekleşmesi için babanın bir ön koşulu vardı. Uzun Hasan, Despina’yı inancını değiştirmeye zorlamayacak gittiği yerde dilediği gibi Tanrıya ibadet edip yakaracaktı. Öyle de oldu verilen söz sonuna kadar tutuldu babanın şartı yerine getirildi. 

Düğün töreni hem Trabzon’da hem de Diyarbakır’da görkemli bir şekilde gerçekleştirildi. Despina’nın zarif güzelliği, değerli taşlarla süslenmiş tacı, altın kemeri, elmas küpeleri, her iki bileğini saran altın hasır bilezikleri ve gümüş işlemelerle bezeli ipek atlas gelinliğiyle adeta tamamlanıyordu. Çeyiz olarak Kapadokya ve çevresinin yanı sıra ipek kumaşlar, kürkler ve takılarla dolu on iki sandık kendisine hediye edildi. 

Despina, üç din görevlisi, nedimeleri ve yolculuğun güvenliğini sağlayan askerlerle birlikte yola çıkarken, onu gözyaşları içinde uğurlayan Maya, arkasından su serperek gittiği yerde mutlu olması için dua etti. Gözyaşlarını tutmakta zorlanan babası ise, nemli gözlerini sadece kralların taşıyabileceği erguvan renkli pelerinine gizleyerek kızına son bir kez sarıldı. O bir kraliçeydi ve gittiği topraklarda da kraliçe olacaktı. Despina, kutsal kitaptan ezberlediği duaları yalnızca kendisinin işitebileceği kadar kısık bir sesle mırıldanıyor; içini kemiren hüznü bastırmakta güçlük çekiyordu. 

İlk bakışta bu evlilik ülkesinin ve ailesinin geleceği için yapması gereken bir görevden başka bir şey değildi. Sonra hocası Amiroutzes’in anlatıklarını düşündü: Kader ve özgür irade iç içe geçmiş kavramlardı. İnsan kendi kendini mutlu etmeliydi. Tüm bu olup bitenlerin kaynağı Tanrıdır. İrademiz dışında gelişen olayları kontrol edemeyiz ancak tepkilerimizi ustalaştırarak kontrol edebiliriz. Böylece hayatın iniş çıkışları karşısında güç ve huzur buluruz. Dalıp kapanan gök mavisi gözlerindeki yaşlar çilli yanağından süzülüp akarken eline doladığı altın zincirin ucundaki küçük haçı avucunda sımsıkı tutuyor hiç bırakmıyordu. Saraydan daha önceleri de Türkmen beyleriyle evlenerek başka diyarlara giden prensesler de Despina ile aynı kaderi paylaşmışlardı.  

Diyarbakır doğup büyüdüğü çocukluk ve gençlik anılarını biriktirdiği topraklara hiç benzemiyordu. Kiremit çatılı bahçeli evlerin yerini düz damlı, yüksek duvarlarla çevrili iç avlulu evler almıştı. Yaz mevsimi gelip çattığında dışarıda açık havada kalmak kavrulup yanmak demekti. Sert güneş iki vadinin serin gölgelerini özletiyordu. Güneşin yaktığı Kuzey Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız düzlükleri ufuk çizgisi ile son buluyordu. Oysa taşlarından yeşillikler fışkıran çeşit çeşit kokularıyla rengârenk çiçeklerin açtığı, sulu meyvelerin tatlandığı Doğu Karadeniz’de ufuk çizgisi sadece denizin enginliklerinde görülebilirdi. Gürül gürül akan sular, irili ufaklı çağlayanlar ve göller buralarda görülmüyordu. Tanık olduğu zıtlıklar Despina’nın vatan hasretini daha da derinleştiriyor özellikle iki vadiye duyduğu özlem her geçen gün katlanarak artıyordu. Baba evinden ayrılalı henüz bir yılı geçmişti ki Despina’nın bir bebek beklediği zaman zaman mide bulantılarından halsizlik ve uyku halinde ki sayıklamalarından anlaşılıyordu. Böyle günlerin birinde gelen ulaktan babasının öldüğünü amcasının yönetimi ele alarak kral olduğunu öğrendiğinde sarsıldı. 

David tahta çıkalı bir yıl olmuştu. İkinci Mehmet, yüzkırkbin kişilik ateşli silahlarla donatılmış modern ordusuyla Trabzon’u denizden ve karadan kuşatarak kan dökülmeden kentin teslim edilmesini istiyordu. Uzun Hasan’dan beklenilen yardım bir türlü gelmeyince David, her yıl ödediği vergiyi daha da arttırmayı teklif ederek komşu ülkelerle yaptığı anlaşmalardan vazgeçtiğini bildirmesi kabul edilmemişti. Kral çaresizdi. Ailesiyle birlikte kendisine tanınacak can güvenliğine karşılık kenti teslim etmesi isteniyordu. Aristokratlar ile devletin askeri ve sivil bürokratlarıyla yapılan uzun görüşmelerden bir sonuç çıkmıyor, İkinci Mehmet’in verdiği süre giderek daralıyordu. Bir ay süren kuşatma boyunca düşüncelerine değer verdiği Amiroutzes ile sık sık görüşen Kral bir çıkar yol arıyordu. İkinci Mehmet’le yakınlığı bilinen Amiroutzes’un önerdiği barış koşulları, kendi dünya görüşünün de bir yansımasıydı. 

Amiroutzes, Zenon’un Stoacılık felsefesini benimsemiş bir düşünürdü. Buna göre insan doğayla uyumlu bir yaşam sürmeli bunun için de erdemli olmayı kendine ilke edinmesi gerekirdi. Ona göre her zaman duygusal bağımlılıktan arınmak, iç huzuru ve mutluluğu sağlamak için akıl ve mantık çerçevesinde hareket edilmeliydi. Talihsizliklere karşı dirençli olmak, tehlike karşısında akıl dışı davranmak gereksiz bir korku demekti. İnsan isteklerini yenerek acıya dayanmalıydı. 

Sonunda Kral, Amiroutzes tarafından ikna edilip, Trabzon İkinci Mehmet’e teslim edildiğinde takvimler 1461 yılını gösteriyordu. Artık sürgüne gönderilen kral ve ailesi, kaderlerini Osmanlı sultanının merhametine bırakmışlardı. Osmanlı ordusunda yeniçeri yapılmak için seçilip İstanbula getirilen gençlerin arasında Vasillios ta vardı. Haber Diyarbakır’a ulaştığında Despina anılarıyla baş başa kalmış, İki vadi, Vasillios ve Trabzon nemli gözlerinde yeniden canlanmıştı. Trabzon’un kaybını bir türlü kabullenemiyor çaresizce bu güzel kentin eski günlerine dönmesi için kocasına baskı yapıyordu. Oniki yıl sonra Uzun Hasan, kaybedeceği bir savaşta İkinci Mehmet’le Otlukbeli’nde karşı karşıya geldiklerinde Despina’da savaş meydanında kocasının yanında dimdik durarak onu yalnız bırakmamıştı. Gözyaşlarını içine akıttı, kaderin acısını sabırla taşıdı. 

Halkı için hastane ve aş evleri yaptıran koyduğu yasalara herkes gibi kendi de uyan Uzun Hasan’la yirmi yıl evli kaldı. Türkmen hükümdarından bir erkek ve üç kız çocuğu dünyaya getiren Despina, Bağdat Valisi olan oğlu Maksud, siyasi bir cinayetle yaşamdan koparıldığında kırk yaşındaydı. Aynı yıl hayat arkadaşının da ölümüyle yaşadığı acılar yüreğini katılaştırmıştı. Yalnız kalmak istiyordu. Uzaklara doğduğu topraklara doğru özlemle bakarak gözlerini kapadığında iki vadinin üzerinde masum bir çocukken gördüğü rüyalardaki gibi bulutların üzerinden uçuyordu. Çocukluk anılarına dalıp kaybolduğunda, vadiden esen serin rüzgârın gökyüzüne çıkardığı uçurtmasına babasının öğrettiği selamı verdirmek için ipini çekip bırakmasını, topladığı çiçeklerden taç örüp saçlarına takmasını, bulutsuz gecelerde kayan yıldızları bekleyip içinden saf dilekler tutmasını unutamıyordu. Despina altmış dokuz yaşında bu dünyadan özlemle ayrıldığında hayallerini iki kol gibi sarıp sarmalayan doğup büyüdüğü o iki vadiyi hiç unutamadı. Kendisinin yaptırdığı kilisenin bahçesinde toprağa verildi. Onun yaşadıkları yalnızca geçmişin değil, geleceğe kalan hasret dolu bir sevdanın hikâyesiydi. 

Günümüz Trabzon Surları ve Kral Sarayından kalanlar 

Bu günlerde iki vadiden Despina’nın doğup büyüdüğü saraya ve onu çevreleyen surlara bakıldığında, ahşap doğramaları yok edilmiş pencere boşlukları, kapısız kalmış duvarlar, suları kurumuş mermer çeşmeler, çöken çatıların, yıkılan duvarların ve kubbelerin kapattığı bir zamanların mozaik bezeli döşemelerinde dolaşan kertenkeleler görenlerin içini burkuyor. Günümüzde bir kültür mirası olarak değerlendirilen sarayın orta yerine yapılmış utanç abidesi gecekondular betonarme çirkin yapılar insana değer bilmezliğin, vefasızlığın bu kadarı olmaz dedirtiyor. Her tarafı saran otlar çalılar, dikenler içinden yaban incirleri çıkmış avlular, görkemli surları ele geçirerek kalınlaşan kökleriyle taşları çatlatıp parçalayarak yerlerinden sökülmesine neden olan sarmaşıklar, adeta geçmişi örtmeye gayret ediyorlar.  

Epifani Günü: Ortadoks inancında Ürdün Nehri’nde İsa’nın vaftiz olduğuna inanılan 6 Ocak günü

 

M. Topaloğlu Yüksek mimar


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)