Kızılay Meydanı’nı geçtikten sonra, Adalet Ağaoğlu'nun kardeşlerinin mağazası Ayhan'ın bulunduğu sağdaki ikinci sokak İnkılap Sokak’tır. Sokağın girişinde solda kalan ikinci binanın giriş katı da Tavukçu Lokantası…

Tavukçu Lokantası’nın bir diğer özelliği de sürekli müşterileriyle tanındığı gibi sahibi İsmail Poyraz ile de bilinirdi. Tavukçu meyhane olmasına karşın İsmail Bey’in içki içtiği görülmemiştir. Buna karşın o, her müşterinin masasına uğrar, herkesle tokalaşır “hoş beş” ederdi.

Tavukçu Lokantası’nın elbette renkli bir de geçmişi vardı.

Tüm Ankara’nın Ulus semtinde olduğu yıllarda, Posta Caddesi’nde biri sağda diğeri solda Acem’in Meyhanesi ile İmren Meyhanesi yer alırdı. Birinde rakı, diğerinde şarap içilirdi. Posta Caddesi’nin Hal’e doğru soldaki ilk sokağı Cihan’ın (şimdiki adı Zafer) sonunda bir hanımın işlettiği Mavi Köşe Birahanesi, ortalarında ise, Karadeniz Lokantası vardı. Lokantanın tanınan garsonu İsmail Poyraz’dı. Tam 20 yıl buraya hizmet etti. Yine burada ‘İçkisiz Cumhuriyet Yıldız Lokantası da ünlüydü. Resmi kuruluşlarda çalışanlar ve Bakanlar öğle saatlerinde Cumhuriyet’e gider, yemeğini yerlerdi.

Ulus’un halk tipi lokantaları da vardı. Zincirli Camii’nin karşısında Zevk Lokantası, onun yanında Jale Lokantası, onun yanında da Yenigün ve Çiçek Lokantaları. Çiçek Lokantasını açanlar daha önce, 1930’da Tavukçu Lokantası’nı açmışlardı. Lokanta o günlerde Ankara’ya Samsun’dan getirilen tavukların suyuna çorba ve tavuklu pilavıyla hizmet verirdi. Tavukçu 1954’de Sakarya Caddesi’ne taşınınca içkili bir işletmeye dönüştü.

Aynı yıllarda İzmir Caddesi’ne taşınan Karadeniz Lokantası’nda çalışan işçi temsilcisi İsmail Poyraz, sıkı bir emekçi savunucusuydu. Sigortasını yapmadan kimseyi işe başlatmazdı. Daha sonra Karadeniz Lokantası’ndan da ayrılan İsmail Bey, 1969 yılında iflas eden Tavukçu’nun üç ortağından birisi oldu. Yenişehir’de adı duyulmaya başlandığında ise Sakarya Caddesi’ndeki dar yerinden İnkılap Sokağı’na taşınmıştı.

Tavukçu, önceleri, Ankara Üniversitesi hocalarının öğlen yemeğine geldikleri yerdi. Akşamları ise, TRT Haber Merkezi çalışanlarının tamamı, Cüneyt Gökçer başta olmak üzere tüm devlet tiyatrosu çalışanları Tavukçu’nun müşterileriydi. Zamanın Belediye Başkanı Vedat Dalokay da cumartesi günleri, profesör arkadaşlarıyla Tavukçu’da bir araya gelirdi.

Peki ya edebiyatçılar…

Ünlü şair ve yazarlar da müdavimiydi Tavukçu’nun. Onları da ağarlardı meyhaneye. Zaman içinde kişiler değişti, ama edebiyatçılar alışkanlıklarını sürdürdüler. Bu satırların sahibinin de aralarında bulunduğu bir grup bu geleneği bina yıkılana dek taşıdı.

Çarşamba günleri öğleden sonra bir araya gelen grup Vecihi Timuroğlu’nun önderliğinde rakılarını yudumlarken bir yandan da gündemi tartışırlardı. Buluşma günün sabahı arardı Vecihi Hoca:

“Selim Can, 2’de… Ahmet’e hatırlat.”

“Tamam Hocam…”

Lokantaya ilk o gelirdi. Ardından Ahmet Say’la ben, Ahmet Yıldız, Şemsettin Dermez, Tuncer Uçarol, seyrek olsa da Alper Akçam, Mehmet Aydın Hoca vd. yazın emekçileri… (adını unuttuklarım beni bağışlasınlar) Kimi günler kadın yazar çizerler de konuk olurdu birlikteliğimize.

Masanın en ucunda oturur, sırtını duvara yaslardı Vecihi Hoca... Garsonundan komisine kadar herkesi isimleriyle tanırdı. Rakı masamız katılımcılar açısından zengin, mezeler açısından fakir sayılırdı. Hep aynı menü gelirdi masaya: Beyaz peynir, kaşık salata, barbunya pilaki ve cacık… Hoca ilk tur rakılarımızı kuyumcu titizliğiyle dağıtır, ardından “Muratti” paketine uzanırdı. Kehribar renkli filtreli ağızlığına sigarasını özenle yerleştirir, kullan-at çakmağıyla yakardı. İlk yudum rakısına ilk nefes dumanı eşlik ederdi. “Bakın, durum iyi değil…” diye söze başlardı. Sürüklediği konu masadakileri heyecanlandırır, herkes görüşünü, düşüncesini özgürce söylerdi. Genelde Ahmet Say ve Tuncer Uçarol hocanın sözünü keserdi. Tartışmalarımız komşu masada oturanların da ilgisini çeker, birlikte, düzeyli, çok katılımlı bir açıkoturum oluşurdu meyhanede. Sıra ödemeye geldiğinde, Hoca garsona sağ elinin işaret parmağıyla boşlukta yazı yazarak, hesap istediğini belirtirdi. Rakıyı dağıttığı gibi hesabı da kuyumcu titizliğiyle pay ederdi: “20’şer…”

ahmet yıldız

Vecihi Hoca’nın yeri bir başkaydı Tavukçu Lokantası’nda… Her buluşma gününde şiirlerinden bir dizeyle karşılardı bizleri. Bir keresinde 1977’de yazdığı “Tuna’dan Daha Mavi” adlı uzun şiirinin bir bölümünü seslendirmişti:

“1923 sevdalar sürgünden dönmüştür

Yıldızlar sedirlerden göklerimize çekilmiştir

Güller iki memen arasına sokuşur

 

Tarihi temize çekiyoruz

Suyunu almış şafaklarla

Üzümü şaraba vurmadan

Koşuyoruz Orta Doğu’dan daha at

Savaşıyoruz Viyana’dan daha yiğit

Sevişiyoruz Tuna’dan daha mavi…”

Vecihi Hoca 1950’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Edebiyat Bölümü’nü bitirmişti. Ankara’da lise öğretmenliği, müdürlük, Bakan Danışmanlığı yapmıştı. Ankara Atatürk Lisesi müdürü görevindeyken emekliye ayrılmıştı. 1942’den bu yana yazın hayatının içindeydi. Sayısız şiir ve düzyazı kitapları vardı. Ödüllerle onurlandırılmıştı. Güçlü bir hatipti… O nedenle Tavukçu’daki masamızın önderi oydu. O masada her konuda konuşulurdu.

Orhan Burian’ın 1947 Mart olayları sırasında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazıp yolladığı mektubunu, düşünce arkadaşı Vedat Günyol’a nasıl anlattığı konuşulurdu. İnsanlık tarihinin aydınlanma dönemi Rönesans’dan söz açılır, İslam dünyasının kendi Rönesans’ına erememiş olmasının acısını çektiği dillendirilirdi. Atatürkçülüğün nasıl algıladığını, Rönesans’la arasında nasıl bir koşutluk gördüğü uzun uzun tartışılırdı.

Vecihi Hoca’nın yerleşmiş kanılarla yetinmeyip yanılmayı da göze alarak doğruyu kendi kendine arayan bir hafızası vardı. Tertemiz bir çocuk gibiydi, hep iyimserdi. Savunduğu düşüncelere inandığı, gizli bir maksadı olmadığı, bir çıkar arkasından koşmadığı hemen anlaşılırdı.

Devrimciydi Hoca…

“Sosyalist doğulmaz, yaşanır, işçi sınıfı kendisini iktidara hazırlamalıdır” derdi söz sırası kendine geldiğinde. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin irfan yuvası olduğunu söyler, Behice Boran’ın üniversiteden nasıl kovulduğunu anlatırdı.

Halil İnalcık’ı yakından tanımış, sevmişti Vecihi Hoca. Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav hocalarıydı. Onlardan feyz almıştı. Ders verdiği kürsü kaldırılınca 1952’de Fransa’ya giden Boratav’la dostluğunu koparmamış, Paris’e gittiğinde onunla da buluşmuştu. Şanzelize’de nasıl çılgınlar gibi dolaştığını, Cannes’da plaja gittiğini ünlü yıldızlarla beraber yüzdüğünü rakı masamızda heyecanla anlatırdı.

Hoca’nın anlattıklarını komşu masalardakiler de dikkatle izlerdi.

26 Ekim 1951’e dayanan Menderes iktidarının TKP üyelerini derdest etme girişimini yaşamıştı Vecihi Hoca. Komünist Tevkifatı’nın önde gelen isimleri Ruhi Su, Sıdıka Su, Aclan Sayılgan, Kemal Bekir, Ulvi Uraz gibi sakıncalı isimler arkadaşıydı. 1950 seçimlerinin ardından grev ve sendika kurma hakkını tanıyacağını söyleyen ancak bunu yerine getirmeyen DP iktidarına ve hızla kapitalistleşen Türkiye’de artan sömürüye karşı direnmişti. Sokaktaki simitçiden, kürsüdeki profesöre kadar herkesin dostuydu.

Uzun yürüyüşün derin soluklu devrimcisiydi Vecihi Hoca. Ne badireler yaşamış, ne badireler atlatmıştı. Oğlu Kürşat’ın Hamburg’da öldürülmesi, kızı Semin’in amansız bir hastalığa yakalanıp yaşamını yitirmesi kolay katlanılır şeyler değildi. Evlat acısını içine gömmüştü.

Tavukçu Lokantasındaki son buluşmamızda “Yazınsal Gerçeklik Üzerine Bir Deneme” konusunda konuşmuş, Fuzuli’nin üzerinde pek durulmayan bir beytini okuyarak, çözümlemişti:

“Hem visâli olur od cânıma hem hicrânı

Bir aceb şem’ile düştü ser ü kârım bu gece…”

“Muzaffer İlhan Erdost, Bilge, Devrimci, Erdemli, Dost, Dirençli” adını taşıyan son kitabını”, “her zaman dost, her zaman özlem, sevgilerimle. 26.2.20012, Vecihi Timuroğlu.” Cümlesiyle süsleyerek masayı oluşturanlara dağıtmıştı. 353 sayfalık kitabın son cümlesi şöyleydi:

“Ezilen ve sömürülen halkına ölümsüz kardaş armağan etmiş devrimci bilgeye, seksen beşinci yaş gününde özgür ve bağımsız bir Türkiye diliyorum. Buluşur muyuz?!”

Aklında, gönlünde, hayalinde hep tam bağımsız Türkiye vardı; Cumhuriyetin, Ulus Devletin ilkelerini korumak ve kollamak vardı…

Vecihi Hocayı 2014 yılında sonsuzluğa uğurladık. Ardından bizlere mekân olan Tavukçu Lokantasının yıkımıyla sarsıldık.

Bir insan, bir mekân tarihin tozlu sayfalarına göç etmişlerdi…

Selim Esen
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)