Sanat nereye koşuyor nasıl koşuluyor? / Aydın Akyüz
Sanat kavramını günümüze kadar gelen süreçte filozoflar, sanatçılar ve kuramcılar belirli dallara ayırmışlar, ona kotalar bile koymuşlardır. Sınıflandırma yapan da olmuş sınırlandıran da.
Sanat kavramını günümüze kadar gelen süreçte filozoflar, sanatçılar ve kuramcılar belirli dallara ayırmışlar, ona kotalar bile koymuşlardır. Sınıflandırma yapan da olmuş sınırlandıran da. Kimisi sanatı belirli ilkeler koyarak tanımlandırmış kimisi de herhangi bir kalıba sığdıramamış. Kimisi yedi rakamıyla sonlandırmış kimisi de yenilerini ekleyip on iki, on üçe kadar çıkarmıştır. Yapay anlamda ele alan da olmuş doğal olarak gören de. Zanaat olarak gören de olmuş tasarım olarak gören de. Biçim olarak ele elan da olmuş estetik olarak değerlendiren de. Sanatın bir aktivite olduğunu söyleyenler de olmuş tanrısal bir söylem olduğunu ileri sürenler de olmuş. Araç olarak kabul eden de amaç olarak gören de olmuş. Bunun kişisel uğraşlar olduğunu ve yeteneği olmayanların hayranlıklarının onu gözde büyüttüğünü ve beğeniden öteye gidemeyeceğini ileri sürenler de. Bir dönem bilimle aynı kefeye konulmuş. Bir dönem bilime fikir verip yol açmış ve fikirleri gerçeğe büründürmüş ve icatlara ön ayak olmuş. Fakat günün sonunda kendisini kuramlaştırabilmiş ve adına üretilenleri eser olarak kabul ettirebilmiş. Ve sayesindedir ki dünyaya güzellikler katarak insan için yaşamın estetiği, hayali ve umudu olmuştur. Yeryüzünde canlılar oluşmadan evvel evrenin varlığı bizzat sanatsal bir eser olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın yaratılış süreci veya insanlığın gelişim serüveni de öyle. Başlı başına bir tasarım. İnsanlığın var oluşundan sonra ise sanat nihayet kendini gösterip insan için bilinçli veya bilinçsiz ifade biçimi olabilmiş ve kendine yer açabilmiştir. İlk mağara resimlerinden tutun da insanların söylediği ezgilere hatta dualara kadar yazının icadıyla birlikle sanat, zaten hep var olma iddiasını güncelleyerek insanın hayatında tutunma savaşını kazanmıştır. İnsan yüzbinlerce belki milyonlarca yıllık varlık ve yaşam arayışını sürdürürken ister istemez sanatla tanışmıştır. İşaretler ve kelimelerle iletişim kurmayı başarabilmiş kendine yurt edinebilmiş ve karnını doyurmak için üretime geçebilmiştir. Bu süreçte duygularını ve düşüncelerini belirtmeyi, gördüklerini ve hissettiklerini söz, kelime, şekil ve boyalarla dile getirmeye de gereksinim duymuştur. İşte sanat böylece kendini açığa çıkarabilmiştir. Buraya kadar yazıklarımdan hareketle sanat ortaya çıkabilmek için tanrıya ve doğaya ihtiyaç duyduğu gibi insana da ihtiyaç duymuştur. İnsanı geliştirerek istediği olgunluğu yakalayabilmiş ve tarih sahnesine bu sayede rahatlıkla çıkabilmiş ve sözünü söylemeye başlamıştır. Gelişen, konuşan, çizen ve üreten insan sanata düşüncesiyle ve elleriyle şekiller vermiş ve onu zamana teslim etmiştir. Zaman sanatın ilacı olmuştur. Zaman yol aldıkça sanatın değeri artmıştır. İnsanla iç içe geçmiştir. Sanatın tek bir ürünü bile milyarlarca insanın aynı fikirde buluşarak ona sanatsal eser değerini biçmesini sağlamıştır. Ayrı ayrı bireylerin gözünde ve kalbinde bile düşünsel değer olarak yer alabilmeyi başarmıştır. İnsana estetik ve ritimsel bir hayat sunmuş yaşamını monotonluktan kurtarmıştır. Buradan hareketle insan artık ona muhtaç hale gelmiştir. Modern yüzyıllarımıza geldiğimizde artık sanat sayısız mecranın biçiminde, ifadesinde ve aktarımında yerini vazgeçilemeyecek bir biçimde sağlamlaştırmıştır. Bu aşamadan sonra üretilen her bir ürün, oluşturulan her bir tasarım, geliştirilen her bir icat ister istemez hayranlık uyandıracak üreteninin veya mucidinin sanatsal iddiası olmasa bile sanat orada kendini bulacaktır. İşte bu aşamadan sonra sanat, var olmak için ele aldığı insanı başka bir varlıkla değiştirecek midir ya da onu kullanıp atacak mıdır? Bu bilinmezlik sanatın başat sorunu haline gelmeye başlamış belki de hayatına girerek var ettiği insanı, bir kenara itip bu var oluşsal biçimini yok ederek yeni varlıkları kendine araç edinerek ya da en tehlikelisi onlara araç olarak kendi yokluğuna da zemin hazırlamış olacaktır. Dijitalleşmenin durdurulamaz bir şekilde gelişimi, yapay zekanın sınırlarının olmayışı ve robotlaşmanın insan emeği ve düşüncesinin yerini alması sanatın sonunu getirme sürecini başlatıp başlatmadığı ya da başka formlarda kendini ortaya çıkarmak üzere bunları da kullanma niyetinin olup olmadığını henüz kavrama niyetinde ve farkında değiliz. Doğallık ve süreçte değer görme, zamanla iş birliği yapıp beğenilerle eser niteliğini alma özelliğini modern ve yapar araçlarla sergileyebilecek midir? Komutla düşünce olmaksızın ortaya çıkmış görsel veya işitsel bir ürün sanata dahil olacak mıdır? Bu ürünün eser özelliği ne kadar zamanla sınırlı olacaktır? Üzerine yazılıp düşünce üretilecek midir? Yaratıcısı bilinecek midir? Bir benzerinin hatta tıpkısının binlerce yapılabilmesi sanata dahil olacak mıdır? Bu gidişat sanatı değersizliğe mi düşürür bilinmez. Üzerinde düşünülmesi gerekenleri bir an önce irdelemez ve yapılması gerekenleri ortaya süremezsek sanatın bilinmezliğine doğru sürükleniriz. Ortada kalana sanat diyebilecek miyiz, onu da bilemeyiz. Bu değer biçilemezliği beraberinde getirmekle birlikte insanın hayatında da var oluşsal bir kaosa da neden olacaktır. Belki düşünme eyleminden de edecektir. Üretme eylemi ve yeni fikir üretme iddiasını da insanın elinden alacaktır. Ülkenin sanatçısı, sanatın bütün dallarının temsilcileri ve icracıları bunun için bir hazırlık yapmakta mıdır? Yapıyorlarsa yeni nesillerin bundan haberi var mıdır? Bunlar eğitim ve öğretime ne kadar yansıtılabilmektedir? Bizim bir önerimiz var mıdır? Her şeyden önemlisi bunların farkında ve derdinde miyiz? Aydın Akyüz
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR