Liberallerin HDP Aşkı & Sosyalistlerin Masum Hayalleri / Alp Giray
Biliniyor, Türkiye’de aydınlar, daha doğrusu, egemen yayın organlarınca aydın olduğu bize belletilen ve pek çoğunun geçmişinde iyi kötü solculuk olan adam ve kadınlar, her dönem, kimin iktidar kimin olacağını, kime yürü denip kimin devrileceğini iyi bilirler.
Biliniyor, Türkiye’de aydınlar, daha doğrusu, egemen yayın organlarınca aydın olduğu bize belletilen ve pek çoğunun geçmişinde iyi kötü solculuk olan adam ve kadınlar, her dönem, kimin iktidar kimin olacağını, kime yürü denip kimin devrileceğini iyi bilirler.
Uzak görüşlü olduklarından değil, kendilerine bu bilgi verildiği ve buna göre konum almaları gerektiği söylendiği için. İsimlerini anmak dahi lüzumsuz, zira her şey bir yana, bunların, sadece Akp’nin 2009’a kadarki sürecindeki katkı ve etkileri bile, ne kadar pespaye olduklarına işarettir.
Şimdi ise bunlar, sanki dün hiç yaşanmamış gibi, dün hiçbir şey olmamış gibi ya da Akp bunları aslında kandırmışmış gibi bir özeleştiri bile vermeden, emekçi halkımızdan özür dilemeden, üstelik de bir mağdur rolüne bürünerek tekrar ve çoook eski günlerdeki gibi, kendilerine muhalif bir konum belirleyerek sağa sola akıl vermeye başladılar.
Hdp’nin hemen her işini, söylemini süsleyip insanlara ulaştırmaya ve ülkenin batısındaki demokrat denilebilecek kitleleri, barış, demokrasi, kardeşlik gibi, yasal Kürt siyasetinin otuz yıldır ağzında çiğneye çiğneye anlamsızlaştırdığı sözcüklerle, Hdp’ye oy vermeye iknaya çalışıyorlar.
İletişim gibi, Birikim gibi, Radikal İki gibi Türk solunun zaaflarından, küskünlük ve kırgınlıklarından nemalanan yayınların omurgasını teşkil edenler üzerinden, bunların temsil ettiği “değer”lere meyyal kitleler veya sempatizanlar, biliniyor ki bazen gizil bazen açıktan bir sol düşmanlığını içselleştirdiler. Fakat solculuk iddiasını hiçbir zaman bırakmadılar.
Kimi zaman Ödp’ye sızdılar, kimi zaman Chp’ye sardılar, kimi zaman Fethullahçı çeteye sığındılar. Sivil toplum, demokrasi, özgürlükçülük gibi sınıfsal bağlamdan çıkarıldığında hiçbir önemi kalmayan lafızlarla, kendilerine her daim yaşam alanı buldular ve büyüdüler. Evet biz bunların kaç para ettiklerini biliyoruz, evet biz bunların ciğerlerinin olmadığının farkındayız, evet biz bunların hangi Alman vakıflarından çorba içtiklerini unutmadık.
Ancak şu da acı bir gerçek ki, basın yayın alanında bir hayli etkin ve güçlüler. Hiçbir zaman iktidar olamazlar; ama her daim, her iktidarın meşrulaştırılması sürecinde, kendilerine söz hakkı verilir. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti ve 1991’den bu yana görünür olan, Türk Ordusunun anti-emperyalist karakterini tasfiye anlamına gelen Ergenekon-Balyoz komploları, bunlar üzerinden topluma gerekli imiş gibi anlatıldı, aktarıldı. Şimdi Hdp’deler ve barajları yıkma iddiasıyla yeni sığınaklarında laf ebeliğine devam ediyorlar.
Peki, aslolarak sorumuz şu: Neden şimdi ve neden Hdp? Bizce yanıtı açık ve aslında Hdp’ye soldan, sosyalist kesimlerden yapılan eleştiriler, her geçen gün bu yanıtın konuşulmasını engelliyor.
Açalım.
Pek çok samimi solcu, çeşitli gerekçelerle Hdp’yi destekliyor ve anlayabiliriz. Barajın dört parti tarafından aşılması, Akp’nin elini biraz zayıflatır, tezi bunlardan biri. Olabilir mi? Pekâlâ olabilir, hatta olur. (Akp ile Hdp anlaştı ve danışıklı dövüş ediyorlar, iddiası hem doğru hem yanlıştır. Çünkü, Kürt hareketi, Kürt sorunu dışında Akp ile hiçbir şekilde yan yana gelemez.) Üç kez üst üste tek başına iktidar olan bir parti, bu kez tek başına 276 vekili bulamazsa, çarşı karışır. Diğer üç partiden hangisi ile ittifak ederse etsin, şu anki toplumsal baskısını sürdüremez. Ama burada şöyle bir çelişki var: Akp’nin zayıflatılması, geriletilmesi ve yıkılması mücadelesinde, eğer Hdp’yi destekliyor iseler, sosyalistler kimlerle aynı hatta bulunmuş olacaklar?
Benim yanıtım, Pkk ile, gibi bir klişe değil; doğrudan “küresel kapitalist sistem ile”dir.
Ben bu tezi, ilk olarak Gezi sonrası gördüğüm gelişmeler ve devamında, 17-25 Aralık operasyonlarında ortaya attım. Akp’nin, okyanus ötesinde kaleminin kırıldığı açıktır. Buradan, Akp, anti-emperyalist çizgide siyaset yapıyor, iddiasında bulunduğum sanılmasın; köklerine dönen, yani Batı ve kaba modernite karşıtlığı üzerinden, geleneksel İslamcı-Doğucu bir karaktere bürünen ve Abd ve Ab’nin, henüz yeni sayılabilecek bir geçmişte dost olduğu ve iktidara taşıdığı Rte ve ekibinden epeycedir hoşnutsuz olduğu da lütfen kabul edilsin. Bunu kabul etmek, anlıyorum, klasik sol bakış açısı ile zordur.
Akp ve Cemaat’in yaşadığı çatışma, özünde, bu söylediğimin önemli bir ayağı idi. Fakat asıl huzursuzluğun başlangıcı ve kaynağı Kürt açılımı, denen süreçtir. Yani biz o zamanlar çok farkında değildik; ama Oslo görüşmeleridir. Zaten Cemaat’in o görüşmeleri sızdırması da bunun işaretidir. Tabii o dönem, Akp ve Cemaat’in Ergenekon-Balyoz davaları üzerinden pekişen kardeşlikleri, bir kavgayı önledi, önlemiş. Ancak, kaçınılmaz son, sürecin ilerlemesi ile, nihayet bir buçuk sene önce yaşandı.
Kabul edilsin ya da edilmesin, Akp, bir proje üretti ve gerçekleştirmek için çaba sarf etti. Abd’nin himayesinde başlayan ve Kürt-Arap coğrafyasında her işe burnunu sokmakta olan Abd’siz bir statüko yaratma ve neticede Bop’un daha rahat uygulanabilmesi için bir toprak, yer, ülke, bölge yaratma çalışmaları, yani bilinen kavramsallaştırmasıyla "Kürt açılımı"... Özellikle 2011 seçim zaferinden sonra, Akp’nin yeniden değerlendirme ve çabaları ile, başka bir mahiyete büründü. (Bugünün başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun piyasa sürüldüğü ve en etkin mevkilere getirildiği tarihlere bakılsın!)
Özellikle Abd Başkanı Obama’nın yeni Ortadoğu siyasetindeki “zaaf”larından güç ve cesaret alan ve Irak işgalinin suç ortaklarından olan Barzani ve Tayyip Erdoğan, zengin petrol kaynakları, yoğun genç nüfusu, büyük tarım ve kırsal arazileri ile bölgede (Bkz: Kürdistan haritası) ekonomik ve siyasal bir hegemonya, “merkez” (Kemal Kılıçdaroğlu’na selam olsun!) teşkil etme uğraşına başladılar.
Irak yönetimi ve Suriye’nin, adı geçen her iki liderce düşman bellenmesi de bunun tezahürüdür. Ama asıl iş Pkk iledir. Çünkü, kırk yıla yakın geçmişi, otuz yıldan fazla silahlı mücadele tarihi olan bir örgütün, üstelik de Abd’yle arası iyi olan bir teşkilatın, ortadan kaldırılması, tasfiye edilmesi, olmuyorsa da ehlileştirilmesi lazım gelmektedir.
İşte Kürt açılımı budur, bu kadardır.
Ayrıntıya girmeye gerek yok. Pkk’ye silah bıraktırılacak, karşılığında TC Anayasasında bazı değişiklikler yapılıp Türkiye Kürtlerinin kalbi kazanılacak, bu “barış ve huzur, çatışmasızlık ortamı”nda da, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusu, bir petrol ihraç yolu ve cennetine çevrilecek, buradan elde edilen sıcak para ile iktidar sürdürülecektir.
Bu senaryoda hesap edilemeyen ise, her ne kadar başkan Obama ise de, Abd’de dış politikanın Pentagon’u da yöneten Siyonist Yahudiler, evangelistler, neo-conlar gibi derin veya aleni kesimlerin refleksleri ile belirlendiğidir.
Önce İsrail’in Mavi Marmara saldırısı, sonra Işid denilen katil sürüsünün kontrolsüzce Irak ve Suriye’de sahneye çıkarılışı işin kanlı tarafını oluşturuyor. Gezi ile başlayan halk isyanını alıp başka bir yere taşınması ve Cemaatçi denilen piyonların 17-25 Aralık’ta Akp’ye saldırtılması da konunun politik yönünü teşkil ediyor.
Abd, Akp ve Akp’nin bölgedeki ortaklarına bunlar üzerinden ayar verdi. (Tabii ki Akp’liler çalmış çırpmıştır, tabii ki Gezi’deki gençler onurumuzdur, tabii ki Filistin’e yardım götürüyoruz, diyenler açık provokasyona imza atmıştır; bunları tartışmak bile anlamsız. Ama biz olayların görünmeyen kısmına odaklandık.)
Bunlara ilişkin, özel olaraksa 17-25 Aralık operasyonlarına ilişkin yazdığım bir yazıda Abd, eğer yerel seçimlerde, yani 30 Mart’ta, Akp güç kaybederse, yüklenir ve bu partiyi yıkar, Akp seçimleri kazanırsa, oturur ve Akp’yle tekrar pazarlık yapar, demiştim. Akp seçimi kazandı, sonra Cumhurbaşkanlığını da kazandı. Ve kim ne derse desin, şu an gücünden çok da bir şey kaybetmeden yeni bir seçime gidiyor. Artık kimse, en az yüzde otuz beş kırklık kemik kitlesi olan bir partiye, böyle acemi bir yolsuzluk operasyonu ile saldıramaz. Ne ile ve nasıl saldırır peki? Siyaseten gücünü paylaşmak zorunda kalacağı, paylaşmazsa da kaotik bir geleceğe mahkûm olmasına yol açacak bir parti, örgüt, toplumsal kesimle elbette. Özetle Hdp ile.
Hdp, yüzde on alıp Meclis’e girse bile, Akp’yi nasıl geriletecek, üstelik Akp’yle hükümet ortağı bile olabilir, diye soranlar olacaktır. Mümkündür.
Ancak, olaya bu kadar basit bakılmamalı. Hdp, her anlamda bir projedir.
1- Türkiye sosyalistlerin siyasi arenadan çekilmelerine vesile olmuştur. Sol siyaset, bile isteye üstelik, Pkk’ye iltica ederek, kendi kendini tasfiye etmek üzeredir.
2- Mecburiyetten de olsa Chp’ye oy veren bir kitle, şu an kendisine yeni bir adres bulmuştur ve bunların gidişi az da olsa Chp’yi etkileyecektir.
3- Başta bahsettiğim kişiliksiz liberal aydın müsveddeleri, kendilerini, bu parti üzerinden tekrar aklayıp olmayan onurlarını kazanmayı, eğer ki Hdp barajı geçerse, başaracaklardır.
4- Hdp Meclis’te Mhp’ye yakın bir vekil sayısı ile bulunursa, derin devletin epeydir ihtiyaç duymadığı faşistler tekrar sokağa bırakılacak, bir iç savaş durumu bile gündeme gelecektir.
5- Akp, barajı geçmiş bir Hdp’ye rol kaptırmamak, taviz vermemek için Kürt açılımını mecburen askıya alacak, kitlesini kaybetmemek için iyice gericileşip saldırganlaşacak, bunun sonucunda Pkk bu kez daha güçlü biçimde silahlı mücadeleye dönecektir. Bütün bu olasılık veya tezlerde, kaybeden Türkiye, kazanan Abd ve küresel emperyalizm olacaktır.
İsim vermemek istiyordum ama not düşülsün; bu ülkede Cengiz Çandar nerdeyse, Nazlı Ilıcak kimi destekliyorsa, Mehmet Altan kimi övüyorsa Abd oradadır! Bunlar Hdp’ye oy verip Akp’ye sövüyorlarsa, Abd Akp’nin ipini çekmek niyetinde olduğu içindir. Bunlara önceden haber verilmiş, duruma göre mevzi alın, denmiştir. İşte bu yüzden Hdp’ye şu an, anlamsızca bir aşk duymaktalar.
Son olarak ekleyelim; benim asıl üzüntüm ise, bu siyaset çakalları ile aynı yerde bulunmak zorunda olan Türk ve Kürt sosyalistlerinin halinedir. Gönül rahatlığı ile oy vereceğimiz güçlü sol partilerin yokluğu, geniş kesimlerin temsilcisi konumunda olan devrimci kitle örgütlerinin bulunmayışından kaynaklı bize, bir kez daha, ülkenin kaderinin belirleneceği bir seçimde, eli kolu bağlı, televizyonun başında sabaha kadar küfretmekten başka bir seçenek kalmamasınadır.
Alp Giray
(Gerçekedebiyat.com)
YORUMLAR