Kölelik / Prof. Dr. Baykan Sezer
Aydınlarımızdan ve gençlerimizden Batıcı kültür ortamımız tarafından gizlenmiş oysa"Batı" karşısında kim olduğumuz konusunda önemli saptamalar yapmış adeta 'Saklı' Türk düşün adamlarımızdan Prof. Dr. Baykan Sezer'in Batı'nın kökenleri üzerine önemli bir makalesini yayınlıyoruz.
Kölelik sorununun çeşitli güçlüklerine ve konuyla ilgili ileri sürülmüş çeşitli görüşlere kısaca değinmeye çalıştık. Artık konumuzu bütünlüğü içinde ele alıp tartışabiliriz. Ve bu tartışmalar sonunda bütün kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin tarım kesimiyle yakın ilişkisi varsayımına uygun olarak ne ölçüde Batı köleliği ile Batı tarımı arasında bir ilgi olduğunu görmeye çalışacağız. Kölelik konusunda başlıca sorun köleliğin sınıfsız toplumlardan sınıflı toplumlara geçişi ifade etmesidir. Kölelikle ilgili insanlığın göbek bağını kesişinden söz edilmektedir. Yunan uygarlığının inceliklerinden dem vurulmaktadır. Kısacası kölelik büyük bir sıçramadır. Ve bu sıçrama yalnızca Yunan tarihi çerçevesi içerisinde Batı tekelinde tutulmak istenilince gerçekleşmesi için gerekli gücü hangi toplumsal ve tarihi olay ve gelişmelerde bulduğu açıklama gerektirmektedir. Yunanlılık, tarihte kimliğini kölelik düzeni içinde geliştirmiştir. Bugün Yunan uygarlığı olarak övgüsü yapılan, köleci düzenden başka bir şey değildir. Batı ise kendisini Yunan uygarlığı ile başlatmaktadır. Kısacası Batı’nın temeli ve başlangıcı kölelikten başka bir şey değildir. Bu olay, Batı tarihini ve Batı’nın olaylara yaklaşımını günümüze kadar kayıtlamıştır.
Yunanlılık, Batı uygarlığının kaynağını oluşturmaktadır. Bu, tartışmasız benimsenen bir gerçektir. Yunanlılığın tarih önünde ortaya çıkışı ise Doğu ile olan farklılaşması sonucudur. Bilindiği gibi Doğu, su boyu ovalarındaki yerleşik tarım merkezleri ile tarihte uygarlığın beşiği olmuştur. Yunan’ın farklılaşması ile ancak yeryüzü uygarlıklarında Doğu-Batı ayırımı görülecektir. Doğu uygarlıklarından bu farklılaşma ve dolayısıyla kendisine kimliğini kazandıran olay, yalnızca Yunan uygarlığına, Yunan düzenine temel oluşturan olay olabilir. Bu da kölelikten başka bir şey değildir (Buradan bir başka sonuç daha çıkarabiliriz. Kölelik, Doğu ile Batı’nın farklılaşmasına yol açtığına göre Doğu’da görülmemiştir. Bu görüşü bütün dünya uygarlık tarihini kendi ekseni çevresinde açıklamak çabasında olan Batı benimsemeyecektir ama en azından Doğu’da köleliğin farklı olduğunu kabul etmek zorunda kalacak ve "genelleştirilmiş kölelik" diye yeni bir kavram geliştirmek zorunluluğunu duyacaktır. Batı Yunanlılıkla yalnızca Doğu önünde kimliğini kazanmakla kalmamış, bu kimliğine dayalı toplum örgütlenmesine de gitmiştir. Batı'da toplum kuramlarını (çoğu varlıklarım günümüze kadar sürdürmektedir) ilk kez tarih sahnesinde Yunanlılıkta görmekteyiz. Batı'da ilk toplum sınıfları ve Devlet örgütü Yunanlılıkta ortaya çıkmaktadır. Bu toplum kuramlarına Batı'da niteliklerini kazandıran yine kölelik olmuştur. Bu söz konusu başlangıç özellikleri, Batı'da Yunan mirasının sürekliliğine bağlı olarak etkisini günümüze kadar sürdürmüştür. Bazı tereddütlere yol açtığı ve Doğu'da da kölelik vardı iddialarına izin verdiği için bir konuyu burada yeniden belirteceğiz. Daha önce de kölelik düzeninden söz edebilmemiz için kölelerin varlıklarının bile yeterli olamayacağına değinmiştik. Kölelik düzeninde köleliğin kişisel ilişkiler düzeyinden çıkıp toplumsal bir biçim kazanması, başka deyişle pazara yansıması gereklidir. Bu koşulun yerine gelebilmesi ve bir toplumda köleci düzenden söz edebilmemiz için ise, o toplumda kölelerin toplum yaşantısında ve üretimde yer almaları ya da başka deyişle toplumsal sınıfa dönüşmeleri gerekmektedir. Köleliği önce kişiler arası ilişkilerde, efendi-köle özel ilişkilerinde tanımlamak girişimleri bulunacaktır. Fakat bu yönde yapılan girişimler, bizlere köleyi tanımlayabilse bile köleliği tanımlamakta yetersiz kalmaktadır. Batı köleliği açıklamak için zorunlu olarak bireysel nedenlere başvurmaktadır. Kölelik öncesi sınıflar bulunmadığı ve dolayısıyla sınıf çatışması olmadığı için, bu topluluklarda kölelik kurumunun söz konusu toplulukların iç çelişki ve gelişmelerinin sonucu ortaya çıktığı görüşünü öne sürmek imkânsızdır. Bu durumda da sömürünün kaynağını toplumda, toplum ilişkilerinde değil, insanın kendisinde aramak zorunluğu ile karşılaşmaktayız. Ve her zaman insanlar var olacağına göre, ileride gerçekleşebilecek çelişkisiz toplumlardan, Marx'ın övgüsünü ve savunuculuğunu yaptığı toplum düzeninden günün birinde yeni bir çeşit köleliğe, ileri(!) köleliğe geçilemeyeceğini kimse bize kanıtlayamayacaktır.
Sınıfsız toplumlarda sınıf ilişkilerinden söz edilemeyeceği için Marx, bu güçlükler önünde topluluklar arası ilişkileri köleliğin kaynağı olarak ileri sürmektedir. Bu doğrudur ama Marx’ın anladığı anlamda değil. Batı'da kölelik düzeninin kaynağı, feodalizm ve kapitalizmde olduğu gibi Doğu-Batı ilişkileri ve çatışmasıdır. Aksi durumda rastgele her hangi iki toplumun (başka deyişle aralarında göçebe-yerleşik ya da Doğu-Batı çelişki ve uyuşmazlıkların bulunmadığı iki topluluğun) çatışma ve ilişkileri köleliğe kaynak olamaz. Ayrıca unutulmaması gerekli bir başka konu da, ileride alacağı biçimiyle Doğu-Batı çatışması köleliğin değil köleci uygarlığın, Batı'nın kaynağım oluşturmuştur. Batı, bütün açıklamaları kendisinde bulabilmek ve uygarlığın gelişmesinde her aşamada merkez olduğu kanısını güçlendirmek kaynağı olarak savaşı göstermeyi, bir gelenek yapmıştır. Böylece köleliği, Batı uygarlığına temelini ileri bir aşama olarak saymak imkânı da doğmaktadır. Savaş tutsakları daha önceleri öldürülürken, kölelikle bu tutsaklara en azından yaşamları bağışlanmaktadır. Fakat köleliğin kaynağı olarak savaşların gösterilmesi, konunun anlaşılmasında ilerlememize pek izin vermemektedir. Bu kez de toplulukların aralarında her hangi bir çelişki olmadan niçin magnum anlaşılmamaktadır. Yine zorunlu olarak insan doğasına bağlı açıklamalar getirilmek istenecektir. Savaş konusunda önemli olan, ilkel toplulukların hangi nedenlerle aralarında savaştıklarının açıklanmasıdır. Batı toplumları sonraları aralarında köle edinebilmek için savaşmış olabilirler. Fakat bu savaşlar da, köleliğin değil köleci toplumlara köle kaynağı olmuşlardır. Bildiğimiz gibi kölelikle söz konusu olan Batı'da ilk sınıflı toplumlara geçiştir.
Kısacası kölelikle Batı'da barbarlıktan uygarlığı geçilmiştir. Doğu-Batı ilişkisini konu dışı bırakırsak bu durumda da köleliğe kaynak olarak Batı'da ilişkileri söz konusu edilebilecek topluluklar barbar topluluklardır. Barbar topluluklarda emeğin önemi ve değeri ne olabilir ki, topluluklar bunu dışarıdan elde edebilmek için aralarında savaşmışlar ve savaşın sonucu önceden bilinmediğine göre dışarıdan emek sağlayamamaktansa köle düşmeyi yeğlesinler? Aynca söz konusu topluluklarda emek böylesine değerli ise bu emeğin savaş alanlarında kırılmasına nasıl razı olunmaktadır? Ve yine eğer bu topluluklarda emek ve savaşçılık birbirinden ayrılmış ve bu nedenle savaş alanına sürülen üretici emek değilse o zaman bu topluluklar zaten farklılaşmış topluluklardır. O dönemde de Batı'da farklılaşmış topluluklar, ancak köleci topluluklar olabilir. Böylece bu topluluklar arasındaki ilişkiler köleliğin kaynağı olmaktan çıkar ve bu kaynağı başka yerde aramamız gerekir. Daha önce de değindiğimiz gibi Marx’ın bu eleştirdiğimiz görüşü, köleliği ilericilik olarak göstermeye yaramaktadır. İnsan, doğası gereği savaşmaktadır. Savaş sonrası insan kırımını önleyen kölelik ileri bir adım sayılacak ve Yunanlılık-kölelikle başlayan Batı gelişme çizgisi ileriye yönelik bir gelişme çizgisi olacaktır (Engels, Anti-Dühring).
Tartışmalarımız sırasında Yunan tarihinin başlangıçta ardı arkası kesilmeyen işgallere tanık olduğunu belirtmiş ve Yunan’da toprak mülkiyeti konusunun bu sürekli işgaller içinde ele alınması gerektiğine değinmiştik. Bu olay, Avrupa gezginci tarımının genel niteliklerine uygundur. Avrupa’da toprak, ilkel tarım tekniği ile tüketilmekte ve tarıma açılacak yeni topraklar bulabilmenin kolaylığı nedeniyle terk edilmektedir. Doğu tarım konusunda bazı sorunlarla karşılaşır ve bu sorunları ancak büyük bir sıçrama sonucu, Asya tipi üretim biçimi ile çözümleyebilirken Batı, gezginci tarımı uzun süre sürdürebilmiştir. Batı bu imkânı kendi bünyesinde gerçekleştirebildiği iki koşul aracılığı ile bulabilmektedir ancak. Bu koşullar, Avrupa topraklarının genel çizgide eş değerde ve beslemek durumunda olduğu nüfusa oranla yeterli olmasıdır. Başlangıçta karşılaştığı bu kolaylık nedeniyle Batı, tarım alanında sonunda tam bir açmaza düşmüştür. Ekilebilir toprak alanlarını ancak bir sınıra kadar genişletebilmek mümkünken nüfus böyle bir sınır tanımadan çoğalabilmektedir. Gezginci tarım düzeyinin üzerine de çıkamadığı için Batı’nın önünde ekilebilir topraklarla nüfus arasında bozulan bu dengeyi yeniden kurabilmek için tek yol kalıyordu. Kendi kendisini yıkıp işe yeniden başlamak (XIX. yüzyılda sorunlarla karşılaştığı zaman Batı, Malthus ile yine daha değişik bir şey öneremeyecektir)... Batı’da barbar topluluklar arasındaki savaşlar bu koşullar sonucu ortaya çıkmıştır. Ekilebilir toprakla beslenecek nüfus arasında bozulan dengeyi nüfusun bir bölüğünü kırarak yeniden kurmaya yöneliktir. Bu nedenle savaş tutsakları öldürülmektedir. Bu savaşlar, kendi içlerinde de nüfus kırımından başka her hangi bir çözüm taşımamışlardır. Eğer savaş tutsaklarının yaşamları bağışlanıp köle olarak çalıştırılmaya ve böylece sınırlı ölçüde de olsa beslenme kaynaklarını paylaşmalarına izin verilmeye başlandı ise bunun açıklamasını Batı barbar toplulukların aralarındaki savaşların dışında aramamız gerekmektedir.
Batı tarihinin bu döneminde, barbarlık yıllarında hiç bir üretim uğraşında ortaklaşa bir çabayı, örgütlenmeyi gerçekleştirememiştir. Yine kölelik insanlığın göbek bağını kesiş, başka deyişle özel mülkiyete geçişin tarihte tek örneği olarak gösterilmektedir. Aynen Yunan uygarlığı, ilk bireyci görüşlerin gün ışığına çıkmasına izin vermiştir. Bütün bunlara ve köleliğin efendi-köle arasında kişisel ilişkiler içinde açıklanmak istenmesine karşılık köle sahipleri birlik halinde ve toplu olarak Devlet aracılığıyla kölelerin karşısında yer alacaklar ve ilişkilerini düzenleyeceklerdir. Başka türlü söylediğimizde köle Batı’da kişisel meta, özel kişilerin malı olsa bile kölelik ilişkisi Batı’nın Yunanlılıkla köleci bir toplum olarak örgütlenmesi ile ancak mümkün olmuştur. Kölelik ancak belli bir toplum biçimi içinde mümkün olmaktadır. Bu olay, önce köleliğin sürdürülebilmesi için gerekli baskı araçlarının sağlanmasına yönelik olarak yorumlanmıştır. Ancak kanımıza olay yalnızca bununla sınırlı kalmamaktadır. Batı'da Devlet kurumu ilk kez bu koşullar altında ve Yunanlılıkta karşımıza çıkmaktadır. ('Devlet’in sınıf Devleti olduğu, toplumda sınıf baskı aracı görevini yerine getirdiği görüşü de buradan kaynaklanmaktadır. Burada şimdilik belirteceğimiz, önce olayın Batı ile sınırlı olduğu ve söz konusu kuramın da bütün kuramlar gibi kendi doğuş koşulları içinde ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğidir. Batı’da Devlet kurumunun, Batı toplumlarının iç çelişkilerinin bir ürünü olup olmadığı tartışmasını da şimdilik bir yana bırakıyoruz). Batı’da Devlet kurumunun ortaya çıkışıyla birlikte Batı’nın kendi dışında toplumlarla ve başta elbet Doğu uygarlıklarıyla ilişkilere girdiğine tanık olmaktayız. Batı'da Devlet bu andan itibaren bu ilişkilerin düzenleyicisi ve yöneticisi durumundadır. Bu nedenle Batı köleci Devleti aynı zamanda emperyalist bir Devlettir. Roma İmparatorluğu dönemini ele aldığımız zaman bu olay, daha da açık görülmektedir. Batılı yazarlarca da Roma İmparatorluğu'nda kölelik düzeninin dış nedenlerin (Dünya İmparatorluğu) bir sonucu ve ürünü olduğu belirtilmektedir. Doğrudur. Ancak burada bir düzeltme yapmamız gerekmektedir. Kölelik düzenini başlatan olayın Batı'nın iç sorunları ve çelişkileri olmadığı doğrudur. Fakat Roma emperyalizminden önce ve Yunanlılık döneminde de kölelik düzeni söz konusudur. Bu nedenle Roma emperyalizminden söz etmek yerine temel olayı, Doğu soygununu belirtmekte yarar vardır.
Roma emperyalizmi temel olay değildir. Batı’da Doğu soygununun aldığı bir biçimdir. Ayrıca emperyalizmden söz etmek, çağdaş kuramların etkisiyle (özellikle Lenin’den sonra) bazı yanlış anlamalara yol açabilecektir. Çağdaş emperyalizmin kapitalizmin kendi güç ve çelişkilerinden (isterseniz özündeki kötülüğünden diyelim buna) kaynaklandığı izlenimi bugün yaygın bulunduğu için Roma emperyalizminin de kendi iç çelişkilerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Oysa Roma emperyalizminin temeli (günümüz emperyalizminde olduğu gibi) iç değil dış kaynaklıdır. Doğu-Batı çatışmasıdır. Batı’da kölelik düzeninin kişisel ilişkilerin ötesinde ancak özel bir toplum örgütlenmesi içinde söz konusu olabileceğini belirttik. Bunun sonucu kölelik kurumunu yalnızca özel ve hukuki bir durum olarak değil toplum ilişkileri içinde de ele almamız, üretim içindeki yerini de belirlememiz gerekmektedir. Kısacası "sınıf olarak köle" konusunu da tartışmamız gerekmektedir. Sınıf olarak köle konusuna eğildiğimiz zaman yine bazı sorunlarla karşılaşmaktayız. Önce sınıf olarak ele aldığımız zaman Batı toplumlarında köleyi sınıf bilinci ve sınıf çatışması içinde belirleyebilmemiz gerekmektedir. Bu da sanıldığınca kolay olmamaktadır. Köleci toplumlarda bir sınıf çatışması söz konusu edilse bile bu sınıf çatışması içinde köleler, bünyelerinde hiç bir yeni toplum örgütlenmesi, yeni düzen taşımamaktadır, Kısacası kölelikte karşımıza çıkan görüntü söz gelişi kapitalist düzendeki sınıf çatışmalarından büyük farklılıklar göstermektedir. Antik uygarlıkta köle sınıfı emekçi sınıf sayıldığı ve varlığı ancak böylece açıklandığı halde toplumun değer yaratan sınıfı olmasına karşılık toplumun sorun ve açmazlarına çözümü bünyesinde taşımamaktadır. Bu, mutlaka açıklanması gerekli bir durumdur. Eğer sınıf çatışması söz konusu ise köleler neyin çekişmesini yapmaktadırlar ve sınıf bilinci olarak neyin bilincindedirler? Bu durumda antik uygarlıklarda kölelerin siyasi olarak egemenliği ele geçirdikleri bir an düşünülse bile köleler, sınıf olarak ne üretim ilişkilerine dokunabileceklerdi ve ne de mülkiyet biçimini değiştirebileceklerdi. Gerçekten de köle ayaklanmalarında kölelerin yalnızca asilzadeleri öldürmek peşinde koşmaları, onların köleci sömürüyü ortadan kaldırabilmenin yolunu bilmediklerini gösterir. Sömürücüyü fizik olarak ortadan kaldırınca, sömürü de olmayacak sanılıyordu (Aynen proletaryayı ortadan kaldırarak ya da belli ölçülerde kapitalist işletmelere ortak ederek kapitalizmin çelişkilerini çözmeye çalışan günümüz düşünürleri gibi boş bir çabanın içindeydiler). Batı kölelik düzenini açıklama girişimlerinde ayrıca çok önemli bir olayı daha mutlaka akılda tutmamız gerekmektedir. İnsana ne denli ters gelirse gelsin ve ne denli sınırlı olursa olsun Batı tarihinde "istekli, gönüllü kölelik"e rastlanılmaktadır. Köle olarak düzene katılmakla bu gönüllüler bazı insanlara boyun eğerlerken, bazı başka imanları göre de bir takım haklar kazanmaktaydılar. Başka türlü de gönüllü köleliği anlamamıza imkân yoktur. Ve bu olay, konumuzun anlaşılması açısından çok önemlidir. Kölelik aşamasını Batı toplumlumun yalnız başlarına sürdürdükleri gelişme çizgilerinin bir aşaması olarak, başka deyişle köleliği Batı sınırları içinde açıklamak istersek, o dönemin koşulları da göz önünde tutulursa Batı’nın kendi zenginlik kaynağım ancak tarım olabileceğini göreceğiz. Oysa Yunan’da tarım alanında köle emeğinin katkısı sınırlıdır. Batı’da tarım alanında yaygın olan köle, köle-çobandan (Bk. «L’Odyssee»). Geniş çiftliklerde büyük dolaşım ve hareket özgürlüğüne sahiptirler. Ve çoğu kez de kendi hallerine bırakılmışlardır. Özellikle Roma dönemlerinde büyük köleci çiftlikler görülmüştür (Latifundium). Ancak bu çiftliklerde de köleler çoğunlukla başıboş bırakılmışlar ve daha çok çobanlıkla uğraşmışlardır. Bu çiftliklerde yoğun bir üretim ya da etkin bir denetim söz konusu değildir. Büyük köleci tarım söz konusu olmamış değildir. Fakat bu durumda da söz konusu olan ticari tarım, endüstri tarımıdır. Beslenme tarımı değil. Batı tarım koşulları içinde ayrıca başka bir durum da düşünülemezdi. Batı topraklarının besleme sınırına artık varılmış bulunuyordu. Toplumda üyelik yetkisini elinde tutan insanlar bütün emekleriyle çabalarken beslenme sorununu çözememişler, dışalıma bağlanmışlardır. Aynı tarımın bir de ek olarak geniş bir köle kitlesini beslemesi, üretim tekniklerinde büyük bir sıçrama da söz konusu olmadığına göre, düşünülemezdi (Kitle köleliği, Roma'nın boyunduruğu altına aldığı Doğu ülkelerinde görülür ancak. Bu kez tarımda geçerlidir. Artı-ürün veren Asya tipi üretim biçimi uygarlık merkezleri Batı boyunduruğu altına alınmıştır. Bütün bir ülke, bütün üreticiler köle gibi çalıştırılmaktadır. Fakat söz konusu ülkeler Doğu ülkeleridir. Asya tipi üretim biçimi merkezleridir. Söz konusu olan köle emeğine dayalı bir üretim düzeni degildir. Kurulu bir düzenin, Asya tipi üretim biçiminin olduğu gibi köleleştirilmesidir. Marx da Doğu düzenini Batı tarihi içinde ve Batı egemenliği altında ele almıştır. "Genelleştirilmiş kölelik"ten söz etmesinin nedeni ve anlamı budur). Aynı tarımın verimliliğinin kölelik ilişkileri içinde, köle emeğinden yararlanılarak arttırıldığı da düşünülemez. Sık sık belirtilir. Köle emeği verimi en düşük emektir. Etkin bir denetim gerektirir. Oysa söylediğimiz gibi kır kesiminde denetim oldukça gevşek olduğu gibi eski çağlarda Batı tarımında verimliliğin artması ile ilgili her hangi bir bilgiye de rastlayamıyoruz. Bütün Eski Çağ boyunca Batı tarımı kendi kendisine yetersiz olmuş ve beslenme Roma dünya egemenliğinin sonuna kadar dış kaynaklı kalmıştır. "Proletarius", Roma’da ancak çocuk yapabilmek (Batı için çok önemlidir bu konu) ya da yéni yurttaş yetiştirebilmek yetkisine sahip sitenin en yoksul ve düşkün sınıfıdır. Ancak görüldüğü gibi toplum-dışı değildir. Köleden çok önemli farklılaşmalar göstermektedir. Ve Roma’da yurttaş olmanın, yurttaş yetiştirmenin karşılığı en büyük toprak sahibinden en düşkün proletere kadar eyaletlerden haraç olarak gelen tahıldan bedelsiz beslenmektir. (Bu olay bizlere hem beslenmenin iç üretime dayanmadığını ve hem de Roma’da sınıf farklarının temelinde Batı tarım üretiminin bulunmadığını göstermektedir). Köle, bünyesinde her hangi bir çözüm taşımamakta ve sınıf çatışmalarında yine her hangi bir etkinlik gösterememektedir. Köle emeği tarımda, beslenme tarımında değerlendirilmiş olsa idi bu etkinliği kazanabilirdi. En azından emeğinin ürününü değerlendirip bağımsızlığını elde edebilirdi.
Kölelik ilişkisi, eski çağlarda Batı'da temel ilişkileri oluşturmaktadır. Temel ilişkiler olması gereği topluma asıl niteliklerini kazandıran asıl zenginliğini sağlayan kesimde egemen ilişkileri oluşturmaktadır. Başka türlü söylersek temel kesimde egemen ilişkilerde rol almalarına karşılık sınıf olarak köleler toplum kaderinde etkili değillerdir. Ve kölelerin yapacakları hiç bir baskı sonuç vermeyecektir. Batı, temel sorunlarını kendi bünyesinde ve kendi sınırları içinde çözememiştir. Sorunlarına karşılıkları Doğu ile olan ilişkilerinde bulmuştur. Bu alanda ise kölelerin sınıf olarak etkinlikleri söz konusu değildir. Bu nedenle köleler Batı toplumlarının gelişmelerinde, kaderinde her hangi bir rol oynayamamıştır. Tarım kesiminde de köle ile karşılaşacağız ama bu ticari tarımdır. Köle emeğinin ürünü Batı sınırları içinde değil Doğu-Batı ilişkilerinde değerlendirilmektedir. Kısaca özetlemek istersek kölelik kurumu Batı çerçevesi içinde oluşmaktadır. Köle emeğinin değerlendirilmesi ise kölenin etki sının, Batı sırım dışında Doğu-Batı ilişkilerinde gerçekleşmektedir. Bu nedenle de Doğu-Batı ilişkileri Batı'nın temelini oluşturduğu için kölelik topluma niteliklerini kazandıran temel ilişkiler olduğu halde toplum üzerinde kölelerin hiç bir etkinliği bulunmayacaktır. Kölelik, Batı toplumları üzerinde etkili olmadığı gibi açıklamasını da yalnızca Batı toplumları sınırları içinde bulamayacaktır. Batı köleliğinin temelinde de, Batı’da tanık olduğumuz bütün aşamalarda olduğu gibi, Doğu-Batı ilişkileri bulunmaktadır. -Köle emeği, Doğu-Batı ilişkilerinde değerlendirilmektedir. Kendi görüş alanının dışında kaldığı için emeğinden yararlanmasını, değerlendirmesini bilmeyen köle emeğine sahip çıkamayacak ve durumunu kabul etmek zorunda kalacaktır. -Bu nedenle de kölelik, Doğu-Batı ilişkilerine temel oluşturan alanlarda görülecektir. Kölelik, öncelikle Doğu’ya ham madde sağlamaya yönelmiş madencilikte görülmektedir. Yine ticari tarımda, dış satıma yönelik üretim yapan zanaat alanlarında köle emeğiyle karşılaşılmaktadır. -Batı uygarlığı Doğu soygununa, Doğu-Batı ilişkilerine dayanmaktadır. Bu nedenle de kölelik, Batı içi örgütlenmede etkisinin sınırlı olmasına karşılık toplumun temel ilişkisi sayılmaktadır. -Köle emeğinin bütün verimsizliğine karşılık Doğu-Batı ilişkilerinde büyük önem taşıması sonucu ancak Batı bünyesinde çok sayıda, köle besleyebilmek imkânını bulmuştur. -Batı tarih başlangıcında karşılaştığı sorunlara kendi sınır ve imkânları içinde hiç bir biçimde çözüm bulamamaktadır. Tam bir açmaza mahkumdur. -Bu nedenle Batılı bir kişiye Doğu-Batı ilişkisine katılmasına (Batı için tek çıkar yoldur bu) izin vermek o kişinin ölümünü geri bırakmakla eş anlama gelmektedir. Ve yine aynı nedenle söz konusu kişi kölelik durumunu benimsemektedir. -Ve yine aynı nedenlerle Doğu-Batı ilişkilerini Batı’da düzenleyenler kendilerine toplum içinde asilzade ve köle sahipleri olarak ayrıcalıklı bir yer ayırabilmişlerdir. Doğu-Batı ilişkilerini düzenlemekle Batı kimliğinin sözcüleri ve Batı uygarlığının öncüleri olmuşlardır. -Batı açmazları için tek çözüm yolu olduğu için Doğu-Batı ilişkilerinde yer alabilmek için Batı'da gönüllü kölelikle karşılaşılmaktadır. Yineleyelim. Kölelik konusunda karşılaşılabilecek sorunlar, ancak Doğu-Batı ilişkileri içinde doyurucu bir açıklama bulabileceklerdir. Prof. Dr. Baykan Sezer
(Doğu Batı İlişkileri Açısından Batı Tarımı, Doğu Kitabevi Y. s. 50-60)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR