Kafam Yanıyor / Gülümser Heper
Bu sabah başımdan bir olay geçti, tam şeytan işi derler ya öyle, niye geçti, neden geçti düşündüm hayli, ama sonunda anladım, şeytan ateş donunda gezermiş, ateşini de gözümüze gözümüze sokarmış ki değil bildiğimiz gerçeğini, alaya aldığımız varlığını görüp hakkını teslim edelim.
Sabahın ilk randevusu, daha kargalar bokunu yemeden tam iki yıldır takip ettiğim bir kadın hastam kontrole geldi.
Eee ne var bunda diyeceksiniz! Doktorsun elbet, hasta gelir de gider de, biri gelir, biri gider, her biri ayrı hikâyedir, birleştirirsen roman olur, fakat düşündüğünüz gibi değil, bu kadın başka. Gelip öyle hemen gitmedi, gitmesine gitti ama gerisinde koca bir ateş bıraktı, sönmeyen… Nasıl bir kadın ki ardında bir ateş bıraktı diyeceksiniz elbette. Sabredin anlatacağım.
Alelade bir kadın, görünüşünde hiçbir ayrıntı gizlemeyen biri, kapıdan çıktıktan sonra ismini de cismini de unutacağınız, hatırlamak için dosyalarını baştan sona tekrar okuyacağınız, altmış dört yaşında, taş gibi şişman, taş gibi esmer, kara bir eşarbı kafasına yarım yamalak bağlamış, kahverengi elbisesinin üstüne siyah örgü yeleğini giymiş, ayaklarına kara lastikler geçirmiş sıradan bir Anadolu kadını işte. Üstelik sadece eşarbı elbisesi çorabı kara değil, gözleri de kapkara, bakışları da kara, dersiniz gözlerindeki ateş sönmüş, küllenmiş kömürün grisi ve tortusu kalmış….
Yanında iki kavruk oğlan, bir de kendisinin aksine allı güllü kırmızılı morlu bir eşarp bağlamış gelini ile birlikte oturuverdi önüme. Nasılsın, iyi misin muhabbeti bir çıkmaz sokak derinliğinde, anlattıklarından hiçbir iyileşme hiçbir umut yok. Üstelik kendi ifadesiyle tüm uyarılarıma, “gitme ölürsün” dememe rağmen hacca da gitmiş, Kabe’yi görünce kendi anlatımıyla sevindirik olmuş, ancak şeytan durur mu, sırtında geziyor, sevincinin heyecanı ile kalbinin elektriği alev almış, bir çarpıntı, bir çarpıntı, üstüne de bayılma, tam o an üzerinde taşıdığı pil tam dört kez ardı ardına çakmış, kendine gelmiş ama yüreğinin karası zihnindeki ufacık sevinç ateşini de karartmış, küle döndürmüş, hac boyu odasından çıkmamış, halbuki giderken “orada ölürüm inşallah” diyerek gitmiş, ancak ölümün karanlığı düşündüğünden derin olmalı ki yüreğinde tek bir heyecan kıpırtısı olmasın diye tam yirmi gün odasından dışarı adımını atmamış, yanık yüreğiyle Ankara’ya dönüvermeyi başarmış, döndükten sonra da muhtemeldir ki yüreğindeki sönmüş ateşi yeniden yakmak üzere garip huylar edinmiş, daha önce hiç yapmadığı garip şeyler yapmaya başlamış.
Garip şeyler, huylar ne dercesine bakışlarımdaki şaşkınlığı anlayarak ıkına sıkına bir şeyler anlatmaya çalışıyor bana, anlatırken yaşayan kendisi değilmişçesine umarsız, sanki komşusu Halime yapıyor da bu da onun yaptığı saçma sapan işleri bana anlatarak yapılanlara bir anlam yüklememi bekliyor.
-Ne yapıyorsun teyzecim, nedir bu saçma sapan şeyler dediğin?
-Yakıyorum!
-Ne demek şimdi bu?
-Bayağı yakıyorum işte.
-Neyi yakıyorsun teyzecim, yemeği mi?
-Yok be kızım, ne bulursam onu yakıyorum.
-Allah Allah, ne yakıyorsun mesela?
-Üstümü, başımı, tenceremi, tavamı, hatta geçenlerde yorganımı.
-Nasıl yani?
-Bayağı yakıyorum, çakıyorum kibriti yakıyorum, sonra da önüne geçip seyrediyorum.
Şaşkınlığımdan belermiş gözlerimle bakıyor olmalıyım ki ben sormadan o saçma sapan dediği huylarının ayrıntılarını anlatmaya, anlatırken de benim yüzümü, bakışlarımı kollamaya devam ediyor.
-Geçenlerde de sandığımı yaktım, herif dedi ki “rahatladıysan yak ne deyim”.
-Peki niye yakıyorsun teyzecim?
-Diyorum ki nasıl olsa öleceğim, başkasının olacağına bari ben yakayım, yakıp kurtulayım, sen sağ ben selamet temizleyeyim herşeyi, külleri kalsın geriye
-Evi filan yakmadın inşallah!
-Yok daha evi yakmadım, düşünmedim de değil hani, aha bu bebeler de ondan korkuyor, aldılar doktora götürdüler beni, aha bu ilacı verdi doktor.
Anlatırken siyah naylon torbasına elini daldırıyor, eski evraklarının, kalp ilaçlarının arasından hayli arandıktan sonra bir kutu ilacı çıkarıp önüme koyuyor
-Aha bunu verdi doktor.
İlaca bakıyorum umutla, Citoles 5 mg, kırmızı kutunun içindeki ilaçlardan ancak birkaç tanesi içilmiş belli, gerisi öylece ambalajında sevimli sevimli gülümsüyor…
-İşe yaradı mı bari?
-Ne gezer evladım, hiçbir işe yaramadı, daha da kötü etti beni, kafamı bile kaldıramadım yastıktan da çocuklar koluma girip zorla çimdirdiler, yudular beni, az biraz kendime geldim.
-Peki halen bir şeyleri yakmak istiyor musun?
-İstiyorum evladım, bana öyle bakma, deliymişim gibi, deli değilim ben, şeytan dürtüyor zahar, kapıdan girerken bile düşündüm, yak şu hastaneyi diye.
-Aman teyzem kurban olayım, şeytanına sahip çık, ben seni bir Ali hocaya göndereyim de bir de ona derdini anlat, belki bir çözüm bulur.
-Gönder evladım gönder, şeytana gücü yeter mi bilmem ama sonra gitmedi demeyin, sorumluluk benden gitsin.
-Hemen telefon açıyorum teyzem.
-Allah razı olsun.
-Peki son bir şey soracağım, yakarken rahatlama mı hissediyorsun, ne oluyor?
-Olmaz mı kızım, ilacın yapmadığını alevler yapıyor, hele seyrederken dersin başka bir insan oluyorum, o gün iyiyim, ancak ertesi gün şeytan yine depüklüyor aklımı…
Biliyorum şimdi şaşırma sırası sizde! Ben şaşırdım siz de şaşırın. Üstelik ben sadece şaşırmakla kalmadım, bana da bir şeyler oldu, korkmayın daha henüz bir şeyleri yakmadım ama şeytan ateşini bir kez gözüme tutmuş olmalı ki sağım solum bir yangın yeri, inşallah size de bulaşmaz…
Bekleyin devamı var. Daha kadını yakmadan, yıkmadan odamdan henüz göndermiştim ki bir nefes alayım diye sekreter kızların odasına geçtim. Beni her zaman gülerek karşılayan kızların suratı asık mı asık, karanlık mı karanlık, başlarında izbandut gibi bir kadın, adı Sevgi, kızların amiri, veriyor kızlara kalayı…
-Bir daha o sonuç raporlarını hastalara teslim etmediğinizi görürsem yakarım sizi…
Tövbe tövbe, ne çabuk bulaştı, daha kadın alt kata inmeden personele de bulaştı hastalık diye düşünmemek elde değil…
Aşağı inip bir çay içip kendime geleyim diyerek kafeteryaya iniyorum. Şükür bir çay, bir simit, ohh demeye kalmıyor, yan masada oturan iki çocuklu bir kadın çocuğuna bağırıyor.
-Bak bir daha kardeşinin elinden meyve suyunu alırsan yakarım o ellerini!
Allah Allah, delirmemek elde değil, nasıl bir mikropmuş bulaştı, sirayet etti, nüfuz etti zihnimize? Yoksa çoktandır bulaşmıştı da, şeytanın Hatice teyze kılığında ateşi gözümüze sokması mı lazımdı?
Öğleye kadar kadının akıbetini, hastaneden çıkıp çıkmadığını düşünerek çalışıyorum, aklımda deli sorular, şükür öğle oldu, iki kaşık çorba içeyim deyip yemekhaneye geçiyorum, çorba mis gibi, yanında patlıcanlı et, bir de cacık, ohh kötü düşünceler savrulmaya başladı bile derken aşçı Erdal kötü kötü bakıyor yamağına. Sonra hepimize tek tek açıklama…
-Hocam kusura bakmayın, çorbayı Aysel’e emanet etmiş bulundum, dibini yakmış…
-Olsun be usta ne olacak, dibidir sadece.
-Olur mu hocam, hele bir daha yaksın ben de onu yakacağım.
Hah işte yemek zehir zıkkım oldu, “ya Erdal nasıl yakacaksın Aysel’i” diye sorsam garip kaçar, en iyisi sormamak, yemeği tabağında bırakıp çıkmak bu yemekhaneden, tövbe tövbe bir akşam olsa da gitsem şu tımarhaneden, çay peynir ekmek razıyım, gel akşam gel…
Şeytan tüm öğle sonrası dinlenmeye almış kendini muhtemel ki, akşama kadar işimi yapıyorum, güzel güzel çıkıp evime geliyorum şükür, kedilerim güleç yüzleriyle karşılıyorlar beni, açmıyorum konuyu, moralleri bozulmasın diye çocukların, hele bir çay koyayım, şeytanın kulağına kurşun…
Ocağı yakıyorum, önce mavi bir alev ardından kırmızı, güzel güzel yanıyor, o ne, yanarken usul usul göz kırpıyor, tam o an şeytanın eli benim de sırtımda geziyor, fakat müsaade etmem, ne mümkün zihnime girmesi, kapatıyorum ocağı, çay içmem şart değil, ayran vardı sürahide, içerim serin serin, ohh ciğerim yanmış…
Lanet şeytana, niye ciğerim yansın, içim ferahlamış, ha tam olarak böyle içim ferahlamış, ohh…
Dünyadan bir haberim, açayım televizyonu bir haber dinleyeyim diyorum, Ulusal Kanal, spiker genç çocuk, üzgün, kırgın bakıyor, “Siirt’te PKK servis aracını yaktı” diyor gözlerinden alev fışkırarak…
Yok daha neler, Hatice teyze masum kaldı, bak adamın oğulları servis aracını yakıyor, üstelik içindeki insanlarla birlikte, benim Hatice teyzede bugün gördüğüm mikrop çoktan sirayet etmiş topraklarımıza, ilerlemiş seviyede müzmin bir hastalık olmalı, düşündüğümden derin, ah salak kafam, ah aptal kafam, nasıl göremedim ben bu hastalığı, nasıl anlamadım bu yaşıma kadar, üstelik bir de hekimim, bu kadar mı kör olur insan, bu kadar mı sağır? Ne yapacağım iyi de, seyrederek çözüm olmaz, bu akşam görmezden geleyim, düşün düşün boktur işin, açayım şu Kral Pop’u, söndüreyim zihnimdeki alevi bir geceliğine, hah işte şıngır mıngır bir şarkı, şarkıcının kızıl saçları alev alev, içi fıngir fingir, melodi muhteşem, insana umut veriyor diyor ki
-Yeter hüzün, keder, neden bütün bu sevmeler?
Bence de yeter bu hüzün bu keder, üstelik niye seveyim elin adamını da yüreğim yansın, severim kedilerimi güzel güzel onlar da beni sever, ohhh…
Fakat o ne, alev saçlı kadının içine birden şeytan kaçıyor.
-Yanar, döner geçer, yakar geçer…
Vah bacım, seni de yakmışlar belli, kurban olayım bir sus, bulaştırma bana yangınını, ne halin varsa gör, yanıyor musun, yakıyor musun, ne bok yersen. Ohhh sessizlik, kediler bana ben kedilere bakıyoruz, huzur, mutluluk, ancak şeytan bizim kapıdan da girmiş belli, dürtüyor beni, bak dünyaya, saklanma, gizlenme, nasıl olsa sabah gideceksin işe, o da haklı, dayanamıyorum açıyorum televizyonu, bir kadın eş arıyor kendine, eee arasın, bana ne, ne güzel, aradığı eş ise bulur inşallah, üstelik ne yakma ne yıkma, yapıcı bir şey, gülerim de biraz, gülüyorum da gerçekten, gülerken kaptırıyorum da kendimi, unutuyorum o yakıcı sabahı, fakat o ne, evin içi bir duman, bir duman, aman Allah’ım, lanet şeytana, ocağı söndürmüştüm eminim, peki yanan ne, banyodan mı geliyor acaba, koşuyorum banyoya, aynada bir kadın, bana benziyor, üstelik çıkan duman benden, kafam yanıyor abi, kafam yanıyor…
Gülümser Heper
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR