Doğadaki olayların oluşumu üzerinde konuşurken  -sözgelimi deprem, afetler, yağmur nasıl yağar, gökyüzü neden mavi  gibi -  hemen herkes, çok az farkla da olsa mutlak şekilde ortak bir görüşte birleşir ama söz konusu insan olunca görüşümüz de ifademiz de değişir. Her birimiz farklı fikirler ileri sürer ve tek tek insanın dünyasına atıfta bulunuruz. Kimine iyi kötü, kimine doğru yanlış, sorunlu, hastalıklı vs. anlamlar yükleriz.

-Sadakaya bağlı yaşamak ya da beslemelik olmak, beleş ve popüler bir davranış biçimidir. Tarihin her döneminde vardır. Her dönemde de devam etmek için yetenek geliştirmeyi başarabilmiştir. Çalışmadan, emek harcamadan, ötekinin sofrasından geçinir, kolay, zahmetsiz etkinliklerle yaşamaı devam  ettirir.

-Hepimiz, hayatımızda bir kere de olsa, bir başkasından yiyip içerken ya da bir şeyler beklerken içimizde oluşan tuhaf hisse tanık olmuşuzdur.  Şu veya bu şekilde minnettarlık duymuş ve giderek artan şekilde bağlılık, hoşnut olma, sevgi, saygı hatta korkularla yüz yüze gelmişizdir… İşin feci yanı devam eden günler ve sonrasında bizi doyuranın ya da iktidar sahibinin belirlediği alanda yerimizi alır, sınırları çizilmiş dar bir alana kapatırız kendimizi. Yargılarımız körelir, karar verme kapasitemiz aza indirgenir. Ayaklarımız, kollarımız, ellerimiz bize ait olmakla birlikte, bedenimizin bir bölümü – düşünce ve duygu dünyamız- başkası tarafından harekette geçirilir. Çünkü davranışlarımızı yönlendiren esas bölüm bize ait olmaktan çıkmıştır. Dışarıdan gelen basınç, telkin, gerginlik, özel koşullar, güçlü şekilde bağımlılık yaratmıştır.

-Tuhaf bir kişiliktir bu… Bir kere sadakalık ya da beslemelik konumuna düştünüz mü, hangi köşeyi dönerseniz dönün, yol boyundaki herkes, belirgin biçimde bir şeyler vermesi gereken biri olarak görülür. Bakış açısı, konum, davranış bir anda değişir, olağan hale gelir… Koşulların ve gidişatın kontrol edilemediği, değiştirilemediği bir yolculuktur bu  ve zaman içinde yaşam biçimine dönüşür.. Daha vahimi sahipsiz kalma, aç kalma korkusuyla bağlılığın sınırları genişledikçe genişler.

-Kendilerine inanmazlar. Olgularla, olaylarla dış uyarıcıların etkisiyle tanışırlar. Fareyi gördüğünde elindeki tepsiyi fırlatan kedi gibi, hayatta kalma stratejilerini maddi beklentiler üzerinde inşa ederler.

Sonra neler mi oluyor?

-Sadık kişilik haline gelen insanlar, doğrudan iktidar sahibine hizmet etmek üzere yetenek ve beceri geliştirirler. Gerektiğinde kurban, gerektiğinde suç ortağı olurlar. Rehin verilen irade, cinayetten hırsızlığa kadar geniş bir alanda koşturur; canavarlaşır, saldırır ve en kötüsü duyarsız, hatta davranışlarının ahlaki yönünü fark edemeyecek kadar yoksunlaşırlar. Yeri geldiğinde kibir, özgüven, utanmazlık sergileyerek, iyi birer jejyoner olmak için yarışırlar. Kimi zaman sandıkta oy, sokakta sopa, kiminde suç makinası, ceza kesen, ceza yazan, uğruna can alan, can veren olurlar. Bir denilen iki edilmez. İstenilene harfiyen uyulur.. . Çünkü amaca ancak böyle varılır. Ancak bu şekilde ayakta kalmaya inandığı için, kafes balıkları gibi yemin olduğu yöne galvanik bir hareketle koşmaya başlarlar.

SADAKAYA BAĞLI YAŞAMAK

Keyfi, açgözlü ve yanlışlarla devam eden sistemlerde, görülüyor ki sadakaya bağlı yaşama ile beslemelik olma arzusu daha belirgin, daha yüksek düzeyde artmaktadır. Koşullar o denli karmaşık, değişkendir ki lütuf dilenmeyenler bile bu karmaşa içinde, kendileriyle dinamik bir denge kurma olanağına sahip olamıyorlar. Savaş zamanlarında, kıtlık, afet dönemlerinde bu tür yöntemlere başvurulmuştur ama şaşkınlık veren, binlerce yıldır devam eden bu davranışın hemen her dönem – barış ve bolluk dönemlerinde dahi- neden devam ettiğidir. Bu önemli bir sorundur… Bizi ilgilendiren tarafı,  bu kişiliklerin neden sadakaya bağlı ya da beslemelik olmayı yaşamlarının temel özelliği haline getirmeleridir. Yarar ve zarar uyarılarını harekete geçiren kimyasal, duyusal ve fiziksel etkiler nedir?  Yaşama refleksleri kendilerinden güçlü olandan beklentilerle mi sınırlıdır? Eğer böyleyse bu doğru yol değildir. Çünkü tarihte yığınla örnekte görüldüğü gibi iktidar sahibinin dişleri bir süre sonra kendilerini de ısıracaktır. O zaman geldiğinde ne saklanacak yer ne de kaçmak için yol bulabilecekler.

Acaba hepsi birer umutsuz vaka mı?

Bilemiyorum ama yine de her umutsuz vaka, kenara atılıp kendi haline bırakılmadan, gerçekleri ve doğruyu görerek, göstererek çözülebilir. Talihsiz yaşamlara saplanmamak için değişim ve dönüşümü hayal etmek bile başlangıç olacaktır.

Haydar Uzunyayla
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)