Son Dakika



 Her ekonomik krizde olduğu gibi, 1993 yılında yaşadığımız krizde, düzenli gelir kazandığım çizgi film sektöründe işler yine durma noktasına gelmişti.

O sıralar Pasin-Benice stüdyosunda ressam olarak çalışıyordum.

Yeni evlenmiştim ve bütün emekçiler gibi biz de ev eşyamızı taksitle alabilmiştik.

Kallavi borçlandığımız mobilyaların taksitlerini dördüncü aydan sonra düzenli ödeyemez olmuştum. Mağaza sahibi iş yerime telefon etmeye başlamıştı.

-Mustafa Bey, bu ayın ödemesi gecikti?..

-Maaşımızı henüz alamadık, alır almaz mutlaka uğrayacağım…

-Peki… Bekliyoruz Mustafa Bey…

Bazı aylar hiç ödeme yapamadan, bir sonraki ay zar zor iki senedi birden ödeyerek, dokuzuncu aya kadar gelebilmiştim.

Bu sancılı süreç boyunca, mağaza sahibini epeyce bunaltmış olmalıyım ki, o ay aradığında söze şöyle başlamıştı:

-Mustafa, bu ay da çok geciktin!

“Bey” olmaktan çıkmıştım artık mobilyacının gözünde.

Telefonu kapadıktan sonra, görüşmenin sonucunu merak eden masa arkadaşıma, “Bir an önce para bulmam lazım, bir daha aradığında ‘Ulan Mustafa…’ diye söze başlayacak bu adam!” demiştim.

İşte tam o günlerde bir karikatürüm “Hızır” gibi imdadıma yetişti.

Bursa ilimizin çok değerli evlatlarından, ustalarımızın ustası Cemal Nadir Güler’in anısına, yine Bursa’da kurulu bir vakıf, karikatür yarışması düzenlemişti.

Bu yarışmanın ‘Büyük Ödül’ünü benim çalışmam kazandı.

Plaketin yanında sunulan para ödülü, beni “Bey” yapmaya yetmezdi, fakat bütün borçlarımı ödemeye fazlasıyla yetiyordu.

Vakfın adını unuttum; anımsamaya da gayret etmiyorum şu anda.  Çünkü ödül töreninde ve eserlerin sergilendiği süre içinde tanık olduğum şeyler, bu vakfın Cemal Nadir Güler ismine duyulan saygıdan değil, kendi tanıtımları için bu yarışmayı araç yaptıkları izlenimi vermişti bana.

Sanıyorum bu vakıf yöneticilerine göre de, “güldürücü, eğlendirici” bir sanatın adı kullanılarak yapılan yarışma daha çok ses getirecekti. Toplumumuzda yaygın kanı böyledir çünkü...

Oysa yarışmaya gönderilen karikatürlerin neredeyse tamamı “kara mizah” ya da “gülen düşünce” olarak adlandırdığımız derinlikli yapıtlardan oluşuyordu. 

Jüri’nin seçtiği 40 kadar karikatürün sergilendiği salonun kalburüstü konukları olan Vali, Garnizon Komutanı, Merkez Komutanı gibi erkânın ilk baktıkları, benim büyük ödülü alan, işkence temalı karikatürüm oluyordu ki, o anlarda vakıf başkanı, karikatürümde resmettiğim işkenceyi, bu “çok önemli” davetlilerine eşlik ederken çektiği “işkenceye” yeğleyebilirdi. 

Zaten sonraki yıllarda bu yarışmanın ikincisi de yapılmadı.

Fakat biz karikatürcüler ne yapabilirdik ki?

Bırakın çağdaş karikatür sanatını yakından izlemeyi, anısına yarışma düzenledikleri Cemal Nadir Güler’i biraz tanısalar, onun karikatür anlayışını birazcık biliyor olsalar belki her şey başka türlü olabilirdi. Çünkü büyük ustamız şöyle diyordu:

“Ben karikatürü bir güzel koku gibi insana bir an zevk verdikten sonra, elde boş bir şişe veya sarı bir leke bırakıp havaya karışan bir marifet olmaktan başka türlü anlıyorum. O, ne palyaçoluktur, ne de göbek attıran, çeneleri ağrıtan kahkahadır. Bence karikatür insan beyninin muhtaç olduğu tebessüm ve tefekkürü (düşünceyi) temin eden bir güzel sanat olmalıdır.” 

Mustafa Bilgin
Gerçek Edebiyat

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)