Son Dakika



Mitolojik kronolojiye göre yeryüzüdür (Gaia) her şeyi var eden. Toprak anadır her şeyin anası. Gökyüzünü (Uranus) doğuran da odur, şu dizginsiz zamanı (Kranos) da… Mitolojiye göre, gökyüzü dahil, zamandır her şeyi yenen. Kendi çocuklarını da yiyip yutan zaman… O halde zamanı yenecek birine gereksinim vardır; o da tanrıdır (Zeus)… Hera ise hem Zeus’un ablası hem eşidir.

Kutsal dinlerin temelinde de mitoloji vardır. Örneğin Tevrat, sözcük anlamıyla, “öğreti, talimat” demektir. Tevrat’ın ilk beş kitabı, Sümerlere kadar inen o mitolojik geleneğin bir parçasıdır. O gelenek Bereketli Hilal üzerinden Fenike’ye, Mısır’a iner. Zaman içinde de Akdeniz ve Anadolu (Hitit, Frig, Likya, Karya, İyonya), özellikle Milet köprüsünü aşarak Girit’e ve Helen’e ulaşır.  

Zamanı yenmek salt tanrıyla mı olası? Peki, “eleştirel akıl” bu çabanın neresinde?

Evet, Anadolu’da filizlenen başka bir kültür vardır. Tales’le filizlenen. Dal budak saldıkça Ege imbatını iyice hissettiren. Tales, Karyalı bir babanın çocuğudur. Mısır’ı da görmüş, gözlemlemiş bir bilge. O, şu yeryüzünde, ilk defa edindiği pratik bir geometrik bilgiyi teoreme,  ispatlanabilir kesin bilgiye, dönüştüren kişidir.

Evet, Tales, aklını kullanarak “doğru” bilgiye ulaşmıştı; hem de tanrıların izni ve yardımı olmadan. Ama o, şunu da biliyordu; bilgisi ve dünya ile ilgili gözlemleri sınırlıdır. Bunu bildiği için, açık yüreklilikle öğrencisi ve hemşerisi Anaksimandros’a şöyle der: “Bunlar, büyük ölçüde varsayımlara dayanıyor, bunlara inanmak zorunda değilsin. Bunlara inanmamak için bir nedenin varsa onları dile getir. Böylece daha iyi bir anlatıma, belki de gerçeğe ulaşabiliriz.” İşte budur, eleştirel aklın kapısını açan..

Tales’in “Dünya suyun üstünde yüzüyor.” varsayımına, Anaksimandros’un verdiği yanıt, insan aklının, en büyük sıçramasını ifade eder kuşkusuz: “Dünya bir boşlukta duruyor; çünkü herhangi bir yere gitmesi için bir neden yok.”

İşte o gündür, Atlas’ın saltanatının sona erdiği gün. Elbette dünyayı boynuzlarında taşıyan sarı öküz ile sırtında taşıyan balığın da…  Böylece eleştirel aklın kapısı, o Ege imbatıyla biraz daha aralanır.

İlk çizimini Anaksimandros’un yaptığı Dünya haritasını geliştiren bir başka Miletlidir, Hekateus. Hekateus, ne mi yapar? Haritasını, denizcilerin ve uzak ülkelerden gelen tüccarların uğrak yeri Milet Limanı’na asar. Neden mi, haritasını geliştirmeleri için… Evet, eleştirel akıl, kesin bilgiyi reddetmektedir; o kuşku kapısı, bir kez daha ardına kadar açılmaktadır.

O kapıdan daha sonra başkaları da geçer; Anaksimenes, Bias, Anaksagaros, Heraklit, Demokritos… Onlar da Anadolu’nun çocuklarıdır.

Geçelim karşı yakaya. Sofistler, “akılcı” anlamını ve sıfatını taşısalar da kendilerini öyle niteleseler de her şeyden önce akla ve bilime ihanet etmişlerdir. Çünkü kutsanan demokrasi adına, akıl, yerini “söz”e bırakmıştır. Kutsanan bilim ve akıl değil, iyi ve ahlaklı insandır; çünkü o insandır Tanrı’ya en çok benzeyen.

Sofistike bilgi, gözlemle sınanmayan, salt inancı benimseten bir bilgidir. Sokrat’tan Aristo’ya, artık her filozof, bir peygamber özentisi içindedir. Özellikle Platon (Eflatun). O, antik çağın İmam Gazali’sidir… Çünkü o baş tacı edilen “Devlet”le amaçladığı, önce değişimi engellemektir. Amacı, eleştirel aklın yerine, kesin bilgi üzerine bir otorite inşa etmektir. Büyük İskender’i dünyanın başına bela eden de bu amaçtır. Unutmayalım, İskender, Aristo’nun öğrencisidir. Batı Anadolu’nun Helenleşmesi, İskender’le olmuştur; o da ne kadar olduysa? Bir sonraki aşama, Platon öğretilerinden dini bir yapı yaratan Hıristiyanlık… Özetle aklın yerine “önce söz“…

Otoritenin bilime egemen olduğu, eleştirel aklın sıkboğaz edildiği yerde, günü geldiğinde, İskenderiye Kütüphanesi’yle Atina Akademisi de kapatılır; Beytü’l-Hikme de…

11. yüzyılda İslam dünyası El Aşari ardılı Gazali’yle bilimden elini ayağını çekerken, matematikçi Hayyam’ı taşa tutarken, daha sonra da Rüşt ile Haldun’u reddederken, Hıristiyanlık eski Yunan’ı yenden keşfetmekteydi. O keşfin bir sonrası Rönesans. Coğrafi keşiflerle, sanatla sorgulanan bir dünya… Sıra, elbette otoriteye de gelmekte.

Peki, nedir Rönesans’ın ve Batı’nın şu yere göğe koyamadığı “Yunan Mucizesi”? Bugün yeryüzünde, Homer, Tales, Anasimandros’tan kalan tek bir özgün metin yok. Onlardan Yunanca aktarılanlar var. Aktarıma sokuşturulan yorumlar… Eğmeler, bükmeler… Hektor’u geri plana çeken, Aşil’i kutsayan… Karyalıyı, İyonyalıyı Yunan sayan… Oysa ne diyordu Herodot: “…Atinalılar bu adı kabul etmiyorlar, kendilerine İon de­nilmesini istemiyorlardı…” Peki, dese de dinleyen kim?

Durum böyle olunca Karyalıyı da İyonyalıyı da Yunan gören anlayış çıkıyor karşımıza; önümüzdeki olgu bu. Ne yazık ki kronolojiyi bilmeyenlere, Batı deyip Batı işitenlere, bir şey anlatmanın olanağı yok! Anadolu kimliğine ihanetin varacağı yer, “vatan”ı sorgulamak / sorgulatmak değil midir?  

Kesin bilgi, bazı mantık ilişkileri dışında bugün de hayaldir. İnsanoğlunun arayışı kesintisizdir. Anaksimenes’in o deprem oluşumu modeline, bugün de son nokta konabilmiş değildir. Einstein, Newton’u yaya bırakmıştır… Bir gün Einstein’ı da yaya bırakanlar çıkacaktır.

Yeryüzünün yarısı hâlâ karanlıkta boğulsa da ortada ulaştığımız bir uygarlık var. Nasıl mı yaratıldı bu uygarlık? İdeal bilgiye, yani kesin ve yanılmaz bilgiye asla ulaşılamayacağını bilmekle, görmekle… “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” gerçeğiyle buluşmakla…

Bilimde son da yoktur, son söz de… Peki, Türkiye’nin bu yarışta geride kalmasının nedeni nedir? Otoriteyi (dini, siyasi, kültürel…) sorgulama yeteneğini, bir türlü kazanamamış olması. 

Görülen o ki, “Bilgiyle Sohbet”in[1] de sonu yok. Bu yazıyı bana esinleyen Celal Şengör’le söyleşinin tadına doyumun da. Eleştirel akla kapı açan Anadolu’nun değerine paha biçmenin de…

(Turnalar, 92. Sayı, Ekim-Kasım-Aralık 2023)


[1]  Bilgiyle Sohbet, A.M. Celâl Şengör, Türkiye İş Bankası Yayınları 17 Basım 2023

Tahsin Şimşek
Gerçekedebiyat.com  

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)