Bin bir maske bin bir surat / Ali Günay
Her insanın en az iki yüzü vardır.
Siz de yaşamda sık veya seyrek, “maskeli balo”ların içine düşmekten yakınıyor, zaman zaman “tak etti canıma bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri” diyor musunuz? Ben sıkça diyorum. Gelgelelim insan yaşamı, dünya sahnesi üzerinde sürekli matine gibi sürüp giden bir “maskeli balo” içinde tükeniyor, çoğu zaman balo tadında olmasa da. Öyle olunca, canına tak etse de ya başa gelen çekilir diyerek katlanıyor veya mademki kaçınılmaz yaşamak, öyleyse zevk almaya bakalım, diyor insanların büyük çoğunluğu. Bu arada, “tak etti canıma” diyerek baloyu erken terk edenleri de unutmamak ve kararlarına saygı göstermek gerek. Herkesin yaşamı öncelikle kendinindir. Bir soru: somut ya da soyut olarak maske insanın ve insan yaşamının ayrılmaz, doğal bir parçası mıdır? Başka bir deyişle insan maskeli olarak mı doğar acaba? İnsanın ilk maskesi derisi, özellikle yüzünün derisi mi, yoksa içinde gizlediği, daha sonra kullanıma sokacağı doğasına içkin soyut maskeler midir? Görünen odur ki, şu veya bu biçimde kişiyi ele veren yüz derisi, maskeden beklenenler için yetersizdir ve bu yetersizlik adı “maske” olan nesne başta olmak üzere benzer işlevleri olan başka araçların kullanımını gerektirmiştir. Maske gereksinimini yaratan nedenler tekil görünmemektedir. Başat nedenlerden biri “gerçek yüzü” gizleme olsa da oyun oynama, şaşırtma, güldürme, korkutma, etkileme… gibi başka birçok neden sayılabilir. İnsanların maskeyi daha çocuklukta keşfetmeleri bu nedenlerin en azından birkaçının sonucu olabilir. Çocukluğunda oynadığı bazı oyunlarda maske kullanmayanınız var mı? Benim gibi çocukluğu kırsal alanda geçenler bilir: tüm oyuncaklarımızı kendimiz yapardık; ilkel maskelerimizi de. İki göz, bir ağız deliği açılıp kafaya giydirilmiş bir kesekâğıdı “ürkütücü” bir maskeydi örneğin. Kesekâğıdı yoksa ne gam! Bir incir ya da çınar yaprağı da yeterlidir küçücük yüzümüzle ardına gizlenmeye. Hatmi çiçeğinin dibi yapışkan taç yapraklarını alna, yanağa, çeneye yapıştırıp, elde kamıştan bir mızrakla çığlıklar atmak “Kızılderili bir savaşçı” olmaya yetmez mi? Ya, isle veya sabit kalemle yüzü boyamak, sakal, bıyık çizmek? Kulakları birer sebze yaprağıyla, burnu bir küçük patlıcan veya hıyarla büyütüp, sivri biberden bir çift boynuz edinmek? Savaş boyaları, kamuflajlar maskeden sayılmaz mı? Sayılmasaydı en seçkin komando birliklerinde ve özel timlerde çok gelişmiş şekilde kullanılır mıydı? Bizim maskeyi çocuklukta “keşfettiğimiz” gibi, insanoğlu da çocukluğu sayılabilecek ilkel çağlarda keşfetmiş ve kullanmaya başlamış anlaşılan. Bu kullanım başkalarını etkileme, hasmını korkutma, gizlenme ve kendini koruma amaçlı başlamış görünmektedir. Olasılıkla ilk kullanıcılar avcılar, o zamanların din adamı sayılan büyücüler ve savaşçılardır. Sanatsal sayılabilecek kullanım ise dini tören ve gösterilerle başlamış, sonraları antik tiyatrolarla yaygınlaşmıştır demek yanlış olmaz sanırım. Günümüzde maske kullanımı askeri alanda çeşitli biçimlerde ve çok yaygın olmakla birlikte bu alanla sınırlı değildir. Eylemcilerin, teröristlerin, suikastçıların, hırsız ve soyguncuların çokça kullandığı malzemelerin başında masum olmaktan çıkarılmış “kar maskesi” vardır. Ku Klux Klan, IŞİD gibi kanlı örgütlerin kullandığı özel giysiler ve başlıklar da birer maskedir. Aslında kralların tacı da eski savaşçıların zırhı, geçmişte ve günümüzde askerlerin, polislerin, din ve kamu görevlilerinin giydiği, çoğu şapkalı, yıldız gibi, özel işaret gibi motiflerle desteklenmiş üniformalar da yüzü kapatmasa bile özel ve yasal birer maskeden başka bir şey değildir. Peki, geçmişten bu yana kadınlara dayatılan ve birçok coğrafyada zorla giydirilen Çarşaf, Burka, Çador ve benzerlerini bu bağlamda anmadan geçmek olası mıdır? Şu ana kadar verdiğim örneklere bakarak maskelerin birer kötülük, saldırganlık, savaş, en azından olumsuzluk aracı olduğu sonucunu çıkarmış olabilirsiniz. Öyle değil. Masum, yararlı ve sanatsal “somut maskeler” de var tabii. “İyi huylu” ve yararlı maskelerin başında, daha çok kadınların sağlık ve güzelleşme amacıyla kullandığı türlü çeşitli maskeler gelir. Aslında bundan da önce anılması gereken “yararlı maskeler” insan sağlığını koruma amaçlı olanlardır. Sağlık görevlilerinin korunma, hastaların hem korunma hem bulaştırmama amaçlı maskeleri, tedavide ve tehlike durumunda uçaklarda kullanılan oksijen maskeleri bu türdendir. Gaz sızıntısı tehlikesi olan, tozlu, kötü kokulu, zehirli… işlerde çalışanların, savaş ve başka bazı özel durumlarda vatandaşların kullandığı gaz maskeleri de öyle. Koruma amaçlı maskelere, tehlikeli sporlarla uğraşanların taktığı kasklar ile yüz veya kafa kemiklerinde kırık, çatlak olan sporculara, trafik ve iş kazalarında benzer şekilde hasar görenlere takılan maskeler örnek gösterilebilir. Bir maske türü vardır ki hem iyiler hem de kötüler arasında anılabilir: o sosyetik baloların maskesi! Maskeli baloların olmazsa olmazı maskeler, istisnalar dışında masum, sevimli ve eğlendirici sayılabilir. Gelgelelim özellikle korku, gerilim, polisiye gibi roman, öykü ile film ve oyunlarda maskeli baloların yeri ve maskelerin kötücül kullanımına sıkça tanık oluruz. Kimse kusura bakmasın, amacı ne olursa olsun takma saç (özellikle peruk, postiş), sakal, bıyık vs.yi de maske olarak nitelemek yanlış olmaz gibi geliyor bana. Buna bir de makyajı eklersem başta kadınlar olmak üzere epeyce kişiyi kızdırır mıyım ki? Maskelerin en masum ve en sevimlisi olarak palyaçoların boyadan yapılma maskesini de unutmamak gerek. Son yıllarda makyajla çeşitli kılıklara girerek tek veya daha çok kişilik sokak gösterisi yapanların maskelerini de masum ve sevimli maskeler arasında sayabiliriz. Unuttuklarım yoksa son olarak maddi yanıyla çok yararlı, manevi yanıyla ise bireysel ve toplumsal alanda kötü sonuçlara yol açan bir maskeden söz edebilirim: uyku maskesi. Bağladığında uyku sıkıntısı çekenlerin rahatladığı ve hoş bir uyku çekmesini sağlayan bu maskenin, başkaları tarafından manevi bir gözbağı olarak insanların gözlerine bağlanıp da derin uykulara dalmaları sağlandığında ne tür sonuçlar yarattığını her gün her yerde gözlemlemek olasıdır. Daha önce bulunmuş ve kullanılmış olsa da en has maske, özellikle Antik Çağ’dan bu yana tiyatro ve başka gösteri sanatlarında kullanılan maske olsa gerek. Bu öyle bir maskedir ki sihirlidir; gizlediği sanılırken gösterendir. Sır gibi dururken ayna olandır. Bilindiği gibi tiyatro oyunlarının başat özelliklerinden biri izleyenleri kendileriyle yüzleştirmeleri, kişilere, kendilerine dıştan bakma olanağı yaratmaları, izleyicilerin, zaten gerçek yaşamda var olan karakterleri temsil eden oyuncalarda kendilerinden az ya da çok parçalar bulmalarını sağlamalarıdır. Bu bağlamda, kullanılan maskeler, kostüm gibi birer yardımcı malzeme olarak değerlendirilebileceği gibi, değişik karakterleri sembolize eden, hatta bazen izleyicinin yüzünden alınıp oyuncunun yüzüne takılmış gerçek suretler olarak da nitelenebilir. Başka bir deyişle teatral maskeler -taklit ve/rol yapan sanatçıların yüzleriyle birlikte- en eski “yüz nakli” sayılabilir kanımca. Bu yanıyla teatral maskeler kısmen veya tamamen kendi yüzlerimizden başka bir şey değildir. Bize aynalardan daha çok şey söyleyebilme ve daha çok da düşündürebilme gücünü belki de bu özelliklerinden almaktadırlar. Somut (maddi) maskelerle ilgili bölüm bu kadar. Soyut (manevi) maskeler ise hemen hemen tüm insanlarca şu veya bu ölçüde kullanıldığından çok daha yaygındır; işlevi de çok daha fazladır. Bu nedenle aşağıda yeniden değineceğim gibi edebiyat içi ve dışı yazılara çok daha fazla konu olmuştur, olmaktadır. Bu maskeler, insanların birbirlerine karşı kimi zaman iyi niyetle ama çok daha fazlasıyla kandırma, aldatma, yanıltma, etkileme, yönlendirme, kullanma, sömürme… gibi maddi ve/ya manevi çıkar elde etme amacıyla taktıkları gizli maskelerdir. Dilimizde bulunan bazı atasözleri ve deyimler bu konuda oldukça fikir vericidir. Örneğin “sureti haktan görünmek”teki “suret”, apaçıktır ki muhatabı için pek de hoş olmayabilecek bir amacı gerçekleştirmek için takılmış aldatıcı bir maskeden başka bir şey değildir. Sözgelimi, daha sonra şiddet uygulayacağı, yaşamını karartacağı, belki de işkence ederek öldüreceği kadını inandırmak için delicesine âşıkmış gibi davranan kişinin yüzü böyle bir maskeden yoksun olabilir mi? Benzer şekilde “köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyenin yüzü maskesiz olabilir mi? “Kuzu postuna bürünmüş kurt” deyimindeki kurdun büründüğü kuzu postu bir maske değil de nedir? Ya iki ayaklı kurtların postları, bin bir suratları, yalanları, sahtekârlıkları? Bir sömürü çarkında insanları öğüterek varsıllıklarını arttıranların, aldatarak egemenliklerini kurup, koruyup sürdürenlerin her türlü değeri maske olarak kullanmaları? İdeolojilerden, dinlere, inançlara, kutsal değer ve sembollere, gelenek, görenek ve etik değerlere, toplumun benimsediği tarihsel olay, değer, sembol ve idol kişilere… değin işlerine yarayabilecek her şey, başta her düzeyden politikacılar olmak üzere her türden çıkarcıların en dört elle sarıldıkları etkili maskeleridir. Bir yandan ülkeleri, farklı köken ve/ya inançtaki halk ve toplulukları birbirine karşı kışkırtarak çarpıştıranların karşıt taraflara silah satarken dillerinden düşürmedikleri “barış” bir maske değil midir? Aynı şekilde aldatarak veya güç kullanarak dünya halklarının yeraltı ve yerüstü varlıklarını talan eden, emeklerini sömürenlerin değişmez maskesi yokluk, yoksulluk nutukları ve göstermelik yardımlarla destekledikleri “iyilikseverlikleridir”. Tıpkı en kanlı diktatörleri başa getirip desteklerken “demokrasi ve insan hakları” maskesini yüzlerine giydirmeleri gibi. 12 Eylül faşist darbesini yapanların hem rafa kaldırdıkları “demokrasiyi”, hem de başta meclis olmak üzere kurduğu belli başlı kurumları ortadan kaldırırken Atatürkçülüğü maske yapmaları ibretlik örneklerdendir. Politikacıların destek almak, iktidara gelmek ve orada kalmak, bu arada iktidarın nimetlerinden her anlamda yararlanmak için giderek artan biçimde dini, imanı, inancı ve her tür ulusal ve moral değeri maske haline getirmeleri, söylemde bunların bayraktarlığını yapar görünürken eylemde tümüne ters düşmeleri yıllardır ülkemizin yazgısı haline getirilmiş durumda. Olup bitenlere bakıldığında “küçük hırsız ve soyguncular maddi, büyükler ise manevi maske kullanmaktadır” demek yanlış olur mu sizce? Vurgulamak gerekir ki büyüklerin manevi maskelerini düşürmek küçüklerin maddi maskelerini düşürmekten çok daha zordur. Geçmişte “drama gücü” ile övünen politikacılarımız olmuştur. Aldatıcı söylem ve rol kesme yoluyla kitleleri peşinden sürüklemeyi başaran diktatörlerin önemli silahlarından biri, birbirinden farklı çok sayıda kişilik sergilemelerini sağlayan maskeleridir. Bu nedenle bu tür politikacıların birer “bin bir surat” oldukları, bu özellikleriyle aldatıcı, çelişkili ve kaypak uygulamalarını yutulur hale getirdikleri söylenebilir. Unutulmaması ve önemle altının çizilmesi gereken bir durum da bunca çeşitli maske kullanıp bunca çeşitli yüzler edinenlerin ortak özelliğinin “yüzsüzlük” olmasıdır. Bu demektir ki ya yüzsüzlük de bunların sıkça değişebilen maskelerinden biridir veya maskesiz, gerçek yüzlerinin ta kendisidir. Artık maske-edebiyat ilişkisine kısaca değinmenin zamanıdır. Öncelikle, maske ile sembolize edilen tiyatro oyunlarının metin olarak edebiyatın ayrılmaz parçalarından ve bu alanda edebiyatın klasikleri arasında yer alan eserler bulunduğu göz önüne alınırsa, tiyatro-maske-edebiyat ilişkisi kendiliğinden belirir. Yukarıda uzunca örneklediğim gibi maske yaşamın her döneminde ve her alanında vardır. Yaşamda olan hiçbir şeyin edebiyatta olmaması düşünülemez. “Edebiyat hayatı taklit eder” diye bir söylem olduğuna göre… Daha ileri giderek denebilir ki, edebiyatta olmayan bir şey büyük olasılıkla yaşamda da yoktur. “Ölüdür” demek istemiyorum; ölüler de edebiyatın konusudur çünkü. Edebiyatta olmayan yok değerindedir. Konuya dönersek, maske, özellikle “manevi” olanı, edebiyatın doğuşundan günümüze, yarına, her türünde, açık ya da gizli hep var olmuştur ve olacaktır. Çünkü edebiyat, aynı zamanda bir kurgu ve karakter yaratma sanatı ise ve içinde insan varsa, aynı zamanda bir maske taktırma ve maske indirme sanatıdır da. Yaratılan karakterlerin donatıldığı kişilik özelliklerinin her biri onlara takılan birer manevi maske değil midir? Bir roman, öykü, anlatı… sürecinde kişilerin konumlanışlarından ilişkilerine, davranışlarına değin birçok durum, söylem, devinim, eylem, tavır, mimik… birer maske takma, gösterme, maske düşürme sahnesinin parçaları değil midir? Edebiyat eserlerinde kişilerin her gizli yüzü bir maske, bu yüzleri her açığa çıkarma da bir maske indirme olarak değerlendirilebilir ki bu işlem edebiyat ürünlerinde şu veya bu ölçüde ama mutlaka yer alır demek olasıdır. Bu, yaşamda da görünerek veya gözlerden kaçarak sürekli yinelenen, neredeyse kanıksanmış sahnelerdendir. Yaşamı konu ettiği sürece edebiyat ürünlerinin her türünde maskenin ana malzeme olduğu sahnelere mutlaka rastlanılacaktır. Acı ile eğlencenin, keder ile sevincin, komedi ile trajedinin; birbirine koşut ve/ya karşıt pek çok eylem ve durumun gözlemlenebildiği yeryüzü için Shakespeare’in “dünya bir sahnedir” diyerek yaşamı bir oyuna benzetmesi bu nedenle olsa gerek. Buna “yaşam da bir tür maskeli balodur aynı zamanda” diye ekleyerek katılmak bilmem haddini aşmak mı olur? (Deliler Teknesi Sayı: 48) Ali Günay
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR